Malta’dan Silivri’ye, Vatan


“14 Şubat 2011 günü Odatv ekibi Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve Ayhan Bozkurt’un ev ve işyerleri aranırken; ben Ankara’da bir sahaf dükkânını yerleştirmekle meşguldüm. Başkentin iyi gazetecilerinden Ahmet Erhan Çelik de ‘bertaraf’ olanlardandı. Yılların gazetecisi artık sahaftı. Dükkânını yeni bir yere taşımıştı, ben de yardım ediyordum. Elime Ziya Gökalp’in ‘Limni ve Malta Mektupları’ isimli 1965 basımı kitabı geçti. Okumak üzere bir kenara ayırdım. Molalarda ara sıra göz atıyordum. Silivri ve Hasdal’dakilerin haletiruhiyesini anlayabilir, anlatabilir miyim diye. O gözle okuyordum.

İlk sürgün yeri Limni’den yazdığı mektupları bile bitirememiştim daha... 3 Mart’ta geldiler. 7 Mart akşamı Silivri’deydim.

Kitap sahafta, masanın üstünde kalmıştı. Ancak 1 Nisan 2011’de yeniden buluştuk. Malta-Silivri hikâyesi işte böyle başladı, böyle oluştu.

Bu benim hikâyem değil, hepimizin. Sadece bugünümüzün değil, dünümüzün ve yarınımızın da hikâyesi. Çünkü sadece yazıyı, farklı görüşü, kitabı değil; vatan-millet sevdasını ve adaleti de bir kez daha ve sonsuza kadar mahkûm etmek istiyorlar.

***

Önce şehir büyüklüğünde cezaevleri, adliye sarayları inşa edildi.

Sonra kanunlar, hukukun üzerine çıkarıldı, usul-esas terk edildi.

Sonra gazete manşetleri, bilgisayar oyunlarıyla kâğıttan ‘teröristler’ imal edildi.

Sonra o ‘teröristler’ yakalanıp özel mahkemelere emanet edildi.

Sonrası; ‘Aranan deliller henüz bulunamadığından, tutukluluğun devamına...’ denildi.

21. yüzyıl Türkiyesi’nde, 90 yıl öncesine dönüldü. Asıl hikâye de bu. Çünkü hiçbir şey tesadüf ve yaşanan tekerrür de boşuna değil!

Silivri’yi kimi toplama kampına benzetti, kimi Malta’ya, kimi Bekirağa Bölüğü’ne. Hepsi var burada.

90 yıl önce, Malta sürgünü 143 aydın, siyasetçi ve asker, yaklaşık iki yıl neyle suçlandığını bilmeden yatmıştı; haklarında iddianame dahi hazırlanamadı. Yurda dönmelerinden bir yıl sonra, bu kez onları oraya süren/sürdürten egemenler, ülkeyi gizlice terk ederken, zorunlu ikametlerinin ilk durağının Malta olacağını bilmiyorlardı bile!

***

Resmi adı İstanbul Muhafızlığı Dairesi, kod adı Bekirağa Bölüğü ‘hizmet’ verirken, ‘donanımlı misafirleri’ sayesinde siyasal bilgiler fakültesine benzemiş. Özellikle Milli Mücadele döneminde. Aydınından askerine, herkes geçmiş oradan. Ama Mustafa Kemal Paşa silah arkadaşlarını yalnız bırakmamış, onları ziyaret etmiş. Kazım Karabekir de... Ve gün gelmiş, yüzlerce aydını, askeri ‘siyasi baskıyla’ tutuklayan mahkemenin başkanı Nemrut Mustafa, Bekirağa Bölüğü’ne konulmuş! Bekirağa Bölüğü sonra morg, ardından da gerçekten siyasal bilgiler fakültesi, olmuş.

Ya Silivri? Şimdiden morg vazifesi görüyor; ama betondan, demirden bir morg. Morg kadar da soğuk! Ve herkes, bir işe yaramadığını, yaramayacağını bile bile ‘hukuk’ çalışıyor.

Gün gelecek Silivri, Türkiye, hatta Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük hukuk fakültesi olacak. Dünyanın en donanımlı, en saygın hukukçuları buradan çıkacak. Çocuklarımız ısınacak ve bir daha hiç ama hiç üşümeyecekler.

Resmi adı Silivri Ceza İnfaz Kurumu. Kod adı? İpuçları benden, adını siz koyun.”(*)

MÜYESSER YILDIZ

• Alıntı: “Vatan Yahut Silivri” (Kırmızı Kedi Yayınevi, 2012)

***

Silivri sanığı ve yaşadığımız tarihin tanığı gazeteci Müyesser Yıldız’ın 90 yıl arayla aynı çöküş yörüngesine giren Türkiye’nin karşılaştırmalı ihanet ve kahramanlık tarihine ışık tutan incelemesi “Vatan Yahut Silivri”, bu ülkeyi seven herkesin okuması gereken bir ders kitabı niteliğinde.

Gömüldüğümüz karanlığı, ancak aydınlanarak yırtabiliriz. Yanlışları öğrenirsek, doğruyu kurabiliriz. Zehrin ne olduğunu bilirsek panzehiri bulabiliriz.

İşe bakın ki “Vatan Yahut Silivri” benim 30 Mart 2011 tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan, Tuncay Özkan’ın “Zorbalığın Pençesinde” adını verdiği Silivri günlüğünü tanıtmak için yazdığım yazının başlığı!

Sevgili Müyesser’in, yazıma koyduğum başlığı bir yıl sonra yine Silivri’yi anlatan bir kitaba vermiş olması, kuşkusuz raslantı değil! Ortak çilenin bilinçaltı çağrışımı, bir yüzyıldır vatanla özdeş, hapislere, sürgünlere eş...

‘G’ NOKTASI

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı, Türkiye’nin yeri doldurulamayan değeri Uğur Mumcu’nun ülkülerini ve yapıtlarını geleceğe taşımak, onun gazetecilik ölçülerini benimseyen gençler yetiştirmek için çalışan bir kültür ve eğitim kurumu.

Uğur Mumcu’yu seven ve unutmayanların ona verebilecekleri en güzel armağan, adını taşıyan vakfı yaşatmak. İsterseniz, yılda 100 TL karşılığında UM:AG’ın kitap yayınlarına abone olabilirsiniz. İsterseniz, vakfa bağışta da bulunabilirsiniz.

Bilgi için: www.umag.org.tr

“Türkü yine o türkü, sazlarda

tel değişti.

Yumruk yine o yumruk,

bir varsa el değişti.”

NEYZEN TEVFİK

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)