Mimar dik durur


Mimar Doğan Hasol’un “Mimarlar Dik Durur” adlı kitabı 4. baskısını yaptı... İçinde birbirinden güzel mimar ve mimarlık öykülerinin yer aldığı kitabın bu baskısına yeni öyküler eklenmiş...
Örneğin Aydın Boysan, bir binanın cephesini örtmek için yardımcılarından birini sarmaşık almaya yolluyor.. Nasıl sarmaşık istediğini de anlatıyor:
- En arsızından olsun...
* * *
Kitapta bir mezar taşının resmi var. Mezar taşında şunlar yazılı:
“Mesleğinin lideri, Proje ödül rekortmeni, Asrın Mimar Sinan’ı, Türkiye’nin Şeref Temsilcisi, Ve ilk Milletlerarası mimarı, İconic mimarinin lideri, 180 ödül, 55 birincilik, 17 Mesleki madalya ile
Yaşayan Efsane seçilen...
Mimarımız ve eşi
Ruhlarına fatiha”
Kitabenin üzerinde mimarın ve eşinin adı ve doğum tarihi var. Ancak ölüm tarihi yok. Çünkü hem mimar hem eşi henüz hayattaymış. Doğan Bey mezar taşındaki isimlerin üzerini siyahla kapatmış. Biz de açmayalım.
* * *
Mimar Muhittin Güreli anlatıyor... Zamanın Nafıa Vekili yani Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya’yı etrafındakiler yaz günlerinde soğuk içeçek temini için bir buzdolabı alınmasına ikna ediyorlar. Dolap alınıyor. Ali Çetinkaya geçmişte astığı astık, kestiği kestik İstiklal Mahkemesi’nin yargıçlığını yapmıştır. Dolap alınıyor. Bakan görüyor. Markasını soruyor. Kimsenin Kelvinatör demeye cesareti yok. Mimarlardan biri atılıyor:
- Vinatör efendim, diyor...
Bakan, “Böyle marka hiç duymadım”, deyince mimar ekliyor:
- Başında “Kel”i de var efendim...



Afyon Valisi, Genelkurmay Başkanı Özel’e
çeşitli hediyeler ve plaket vermiş.
Topyekün savaşa girmeden bu kadar çok şehit verildiği dönemin anısına binaen mi?
Haldun Ertem



Ah şu Türkler!
Yunanistan’a kaçırılmak istenirken denizde boğulan 61 mültecinin haberini her gazete kendi meşrebine göre, uygun gördüğü başlıklarla verdi. Kimilerinin “The Taraf” dediği Taraf gazetesi aynen şöyle verdi.
“Türk insan tacirleri 61 can aldı.”
Taraf’ın “Türk” yöneticilerindeki “Türk” düşmanlığı neredeyse fanatik Yunan ve Rum medyasına rahmet okutacak boyutlara vardı. Bu bir yana... Kendilerine soralım...
Hani “Türk”ler bu ülkede alt kimlikti? Tacirlerin saf kan Türk olduğunu nereden biliyorsunuz? İçlerinde Çerkez, Laz, Arnavut, Kürt, Arap vs. kökenli yurttaşlar olamaz mı? Onlara “Türkiyeli insan tacirleri” demeniz gerekmez mi? Hepsine Türk dediğinize göre demek artık Anayasa’nın 66. maddesindeki “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” maddesine siz de inanıyorsunuz... Bu güzel...



Anılara dönersek...
Geçenlerde Münih’te Türklerle sohbet ediyoruz... Biri dedi ki:
- Burada her şey iyi ağabey, iyi de bize uymaz...
Aynı sözü bendeniz de yıllar önce söylemiştim...
Yıl 1966... İsveç’teki serserilik günlerimizde yolumuz Kavlinge (Şevlinge) adlı kasabaya düşmüş... Bir sosis ve salam fabrikasının mezbahasında çalışıyoruz... Kesilen hayvanlar askılarda dizi dizi geliyor, bir yaşlı İsveçliyle birlikte sabahtan akşama dek onları buzhaneye yerleştiriyoruz. Sıcaklık eksi 5 - 10 derece... Buzhaneye girişten bir iki saat sonra ayaklarımızdan yukarı doğru bir donma hissi yükseliyor. Neyse ki aralarda bol tatlı yiyip enerji topluyoruz...
Akşamları alışveriş ettiğim bir bakkal var. İki üç günde bir uğruyorum. Bi dolu yiyecek alıyorum. Sevimli bir adam...
Mayıs ayı geldi... Sabah molasında mezbahanın dışına çıkıp sigaramı yakıyorum. Yağmur yağıyor. Hava aylardır siyaha dönük gri. Oysa, diyorum içimden, Türkiye’de güneş açmış, etraf yeşillenmiştir çoktan.
Akşam bakkala uğradım yine... Süt, peynir, reçel, yağ derken birçok şey aldım. Tam hesabı ödeyeceğim, baktım kenarda “pilavlık pirinç” duruyor. Canım pilav istedi. Onu da alıp torbaya attım. Ancak o ne, cebimde beş para kalmamış. Pirinç 50 öre.. Yani 50 kuruş... İsveçli bakkala:
- Hiç param kalmamış, dedim, bu pirincin parasını bir dahaki gelişimde vereyim...
Bakkal bana:
- O zaman pirinci bir dahaki gelişinde alırsın, demez mi?
Dondum kaldım. Evet, Batı’da hayat programlıdır. “Canın sağolsun” “Lafı mı olur?” gibi alaturkalıklara yer yoktur. Her şey tertipli düzenlidir. Onlara hak veriyorum. Ama... Bize uymuyor böyle hayat...
O akşam Türkiye’ye dönmeye karar verdim...



Üniversite öğrencisini vuran polis tahliye edilmiş.
Tahliyeyi anladık da, niye tutuklanmıştı ki!
Fahrettin Fidan



Esat’ın küçüğü...
Okurumuz Ankara Küçükesat’ta oturuyormuş. Dün telefonda tedirgin bir ses tonuyla:
- Bizim semtte yaygın bir söylenti var, doğru mudur diye size soralım dedik.
- Buyurun, nedir söylenti?
- Yılların Beşar Esad’ı bir gecede Esed oldu ya... Bizim semtin adı da Küçükesed diye değiştirilecekmiş. Böyle bir şey mümkün mü?
- Fesuphanallah, dedik...

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)