Ölürsem kabrime gelme istemem



Yürürken yapışıp koluma, çeviriyorlar “Abi aman dikkat et, hükümet sana fena taktı.” Yok be oğlum, diyorum bana takması için bir sebep yok ki. “Sen öyle san” diyorlar. Sen Atatürkçü değil misin, üstelik bunu her yerde korkmadan söylüyorsun da.
Bunun için korkmam mı lazım, diyorum?
Abi eskiden nasıl Lenin, Mao, Stalin dedirtmezlerdi bize, şimdi de Atatürk öyle oldu. Hatta biz bu bayram, yani 30 Ağustos’ da, işyerimizin üzerine bayrak asıp asmamakta tereddüt ettik.
“Türk Bayrağını mı kastediyorsunuz?”
-Evet canım hani kırmızı üzerinde beyaz ayyıldız var. Meğer bayrak asanları mimliyorlarmış.
-Ne yaptınız peki asmadınız mı?
-Yok, biz gene de astık, ama artık mimliyiz. Benim bir arkadaşım vardı arabasının arka camına Atatürk’ün imzasını yapıştırmış.
-Ne var bunda, ne güzel işte.
-İndirdiler arka camı aşağı. Şimdi baya bir korkar oldu. Yeni taktırdığı cama padişah tuğrası yapıştırmış. Geçenlerde radara yakalanmış. Bunu durduran polis, arkada padişah tuğrasını görünce; sana ceza yazacaktım ama, padişah tuğrası seni kurtardı, demiş.. Yani demem şu ki, sende onların istediğini yapsan daha rahat edersin.
-Afedersin ama hepimiz Müslüman değil miyiz? Çağdaş ve ilerici bir dünya görüşü gütmenin ne sakıncası var? İnsan rahatı için inancını satar mı? Çıkarı için ülkesinin geriye doğru dönüşümüne göz yumar mı?......... Ben yapamam ecdadımın kemikleri sızlar...
-İyi de canım abim kaç kişi kaldınız? Bak Fazıl Say’ı susturmayı başardılar. Böylesine önemli bir besteciyi mahkeme mahkeme dolaştırıyorlar. Sonunda atacaklar içeriye. Üstelik Ömer Hayyam’ın şiirini internette paylaştı diye.
Devam etti..
-Bu arada sen polislere mi saldırdın abi?
-Bunu da nerden çıkardın?
-Gazete yazdı.
-Gazetelerin her yazdığına inanıyor musun?
-Bir de kadın avukatı taciz etmişsin... Güpegündüz öpmeye kalkmışsın kadını. Üstelik de sarhoşmuşsun...
-Canım benim; söylediğin bu cümlede üç büyük yanlış var. Bir; avukat kadın değil erkekti. Erkek olduğu için gel öpüşelim barışalım demek taciz olamaz bence. Avukat ya da ben sapık değilsek eğer, bu böyledir.
Sarhoşluk meselesine gelince... Benim içki içmediğimi herkes bilir. Yani hayatımda hiç sarhoş olmadım. Hele ki o saatte.. Saat sabahın 11’iydi. Yeni uyanmıştım. Arkadaşımın ricası üzerine kalkıp oraya gittim.
Bana sarhoş yaftası yapıştırmak...
‘Olacak O Kadar’ skeçlerinde zaman zaman sarhoş oynadığım için, bana sarhoş yaftasını yakıştırmak onlar için zor olmuyor sanırım. Ayrıca yine “onlar” için, sarhoş olmam, herşeyi yapabileceğim anlamına geliyor.
Polislere saldırma konusuna gelince... Polisin haciz konusuyla hiçbir ilgisi yok... Haciz avukatı ile çilingire eşlik etmek için gelmişler. Beni gördüklerinde benimle teker teker hatıra fotoğrafı çektirdiler. Sonra da beni bahçedeki salıncakta sırayla salladılar. Arkadaşımın dayısı Kahraman Bey’i ilk kez o gün gördüm. Sayın Hakim, Kahraman Bey’le müşterek hareket ettiğimizi düşündüğü için ona da bana da iki yıl iki ay hapis cezası vermiş. Birlikte hareket ettirmiş bizi, ancak o takdirde iki yıl iki ay verebiliyor. Aksi takdirde iki yıldan az ceza verecek. Yani o zaman para cezasına çevrilebiliyordu. Neyse ne... Hakimin takdiri... Ne demişler?
“Adalete Güveniyorum”
-Peki, korktun mu abi?
-Hayır... Korkmadım. Korkmuyorum.
Gelelim gazetenin olayı neden çarpıtarak verdiğine... Eve haciz gönderen Nail Keçeli isminde eski bir reklamcı. Bu ilişkileri organize edebilmesi reklamcılığından... İşi, “yalanı boyayıp satmak.” Ege Bank’ın içini boşaltıp dolandırıcılıktan uzun süre hapis yattı. Gece yarısı bankanın paralarını çuvalla kamyona sürüklerken resmedilmişti. Ayrıca kendisi Dinç Bilgin’i batıranlardan biridir.
Hapisten çıkar çıkmaz aniden kendisine vahiy indi, birden dini bütün bir kişi oldu çıktı. Cümlesine girerken ve çıkarken durmadan Yüce Rabbim diyor herkesin duyabileceği şekilde. Bu davada da “alacaklı şahıs” kendisi olduğu için, basına da haberleri yine kendisi hazırlayıp servis etmiş.
İki de bir saldırıp aşağılamaya çalıştığı Sadıkoğlu ailesi ile bir zamanlar yediği içtiği ayrı gitmezdi. Savarona gemisindeki “alem” sofralarının baş konuğu gibiydi. Şimdi kendisi içinde yokmuş gibi anlattığı hikayelerin kahramanlarından biriydi oysa ki Nail Keçeli.
Azınlık
Sabah telefon çaldı. Açtım. Ses; “Abi” dedi, “İzmir yıkılıyor. Senin oyuna ilgi acayip... Ankara’da da satışlar öyleymiş. Çok mutluyuz. Sen ne kadar sevilen bir abiymişsin.” Duyduklarım hoşuma gitmez mi, gitti elbette. Ama şu kadarını söylemekle yetindim. “O, biraz da insanların duymak istediklerini duymasından kaynaklanıyor. Yani herkes gerçekleri söylemiyor. Söyleyenlerin başına da neler geliyor malumunuz. Birilerinin, seyircinin söyleyemediğini, dile getirmek istediklerini cesurca söylemesi, mutlu ediyor insanları.
Ama bu bir yürek meselesi... Bugünlerde doğruları söylemek yürek istiyor.
Sezen Aksu
Azınlık oyunun içinde bir takım slâytlar alkış alırken, bazıları da yuhalanıyor. Yuhalananlardan biri de Sezen Aksu. Açılımı açık açık destekleyip AKP’ye yandaş olmuştu, biliyorsunuz. Şimdilerde bir konserinde, pişman olduğunu söylemiş.
Bir süreliğine ben de yandaş olsam, çok pişmanım desem, yer misiniz?
Bence yemezsiniz.
Kitabımın adı
Ekim ayının sonunda yeni kitabım çıkıyor. Yeni derken, yani benim ilk kitabım... O açıdan çok heyecanlıyım. Yayıncımla buluştum geçen gün. Kitabın önsözü yok, ne düşünüyorsunuz, dediler. Durup dururken ben kimin koluna yapışıp da, gel bana özsöz yaz, diyeyim yahu. Ayrıca, bu biraz ısmarlama olmuyor mu? Hani bir restorana ya da otele gidiyorsunuz, önünüze bir defter koyuyorlar düşüncelerinizi yazın diye. Siz de, ayıldık-bayıldık diye dolduruyorsunuz bu sayfayı. Berbattı diyemiyorsunuz. Deseniz, o sayfa durur mu yerinde? Müdür ya da patron yırtmaz mı o sayfayı? Dedim, bu kitabın önsözü olmasın. Ben de kendimi ya da yazdığım kitabı övemem sonuçta. Adam gibi bir sözü olsun, o da kitabın içinde olsun. Bugün insanlar doğru söz söylemekten korkuyor. Üçü - beşi geçmiyoruz. Artık eskisi gibi “söz gümüşse sükut altın” değil.
Günümüzde “sükut döneklik, sözse kelle pahasına.” Söz var insanı zengin ediyor, söz var kelleyi götürüyor. Ne mutlu kelle pahasına o sözü edebilenlere.
Haa kitabımın adı mı?
“Önüm Arkam Sağım Solum... Dönek!”
Televizyon dizileri sizi uyutuyor
Bir hikayenin ana fikrini yok ederseniz, mesajını silerseniz, geriye sadece “saman yığını” hatta “küspe” kalır. Önce itiraz edecek gibi olursunuz, bu itirazı geciktirirseniz eğer, alışırsınız. Önce beğenmeden izlediğiniz bu küspeleri giderek beğenir hale gelirsiniz. İtiraz etmeyi başaramazsanız, karşınıza yeni bir alternatif koymazlar. Buna biz kaba tabiriyle “Uyuma-uyutulma” diyoruz.
Açıkçası televizyonlar bizi uyutuyor. Güzel kızlar ve oğlanlar, zengin şık mekanlar... Sadece, kız ne güzeldi ya da ulan oğlan amma da yakışıklıydı, izlediğimiz dizi ve filmler.
Arkadaşlar!! Televizyonların karşısında uyutulmayı reddedin. Hepsi birbirinin devamı gibi...
Hesapta vakit öldürüyorsunuz. Öldürdüğünüz kendi vaktiniz. Ömrünüzden çalıyorsunuz. Kapatın televizyonları dışarı çıkın. Temiz havada yürüyün, sohbet edin bir dostla. Doğru yazan gazeteleri, yeni çıkan kitapları okuyun. Başarısından ötürü telefonunu bulup kutlayın, birini mutlu edin. Doğayla ilgilenin. Çiçeklerle, böceklerle dost olun. Vaktinizin çoğunu açık havada geçirin. Etrafınızda olup bitenleri anlamaya çalışın. Sadece siz yaşamıyorsunuz bu dünyada. Bir tas su koyun bir köşeye köpekler için. Ekmek doğrayın oraya buraya yesin kediler. Yerdeki izmaritleri toplayıp çöpe atın. Kendinizi ve çevrenizi dinleyin. Aklınıza mukayyet olun. Unutmayın ki binlerce insan hapishaneleri sizin özgürlüğünüz için doldurmuş durumda. Bedel ödüyorlar. Zamanınızı televizyon karşısında uyuyarak geçirmeyin. Açın artık gözünüzü ve de pencerenizi olan bitene kulak kabartın ne olur.
İşçi Partisi
Önümüzdeki günlerde törenle işçi partisine üye olacağım. Bu beni çok sevindiriyor. İnandığım güvendiğim insanlarla omuz omuza çalışacağım. Artık bana ne görev verirlerse başım üstüne. Kalbi Atatürk için çarpanların yanında olacağım. Birlikte koruyacağız Cumhuriyeti. İnanıyorum ki bugün işçi partisinde toplanıp birleşme günüdür. Yani bugün o gündür.
Tayyip Erdoğan
Televizyonu zaplarken birden çıktı karşıma. Belli ki çok sinirliydi. Gözleri yuvalarından dışarı uğruyor, çenesi titriyor, parmağını gözüme sokarcasına uzatıyordu kameralara. TV’nin sesini biraz yükseltip kimi azarlıyor diye baktım. Azarladığı halk partisiymiş, Kılıçdaroğlu’ymuş. Tayyip Bey’in tezine göre son patlamada sabotaj yokmuş ya da bu sonuca varması beklenen bir inceleme yapılıyormuş. Bu vesileyle emekli paşaları da azarlıyor. “Siz ne bilirsiniz, ne anlarsınız?” diye. Dolayısıyla bizim gibi farklı düşünenler de azarlanıyor.
Ben şahsen, Kılıçdaroğlu’nun yüzde 99,5 sabotaj var demesine inanıyorum, emekli paşalara da inanıyorum. Sayın Erdoğan, eğer haklıysan niye gözlerini deviriyorsun ki, niye parmağını sokuyorsun gözümüze? Benim bildiğim haklı olan, doğru olan bağırmaz. Sesini yükselten kazanacak diye bir kural mı var?
Adalete gideceğiz diyorsun... Bu adalet yıllardır paşaları, aydınları, gazetecileri içerde tutan adalet mi? Ona mı gideceksin, hadi durma. Adalet bana ayrı, sana ayrı çalışmamalı öyle değimli? Ben buna inanıyorum, bu inancımı da koruyorum. Korumak istiyorum... Adalet hepimizin olmalı ve terazi dengeli çalışmalı öyle değil mi?
Sakinleş biraz lütfen sinirlerine hakim ol. Sana kim karşı çıkabilir ki, patron sensin arkadaş. Gazları burnumuza sıkıyorlar, hepimizi içeri sokuyorlar bari sen bağırma. Benim hakkım zayi oluyor bu ülkede ben bağırıyor muyum?
Haklı olan bağırmaz...

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)