Paris’ten Başbakan’a mektup!


Suriye’deki iç savaşa herkesten önce müdahale ederek, açıkça taraf alarak ve böylece PKK’nın gücünü ve özgüvenini arttırarak yaptığımız hata Türkiye’yi daha da büyük sıkıntıya soktu.. ABD ve Birleşmiş Milletler bizi yalnız bıraktı, PKK ile diğer terör örgütleri eylemlerini aralıksız sürdürür hale geldi..

Biz Güneydoğu’daki PKK yayılmasıyla, saldırılarıyla uğraşırken terör İstanbul’a sıçradı.. Dün İstanbul Sultangazi Polis Merkezi’nde bir canlı bomba tarafından patlatılan bomba sonucunda 1 polis memuru şehit oldu, 8 kişi yaralandı. İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın olayı anlatırken neden gerek duydu bilinmez “Hangi terör örgütü olduğunu şimdilik söylemeyelim” demiş ama DHKP-C isimli örgüt saldırıyı üstlenmekten çekinmemiş.

MODASI GEÇMİŞ YA DA GEÇMEMİŞ..

Aslında tabii Emniyet Müdürü örgütün adını gizlemeye kafa yoracağına İstanbul’un göbeğindeki karakollarda en iyi önlemleri nasıl alacağına kafa yormalıydı.. Bu saldırılarda artık enteresan şekilde İçişleri Bakanı veya Milli Savunma Bakanı yerine başkaları açıklama yapıyor, nitekim Cumhurbaşkanı Gül saldırıyı “Modası geçmiş ideolojiler peşinde koşan terör grupları tarafından yapılan bu menfur saldırıyı kınıyorum” sözleriyle kınamış..

Oysa eğer ortam müsait hale gelmişse, devlet kendi toprakları, illeri, ilçeleri içinde güvenlik zafiyetine düşmüşse o grup, bu grup, o ideoloji, bu ideoloji fark etmez.. Kim nerede eylem yapmak istiyorsa oraya saldırır, kaldı ki bu örgütlerin işbirliği yapma ihtimali de hiç az değil..

İSTİFA ETMELERİ GEREKİR

Haydi sorumlular sınır karakolları için mazeretler öne sürüyor “hepsini yenileyemedik” benzeri sızlanmalarla veya başkalarını suçlayıp dikkatleri dağıtarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyor, Afyon’daki cephanelik patlamasında daha inceleme yapılmadan bir bakan çıkıp “terör değil, kaza” diyor. Peki ülkenin mega kenti İstanbul için ne diyeceğiz?

Mesela PKK lideri büyük şehirlerdeki militanlarına açıkça terör çağrısında bulundu, bu durumda büyük kentlerde ve tabii öncelikle güvenlik güçlerinin karakollarında, araçlarında, tabii ki cephaneliklerde had safhada önlem alınmalı değil midir?

DHKP-C daha Haziran ayında İstanbul’da iki ayrı polis merkezine saldırıda bulunarak başka şehitler vermemize neden olmuştu, 2 ay sonra yine aynı olay yaşanıyor, yine can kaybı oluyor. “Afyon’daki saldırı ve 25 şehit” nedeniyle nasıl ki Genelkurmay Başkanı’nın istifası gerekiyor ise İstanbul’da üç ay içinde üç saldırıda verilen şehitler nedeniyle de İstanbul Emniyet Müdürü’nün istifası gerekir, bunun lamı cimi yoktur ve bir başka ülkede asla koltuklarında oturamazlar.

KINAMAKLA OLMUYOR!

Hükümetin “terörle ilgili çözüm ve önlemlerini, uyarılarını halka açıklama zamanı” gelmiştir, Bakan veya Cumhurbaşkanı yerine asıl sorumlular bu açıklamayı gecikmeden yapmalıdır. Yıllardır, bugüne kadar “kınayarak” geldik, hiçbir şey değişmedi, zarar daha da arttı, artık kınamayı bırakıp çözüme gelelim.

SİZ DE ÖNDE SAVAŞIN!

Paris’te yaşayan okurumuz Abdullah Emiroğlu “Başbakan Erdoğan’a yazdığı mektubun” kopyasını bana da göndermiş. Son derece ilginç ve güzel bir önerisi var. Uzunca mektubun bir kısmını alıyorum;

“Sayın Başbakanım;

Savaşlarda padişahlar, komutanlar en önde savaşırlardı. Gelin siz de önde savaşın, Doğu’ya askerimizi, polisimizi göndermek yerine Ankara oraya gitsin. Diyarbakır’ı başkent yapalım. Madem orası bizim, gelin oraya yerleşelim. Her şehre bir bakanlık kuralım. Düşünün Diyarbakır’ın başkent olması ne demek, bu sayede Doğu’nun, Doğulu’nun nasıl değiştiğini göreceğiz (...) Önerimi tartışın, Arap ülkelerini tek tek yediler, sonra sıra bize gelecek (...) TV’ye çıkan laf ebelerine boş verin, lafla peynir gemisi yürümüyor.”

Nasıl, sizce de iyi değil mi? Hem böylece iktidar ve muhalefet partileri arasındaki “Sivas’ın ötesine ben geçtim, sen geçtin” söylemleri de biter, TBMM’de, Hükümet’de kimler geçiyor görülür, yalnızca gencecik askerlerin bebeklerini beşikte bırakarak Güneydoğu’ya gönderilmesi haksızlığı son bulur.. Acaba Başbakan bu mektubu alınca “hiç de fena fikir değil” demiş midir?

*****


Bu nasıl esirlik?

Her PKK saldırısında onlarca masum asker (masum çünkü çözüm onların elinde değil ve saldıran taraf da onlar değil) hayatını kaybederken bir siyasi partinin PKK’ya arka çıkması çok acı doğrusu.. Bunun tutar tarafı da yok..

“Gerilla” diyorlar, bu da baştan ve toptan yanlış, gerilla “bir toplumun kendine ait toprakları işgal edilmişse o işgale karşı mücadele veren savaşçılar”a denir (mesela IRA için belki geçerlidir), Türkiye’de bir işgal durumu hiç olmadı, tam aksine Türkiye topraklarında durup dururken hak iddia edenler ortaya çıktı. Suriye olayından ve orada ele geçirdikleri kentlerden sonra da bu talep yükseldi.

Bu nedenle ben “terör iki tarafın birbirini anlamamasından kaynaklanıyor” yorumunu da doğru bulmuyorum, zira her şey ortada, anlaşılmayan yok.. Bugüne kadar “Kürt sorunu” adı altında getirlen sorunun ne olduğu artık açıkça ifade ediliyor. Nitekim herhalde Oslo’da da ifade edilmiş olmalı ki bir anlaşma sağlanamadı.

Pazartesi günü “Hampiri Kumpiri” adıyla yazan yorumcumuz şöyle diyordu; “VATAN haber portalında Diyarbakır’da düzenlenen sözde Kürdistan İslam Konferansı’nın haberi var. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve BDP Milletvekili Ahmet Türk ‘Kürt halkı esir yaşıyor, bir gün mutlaka özgür Kürdistan kurulacak’. Birisi Atatürk’ün Meclisi’nde vekil, diğeri belediye başkanı.. Bu nasıl esirlik?”

Olayın özeti bu işte, değilse ne istediklerini ve hangi hakla istediklerini açıklasınlar!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)