“Toprak Kokusu” 29 Eylül'de Harbiye Açıkhava'da


Toprak bize değil biz toprağa aitiz...

Bu topraklarda giderek artan öfke, nefret ve kötülüğe karşı barış ve sevgi mesajını bu toprakların müziğiyle veriyor Şevval Sam. Burada doğan, buradan geçen, bir şekilde buraya değen şarkılarla. 29 Eylül'de Harbiye Açıkhava'da vereceği ilk solo konserinde de "Toprak Kokusu"nu duyumsatacak dinleyicilerine.

Kuralım sofrayı, ufak ufak demlenelim, hem dinleyelim, hem söyleyelim, bir yandan sohbet edelim. Müzikten ve aşktan konuşalım, sonunda da Türkiye’yi ve dünyayı kurtaralım diye düşünüyorum. Şevval Sam’ın Sek’ten sonra çıkardığı ikinci alaturka albümü II Tek, düşündürtüyor bana bunu. O ise niyeti bu olmasa da albümü iki tek atmayı çağrıştırdığı için rahatsız değil.

Sürprizli bir isim Sam. Müziğin içinde geziyor. Karadeniz şarkıları da arabesk de söylüyor. Tango albümü hazırlarken alaturkayla çıkıyor karşımıza. Her zamanki gibi sade, müziğe âşık, dünyanın ve Türkiye’nin sorunlarına duyarlı ve olabildiğince güzel bir kadın olarak karşımda. Kendisiyle iki tek atmasak da Kalan Müzik etiketiyle çıkan 26 parçalık iki albümü, 29 Eylül’de Harbiye Açıkhava’da vereceği ilk solo konserini ve uzun zamandır uzak durduğu ekranlar üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

- Albümün adı neden “İki Tek”? Sek’in devamı olarak mı düşündünüz?

- Çağrıştırmasını istedim aslında. Hem iki albüm olduğu için, hem de iki tek attığımız zaman hemen sevdiğimiz şarkıları çağırırız, o şarkılar da bu albümde olduğu için. Biraz çilingir sofralarını çağrıştırıyorsa benim için mahzuru yok, ama tek amacı o değildi. Sek İki yapar mıyız diye düşündük, sonra İki Tek olabilir diye çıktı. İki Tek atmayı da çağrıştırırsa bizim için mahzuru yok dedik.

- Sonra albümü dinleyip iki tek attınız mı?

- Daha söylerken attık. Atmaz mıyız?

- Devamı ne olacak? Sarhoş, çakır keyif?.. Var mı aklınızda böyle bir şey?

Onları geliştirdik; üçüncüsü “duble”, dördüncüsü “zom”, beşincisi “ö’püjem”, altıncısı “o son birayı içmicektim”. Kendi aramızda karikatürize ettik. Espri konusu oldu. Direk sarhoş söylemi… Ama sarhoş etmesin de keyif versin. Çünkü ben hayatta doz kelimesini bir konu başlığı olarak ele alıyorum. Her şey bir denge üzerine kurulu, insanlar o dengeyi şaşmadığı müddetçe her şeyden keyif alabilir zaten. Alkolde de o dozu kaçırdığınız zaman bu şarkıların güzelliğinin tadına varamazsınız.

- Albümde özel şarkılar var; Nâzım Hikmet’in “Kanatları Gümüş Yavru” şiirinin Mes’ut Cemil tarafından yapılan bestesi, Sen Kimseyi Sevemezsin’i bestekârı Kamuran Yarkın ile söylemeniz gibi. Ama sizin yüreğinize dokunan, kalbinizi titreten şarkı hangisi?

- Hemen hemen hepsi. Ama “Kanatları Gümüş, Gazel, bunlar beni çok etkileyen eserlerdi. Koklasam Saçlarını, Bakmıyor Çeşm-i Siyah mesela hep okumak istemiştim. Fırsatım olduğu için çok mutluyum. Ey Benim Bahtiyarım var mesela birinci CD’de, Karacaoğlan’ın şiiri. Ondan sonra Sen Sanki Baharın Gülüsün var. Ben büyük ölçüde kendi sevdiğim şarkılardan seçtim. Sonra Fahrettin Yarkın ve Hasan Saltık hep birlikte oturduk, eklediklerimiz de oldu, makamsal olarak uymayanları çıkardığımız da oldu. Ama çok fazla da değişiklik yapmadık. Ben zaten bir anda içimde o şarkı atmaya başlayınca hemen kenara not aldım, bu zamana kadar. Birkaç tane de hareketli şarkı var. İnsanlar bu da çok ağır olmuş demesinler diye o şarkıları da koydum.

- Daha önceden bir hazırlık süreciniz vardı yani?

- Tabii ben düşünüyordum bir alaturka albüm daha yapmayı. Çünkü çok yoğun bir talep vardı. Biz televizyon programı yaptığımız zamanlarda mailler geliyordu, ne zaman bir tane daha alaturka albümü yapacaksınız diye. Halbuki biz o sırada tango albümüne hazırlanıyorduk, hâlâ daha hazırlanmaktayız. Şarkı söylemek, farklı tarzlarda şarkı söylemek benim için çok eğlenceli, müzikte gezmek gibi aslında.

- Şimdiye dek söylemediğiniz, denemek istediğiniz başka bir tarz var mı?

- Önce bir tangoyu bir deneyimleyeyim. Aslında söylemekten keyif aldığım farklı tarzlarda şarkılar var. Mesela doğaçlamaların olduğu daha deneyimsel çalışmalar da yapmak istiyorum. Sesimin tam oturmuş olduğu bir dönemdeyim, enerjimin hâlâ olduğu bir dönemdeyim ve belli bir biriktirmişlik, bir demlenmişlik var yaşıma göre. Bunun biraz tadını çıkarmak ve bundan biraz faydalanmak istiyorum. Çünkü şarkı söylemek benim için bir ifade biçimi, konuşma biçimi, bir varoluş biçimi. Tangoyu da bekletmiyoruz, ara vermedik, devam ediyor.

- Ne zaman planlanıyor?

- Bittiği zaman. Öyle bir tarih koymadık. Çünkü o üzerinde daha fazla çalışılması gereken bir proje, dolayısıyla mükemmele yakın olmasını istiyorum.

- Tango yapmayı biliyor musunuz?

- Hayır ama albümün bitmesine yakın bununla ilgili bir çalışma yapmak istiyorum. Çünkü klip çekersek ben dans etmek istiyorum. Eğer planlayabilirsem Arjantin’e gitmeyi, bir iki haftalık tango dersi, work shop almayı planlıyorum. Çünkü dans etmek hep içimde kaldı, çocukluğumdan beri. Dansı çok seviyorum, dansçı olma şansım olmadı küçükken, bari zararın neresinden dönersem kardır hesabıyla böyle bir hoşluk yapabilirim. O müziğin tadını dansıyla birlikte çıkarabilirim belki.

İlk solo konser

- 29 Eylül’deki ilk solo konserinizin adı neden Toprak Kokusu?

Dünyanın neresine gidersem gideyim gerek iş, gerek gezi amaçlı bu toprakları çok özlüyorum. Bu toprakları çok seviyorum, bu topraklardan fışkıran kültürleri, renkleri, dilleri, her taşa verilmiş sözleri, çiçekleri, ağaçları, hayvanları, buranın iklimini çok seviyorum. Bu şarkıları söylerken burnuma toprak kokusu geliyor, o da burası. Buradan geçmiş sesler, ezgiler. Mesela tango Arjantin kökenli bir müzik tarzı ama bu topraklardan geçmiş, bir yerden bize dokunmuş. 29 Eylül’deki konserde tango da var, alaturka da var, arabesk de var, halk müziği de var, etnik şarkılar da, Karadeniz de var, deyişler de var, belki ilahi de var. Yani hücrelerimde hissettiğim sesler bu konserde olacak. O konsepte uyan bir tasarım çalışması içersindeyiz. Neredeyse 100 kişiye yakın bir ekip çalışıyor bu konser için. Abartılı bir gösteriş şeklinde değil ama daha farklı, daha şık, daha sürprizli olacak. Kostümünden dansına, şarkılarından ışığına kadar izleyiciler unutulmaz bir konser yaşasınlar istiyorum.

Güzel olmak derdim yok

- Size bakıyorum da merak ediyorum ne zaman yaş alacaksınız?

- 40 yaşıma geliyorum artık, 2013’te 40 olacağım.

- Benim aklımda sigara ve içki içmeyen, spor yapan bir Şevval Sam portresi var nedense?

- Spor yapmıyorum doğru dürüst aslında. Ama beni keçi gibi dağ bayır yürüt, kilometrelerce yürürüm. Kulaç hesabıyla yüzemem ama gözümde gözlüğümle saatlerce yüzebilirim. Tabiatın içinde olmayı seviyorum. Spor yapmam lazım, fit olmam lazım gibi bir şey benim için motivasyon değil. Doğanın içinde olmak benim için çok büyük bir motivasyon. Güzel olmak gibi bir derdim yok. Yani güzel olmaya çalışmak, genç kalmak gibi bir hedefim yok açıkçası. Sağlıklı olmak, tabiatın enerjisinden beslenmek, onunla bütünleşmek arzusu benim için en büyük motivasyon.

- Anlaşılmadığınızı düşünüyor musunuz dönem dönem? Geçen yıl da başınıza tatsız bir şey gelmişti?

- Ona konu olarak girmeyi tercih etmiyorum ama bu ülkede ben de dahil olmak üzere çok kişi haksızlığa uğruyor. Zaten en acı veren şey bu haksızlığa uğrama ve bu çaresizlik. Hiçbir şey yapamadığınızı düşünüyorsunuz. Gerçi bir anda bir mucize beklemiyorum. Dünya bir denge üzerine kurulu. Bir şeyler çok çok çok kötü gitmeye başladığı zaman hep öyle de gitmiyor, aslında bir mucize çıkabiliyor. Ya da her şey harika, süt liman gidiyor, bir rehavet oluyor ama sonra bir musibet patlıyor. Yani iyilik ve kötülük de bir dengede dünyada aslında. Şu anda o kötünün daha fazla yoğunlaştığı, ağırlaştığı bir dönem, bir süreç geçiriyoruz aslında. Ama bunun altından bir biçimde kalkacağımızı düşünüyorum. Her dönemin kurbanları, kahramanları, kurunun da yanında yaşları oluyor. Bir şekilde bir şeylerin tekrardan iyi olması için mücadele eden insanlardan biri olacağımdan eminim. Ben görmem belki ama benim koyduğum bir taş, gelecekte bir sonraki neslin huzuru için güçlü bir yapı oluşturacak belki, bilemiyorum.

- Uzun süredir reklamlar dışında ekranda yoksunuz, niye?

- 2008’de en son çalıştığım projede insani koşulların çok dışında bir sistemle çalıştık. Zaman zaman 86 saat hiç durmadan ve uyumadan çalıştığımız ya da aralarda yarım saat birbirimizi ancak dinlendirebildiğimiz bir set ortamı yaşadım. Üstelik önce duyurmadan yayın gününü değiştirdiler, sonra reyting deyip hoop altı bölümde kaldırdılar. O kadar emek boşa gitti. Tuhaf geldi bana. Ben galiba bir müddet oyunculuk yapamayacağım, televizyon dizilerinde olmak istemiyorum dedim. Tam o sırada iyi ki şarkı söylüyorum diye düşünüyordum ki konserler başladı. Ve müzik, hayatımın büyük bölümünü kapladı. Sonra gelen projelerde zamanımı çok alacak olanları ve İstanbul dışındakileri reddettim. Oyunculuk hayatıma ben 18 sene önce başladım Süper Baba ile, çok yüksek bir çıtadan başladığım için de hep seçici oldum.

- Teklifler gelmeye devam ediyordur herhalde?

- Hâlâ geliyor. Geçen sene yayımlanan dizilerin onda sekizinin teklifi geldi, ya da haber yolladılar müsait mi değil mi diye. Ama dediğim gibi hâlâ seçiciyim. İstanbul dışında olmamak kaydıyla beni etkileyecek, keyif alabileceğim bir proje olduğu taktirde ve insani koşullarda çalışmayı düşünüyorum. Eğer böyle bir projeye başlarsam benim de oluşumunun içinde yer aldığım oyuncular sendikası var. Ne yapmam gerektiğine oradaki arkadaşlara danışmayı düşünüyorum. Şu anda senaryolar okuyorum bakalım ne olacak?

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)