Türkiye’nin Sorunu ve İsmet Paşa


Sevgili okurlarım, şehit sayıları yükseliyor, saldırılar ve gerginlik tırmanıyor, sıcak savaş sınırlarımıza geldi dayandı…

On yıllık iktidarın Türkiye’yi getirdiği nokta ortada!

Böyle toplumsal ve siyasal kriz durumlarında soğukkanlılığı korumak, olaylara münferit olarak değil, süreçler açısından bakmak yararlı olabilir diye düşünüyorum.

Bu nedenle de bir süredir burada “Türkiye’nin Sorunu” konusunda irdelemeler yapmaya çalışıyorum.

***

Yirminci yüzyıl, dünyanın iki kez yeniden biçimlenmesine tanık oldu.

İlk biçimlendirme Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı.

Bu savaştan sonra Osmanlı İmparatorluğu çökmüş, emperyalizmin Anadolu’yu bölme ve paylaşma planlarına karşı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ayaklanan Anadolu halkı Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştu.

İkinci Dünya Savaşı aslında dünyanın ikinci kez yeniden biçimlendirilmesi savaşıydı.

Bu savaş bittiğinde Soğuk Savaş başlamış ve yepyeni bir dünya ortaya çıkmıştı.

Sovyetler Birliği çöktükten ve Soğuk Savaş bittikten sonra dünyamız, yirmi birinci yüzyılın başında bir yeniden biçimlendirilme aşamasında.

Türkiye, aynen Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında ve sonrasında olduğu gibi, bugün de çeşitli baskılarla, tehditlerle karşı karşıya.

Önümüzdeki seçenekleri değerlendirmek açısından, geçtiğimiz kriz dönemlerinde neler yapılmış olduğunu anımsamakta yarar var.

***

28 Kasım 1943’te Tahran’da bir araya gelen Churchill, Roosevelt ve Stalin, Türkiye’nin savaşa girmeye zorlanması için karar aldı.

Bu kararlar Churchill ve Roosevelt tarafından, 2 Aralık 1943’te Kahire’de İsmet İnönü’ye tebliğ edildi:

İnönü ilke olarak müttefiklerin yanında savaşa katılmaya karşı olmadığını, ama ordunun donanımının yetersiz olduğunu, ayrıca savaş sonrası siyasal durumun belirsizlik taşıdığını, ordunun gereksinmeleri karşılanmadan ve savaş sonrası siyasal durum tartışılmadan bu savaşa giremeyeceklerini belirtti.

Sonuç, bildiğiniz gibi Türkiye’nin savaş dışında kalması biçiminde ortaya çıktı.

Daha da önemlisi, İsmet İnönü, savaştan sonra, Atatürk devrimlerini çok partili demokrasi ile taçlandırdı!

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin, Arap-İslam dünyası içindeki tek ve biricik laik ve demokratik nitelikli konumunu, Atatürk devrimlerine ve çok partili düzene borçluyuz.

***

Şimdi daha eski bir tarihe, Birinci Dünya Savaşı sonrası toplanan Lozan Konferansı’ndaki Musul tartışmalarına bakalım:

Bakın İsmet Paşa Lozan’da neler diyor:

“…Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir; çünkü, Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Millet Meclisi’ne girmiştir ve Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetime katılmaktadırlar.”

“…Kürtler Türkiye’de her zaman yurttaşlık haklarından yararlanmışlardır, siyasal ve sosyal bakımlardan her zaman işbirliği yaptıkları Türk Hükümetini hiçbir zaman yabancı bir hükümet saymamışlardır.”

“…Musul Kürtleri için olduğu kadar, Anadolu’nun öteki yerlerindeki Kürtler için de geçerli olan bu düşünceler, Musul Vilayetinin doğu kesiminde oturanlara dört yıldan beri söz verilen yalancı özerkliğin, kendilerine neden hiç çekici görünmediğini ve gerçekte sömürge yönetimi altına alınmış bir halk durumuna düşürülmüş insanların kaderine ortak olmayı kabul etmeye onları neden inandıramadığını açıklamaktadır.”

Özetle, İsmet Paşa yörede oylama yapılmasını istemekte, ama İngilizler bu öneriye karşı çıkmaktadırlar.

Sonunda plebisit (halkoylaması) önerisi kabul edilmez, yöredeki Kürtlerin oylarına başvurulmaz, Kerkük ve Musul sorunu Milletler Cemiyeti’ne bırakılır ve hemen ardından Türkiye’de Kürtlerin ayaklanmaları başlar.

Bir de ayrıntı: Amerikan heyeti Lozan’da Musul konusunda bir muhtıra vererek bölgedeki petrol kaynakları konusunda kendilerinin de hakları olduğunu tutanaklara geçirtmiştir.

Evet, tarih bu dersleri veriyor…

Anlayana!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)