Bu gün(14 Aralık) başlatılan İstanbul merkezli "paralel
yapı"
operasyonu çerçevesindeki soruşturma kapsamında Terörle Mücadele
ekipleri başta İstanbul olmak üzere ve birçok ilde çok sayıda gazeteci
ve polis müdürü gözaltına
alındı.
Gözaltı gerekçesinde, "Türkiye
Cumhuriyeti
Devleti'nin egemenliğini ele geçirmek amacıyla baskı, yıldırma ve
tehdit yöntemlerini kullanarak örgütsel yapı oluşturarak bu yapılanma
altında iftira, kişi hürriyetinden yoksun kılma, belgede sahtecilik
suçları... İle ilgili “MAKUL ŞÜPHE"
denildi.
Bu
operasyon, iktidardaki İslamcı faşist çetenin, iktidarı ele geçirme
sürecinin ortakları arasındaki iktidar kavgasında
yürütülen egemenlik ve çıkar kavgasıdır. Bu operasyon iktidarı tüm
kurumlarıyla ele geçiren ortaklardan birinin diğerini tasfiye
harekâtıdır. Bu nedenle doğal olarak, ortada kirliliğin temizlenmesi ve
sistemin demokratikleştirilmesi için yürütülen bir mücadele
yoktur. Bu anlamda ortada desteklenecek veya karşı durulacak birileri
veya bir harekette söz konusu değildir.
İslamcı
faşist diktatörlüğün İktidarda kalabilmek uğruna yapabileceği her şeyi
yapmaktan çekinmeyeceği ortada. Kendilerine
yönelik hırsızlık yolsuzluk konularında her hangi bir kovuşturma
yargılama yapılabilmesi hatta mümkünse yayın yapılması olanaklarını
ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
2003 yılında bir tehdit ve tehlike olarak algılanan İslamcı faşizm, bu gün gerçekliğe dönüşmüş tüm kurumları ele geçirerek
iktidara yerleşmiştir.
İktidarı ele geçiren faşist şefler, Faşist liderler; iktidar koltuklarına iyice yerleştiklerinde,
“ortamı kendileri için temizlemiş olan bıçakların” her an kendilerine dönebileceğini
hesaba katarlar. Bu
nedenle siyasal iktidar koltuğunu güvence altına almak, kendini
iktidara taşıyan iç ve dış destekçilerine güven verebilmek için bir
temizlik operasyonuna girişmesi, artık “tehlikeli” bulunan unsurları
tasfiye etmesi bir zorunluluk ve ön koşuldur.
Kullanılan araç ve yöntemler bakımından Ülkemizde iktidara çöreklenen
“ İslamcı faşist şefle”
neredeyse bire bir benzerlik gösteren Hitler’in,
1933’te kendisini şansölye (başbakan) ilân ettirmeyi başardıktan sonra
Nazi hareketinin önde gelen liderlerinden Röhm ve tüm SA şeflerini
öldürtmesi ve onun örgütlediği SA’yı (Fırtına Birlikleri) Alman silahlı
kuvvetlerine bağlaması, aynı şekilde İtalya’da
iktidarı ele geçiren Mussolini’nin parti içinde ilk büyük temizlik
harekâtına girişerek, tabanca ve bıçaklarla yürütülen fiziksel tasfiye
de dâhil 150 bin üyeyi partiden ihraç etmesi bu zorunluluğun gereğidir.
“Paralel yapı” denilen ya da adlandırılan yapıyı ve onunla yapılan iktidar hesaplaşmasını doğru bir biçimde algılama
bilincinden yoksun olanların, 14 Aralık operasyonundan doğru sonuçlar çıkarması da olanaksızdır.
Taraflardan herhangi birine, diğerine göre daha ilerici veya daha gerici bir konum ya da görev atfetmek,
üzerine gidilen şeyin “demokrasi- basın özgürlüğü”
olduğunu iddia ederek, tarafları “dinci faşist örgütlenmeler ” olan
hesaplaşmada, dolaylı ya da yer yer dolaysız olarak, birine destek
vermek, eğer kasıtlı bir tutum değilse en iyi olasılıkla siyasal körlük
ve aptallıktır.
Kemalizm’e karşı kudurgan
bir karşı-devrimci saldırının karargâhları olan, karşı devrimin ve gericiliğin tetikçilerine yapılan operasyona,
Dersimli Kemal’in
“Mazlumun kimliği sorulmaz. Biz her zaman mazlumların yanındayız”
diyerek
tepki göstermesi, CHP İstanbul Milletvekili Oktay Ekşi’nin ise(
Dersimlinin bilgisi dâhilinde) Zaman Gazetesi’ne koşarak "Bu
yapılan ortak değerlerimize saldırıdır, Özgürlüğünü
savunmak hepimizin borcu. Her zaman yanınızdayım" mesajı vermesi devrim ve karşı devrim saflaşmasında kimin nerede durduğunu, kimlerle kol kola girildiğinin açık
ve net göstergeleridir.
“Karşı-devrimci saldırının karargâhlarına
sanki “demokrasinin kaleleriymiş” izlenimi verdirilerek İslamcı faşizmin
gerçek-derin gücü gizlenmeye çalışılmaktadır.
Bu aynı zamanda derin ve ekonomik toplumsal krize sürüklenen ve bu nedenle de ayağa kalkamayacak ölçüde yıpranan ve güç
kaybeden “İslamcı Faşist diktatörlüğe” diktatörlüğünü pekiştirme,
krizden
çıkış için zaman kazandırma, toplumsal muhalefeti, antifaşist halk
direnişini etkisizleştirerek kırmak ve kapıları faşizme içerden
açmaktır. Karşı-devrimci
saldırının karargâhlarına uzatılan can simididir
“Karşı-devrimci
saldırının
karargâhlarına” verilen bu destek; fena halde can yakan krizlerinin
ortasında öfkeyle umutsuzluk, değişim arzusuyla çıkışsızlık, çözümsüzlük
arasında sıkışıp kalan geniş halk kitlelerinin, sözde muhalefet eliyle
dinci faşizmin pençesine teslim edilmesinden
başka bir anlam da taşımamaktadır.
Devrimcilere düşen görev,
bunalımın
karşı-devrimci çözümüne destek vermek değil, Kemalist devrim bayrağını
açmak, Tam Bağımsızlık, emek ve demokrasi kavgasını büyütmektir.
Bunun koşulları bu gün, kesinlikle dünden daha olanaklıdır
Mahmut ÖZYÜREK