Atatürk'ün Kadın Hakları ve Afyonkarahisar



ATATÜRK’ÜN KADINLARA SEÇME VE SEÇİLME HAKKI TANIMASIYLA
CUMHURİYETİN İLK KADIN MİLLETVEKİLLERİNDEN
AFYONKARAHİSAR MİLLETVEKİLİ
MEBRURE GÖNENÇ
VE
HAZIR OL !...AFYONKARAHİSAR
ATATÜRK'ÜN YÜCELTTİĞİ TÜRK KADINI
NİHAYET
KABUĞUNU KIRMAK ÜZERESİN
ÇOK MUTLU OL
ATATÜRK’ÜN
KADINLARA SEÇME VE SEÇİLME HAKKI
TANIMASIYLA CUMHURİYET'TEN BU GÜNE
AFYON'DA İKİNCİ ATATÜRKÇÜ
KADIN MİLLETVEKİLİ
SEÇİYORSUN
AVUKAT BURCU KAYIKCI
CUMHURİYET TARİHİNE GEÇİYOR


ATATÜRK VE KADIN HAKLARI
05 ARALIK 1934 TÜRK KADININA MİLLETVEKİLİ
SEÇME VE SEÇİLME HAKKI TANINDI

Atatürk’ün düşünceleri tutarlı bir bütün oluşturur. Atatürk’ün, kadının hakları ve toplumdaki yeri ile görüşleri bu bütünün önemli bir unsurudur. Atatürk hayatında başka hiçbir hizmet yapmamış olsaydı, sadece kadınları akla ve vicdana aykırı bir durumdan kurtarma yolundaki düşünceleri ve başarılarıyla, Türk tarihinde olduğu gibi, insanlık tarihinde de şerefli bir yerin sahibi olurdu.

Kasım 1938’de, Atatürk’ün ölümü üzerine yayınladığı bildiride Hindistan Kadınlar Birliği, O’nu, “kadın haklarının tarihi boyunca gelmiş en büyük savunucularından biri” ilân etmişti1. Bu değerlendirmenin ne kadar yerinde olduğunu anlamak için tarihe kısaca göz atmak ve Türkiye dışındaki islâm ülkelerinde hüküm süren durumla Türkiye’deki şartları karşılaştırmak yeterlidir.

KADIN SORUNUNUN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ

Kadını hor görüp aşağılayan görüşlerin kökleri tarihin derinliklerindedir. Birçok din yorumcuları, kadını, pek haksız şekilde, “acı­ların kaynağı”, “günahın sembolü”, “şeytanın aracı” gibi göstermeye çalışmışlardır. Budizmle ve Hıristiyanlıkla ilgili eski kaynaklarda, bugün bu dinlere bağlananların da ciddiye almadıkları böyle yersiz suçlamaların sayısız örneğine rastlanır2.
İslâmiyetten önce, Arap toplumu, istenmeyen bir kız çocuğunun diri diri gömülebildiği, erkeğin dilediği sayıda evlenebildiği, kadının bir eşya parçası gibi alınıp satılabildiği bir toplumdu. Böyle bir toplumda, İslâmiyet daha önceki duruma göre kadınlar lehine çok büyük bir değişiklik getirmiş sayılabilir3. İslâmiyet, Arap toplumunda âdeta bir eşya statüsünde olan kadını bu durumdan kur­tarıp, belli hakları olan bir insan statüsüne kavuşturmuştur, denebilir.

Ancak nasıl ki bugün insan aklının ve vicdanının asla kabul edemeyeceği bir durum olan kölelik, yüzyıllar boyunca, yalnız Arap toplumunda değil, eski Yunan ve Roma toplumlarının en demokratik çağlarında bile pek tabiî bir olay gibi görülmüşse ve büyük dinlerin hepsi bu kökleşmiş sosyal kurumu ortadan kaldırmayı başaramayarak, sadece kölelik statüsünü düzenlemek ve kölenin durumunu bir ölçüde iyileştirici hükümler getirmekle yetinmişlerse; kadın erkek eşitsizliği de Arap toplumunda öylesine kökleşmiş idi ki, bunu bir çırpıda ortadan kaldırmak kabil olmadı. Kaldı ki Müslümanlığın yayılması sırasında, bazan İslâmiyetin özüyle hiçbir ilgisi olmayan birtakım eski âdetler, kötü ve yanlış uygulamalar, eksik ve çarpık yorumlar etkili olmaya başladı. Böylece, zamanla, kadın hakları konusunda, İslâm’ın asıl ruhuna ve amacına uygun bir yönde olumlu gelişmeler görülecek yerde, tam aksine, kadını ikinci sınıf insan durumuna düşüren bir takım anlayış ve uygulamalar İslâm dünyasına gitgide egemen oldu. Din kuralları dar ve ters yönde yorumlandı. Kadınlar aleyhine yorumlar getirildi. Hukukî çözümler bir noktada donduruldu. Çağların değişmesine ve dünyadaki ilerlemelere ayak uydurulamadı. Kadının yeterince eğitilmemesi, peçe ve kafes ardına hapsedilmesi, sosyal hayatın dışına atılması, giderek toplumda geriletici etkiler yapmağa başladı.

İslâmiyetten önceki eski Türk toplumlarında, kadın, erkekten farklı, ama ona eşit bir varlık olarak saygı görürdü. Aile tek evliliğe dayanırdı. Doğan çocuğun kız olması matem sebebi sayılmazdı. İstenmeyen kız çocuklarının öldürülmesi âdeti hiçbir Türk toplumunda görülmemişti. Çocuklar üzerinde baba kadar ananın da hakları olduğu kabul edilirdi. Mülkiyet bakımından da kadın eşit haklara sahipti. “Hakan”ın emirlerinde, eşinin, “Hatundun adına da yer verilirdi. Türk toplumu, kadınlar için, kapalı bir toplum değildi. 4
Türk dünyasında sayısız hayır ve bilim kurumunun “Hatun”lar tarafından veya onlar adına kurulmuş olması, Anadolu’daki birçok Türk aşiretinde kaç-göçe ve çok evliliğe rastlanmaması gösteriyor ki, Türklerin eski gelenekleri, İslâmiyeti kabul etmelerinden sonra da canlılığını bir ölçüde sürdürmüştür. 5
İstanbul alındıktan sonra, özellikle saray hayatı ile ilgili olarak, Bizans’ın bazı olumsuz etkileri görüldü. Arabistan ve Mısır’ın feth­inden sonra ise, Arap toplumunun kural ve geleneklerinin Osmanlı toplumu üzerindeki etkisi arttı. Buna, bazı din kurallarının hiçbir ilerlemeye imkân vermeyecek şekilde dar, yanlış ve donmuş yorumlara bağlanışı da eklenince, uygar dünyada görülen gelişmelerin tam aksine, kadının statüsü geriledikçe geriledi.

O kadar ki, XIX. yüzyılda bile, İstanbul’da beyaz kadınların köle olarak eşya gibi alınıp satıldığı, çalışmaları resmî şekilde düzenlenmiş pazarlar vardı. Bu pazarlar ancak 1848’de, köleliği yasaklayan milletlerarası anlaşmaların kabulü üzerine kapatıldı. XIX. yüzyılda İstanbul’da, yalnız padişah sarayı değil, devlet ricalinin, şeyhül­islâmların, kadı askerlerin konakları, satın alınmış veya eşya gibi hediye edilmiş düzineler, hatta yüzlerce kadınla dolu idi.6
Köle olmayan, “hür” kadınların durumu da hiç parlak sayılmazdı. Çünkü onlar da ikinci sınıf insan muamelesi görüyordu.

Erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi (poligami) ve dilediği zaman tek taraflı iradesi ile eşini boşayabilmesi; kadının kendi isteği dışında, temsil yoluyla evlendirilebilmesi; kız çocuğunun erkek çocuğa göre mirasta yarım hisse sahibi oluşu; mahkemede kadın şahidin ifadesinin, erkek şahidin verdiği ifadeye göre, yarı değerde sayılması; kız çocuklara ancak 7-8 yaşlarına kadar dua öğrenmek için okula gitme izni verilmesi ve daha ileri yaşlarda eğitim hakkından yoksun bırakılmaları; ancak bir avuç ayrıcalıklı kadının özel öğretmenlerle eğitim görebilmeleri; mesleklerin genellikle kadınlara ka­palı oluşu ve benzeri eşitsizliklerin bir kısmı, XX. yüzyıla kadar sürüp geldi.

KADIN SORUNUNDA TANZİMAT SONRASI AYDINLARININ TEPKİLERİ, CILIZ DÜZELTME TEDBİRLERİ

Gitgide güçlenen Avrupa karşısında İslâm dünyası geriliyor, birçok İslâm ülkesi batı sömürgeciliğinin pençesine düşüyordu. Osmanlı aydınları bu geri kalışın sebepleri üzerinde düşünmeye başlamışlardı. Buldukları sebeplerden biri de, nüfusun yarısını oluşturan ve çocuğun yetişmesinde çok etkili olan kadının eğitimden ve özgürlükten yoksun oluşu idi.

Tanınmış yazarlar, şairler, romancılar, kadının ezilmesine, horlanıp aşağılanmasına karşı mücadele açtılar. 7
Şinasi, “Şair Evlenmesi”nde, görücü usulü ile evlenmenin zararlarına dikkati çekti.

Namık Kemal, “İbret” ve “Tasvir-i Efkâr” gazetelerinde kadın haklarını savunan ateşli makaleler yazdı. Roman ve piyeslerinde kadının dramını ortaya koydu. Ahmet Mithat, çok kadınla evlenmeyi eleştirdi ve bu yüzden saldırılara uğradı.

Tevfik Fikret, “Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer” diyerek sesini yükseltti. Abdülhak Hami t, “Bir milletin kadınları o milletin ilerleme derecesinin ölçüsüdür” diye yazdı. Hüseyin Rahmi (Gürpınar) eserlerinde kadın-erkek eşitsizliğini işledi.

Halide Edip, daha 1909 da, İkinci Meşrutiyetin getirdiği özgürlük ortamından yararlanarak, “Kadınların Yükselmesi (Taali-i Nisvan) Derneği”ni kurmuştu8. Yabancı okullarda eğitim görme imkânı bulmuş çok az sayıdaki Türk kadınlarından biri olan Halide Edip, Tanin gazetesinde, bütün Türk kızlarının eğitime kavuşturulması için güçlü ve etkileyici makaleler yazdı. Romanlarında kadın-erkek eşitsizliğinin zararlı sonuçlarını, horlanan kadının acılarını ustalıkla işledi 9.

Ziya Gökalp, kadın hakları konusuna hem bilim adamı, hem sanatçı gözüyle eğildi. “Türk Medeniyeti Tarihi” adlı eserinde eski Türklerde kadının durumunu aydınlığa kavuşturdu. “Türkçülüğün Esasları”nda. geleceğin Türk kadını ile ilgili düşüncelerini açıkladı. Somut öneriler getiren bir düşünür olarak kadın davasına büyük hizmetler yaptı. Şiir şeklinde yayınladığı öğretici yazılarında, kadının değerini ve bu konuda tutulması gerekli yolu anlattı.

“Bu mahlûklar nasıl hakir olur şer’in* gözünde?
Bir yanlışlık var mutlaka müfessirin* sözünde”10
beytiyle din kurallarının dar ve yanlış yorumlanmasına karşı çıktı.
Yeni Hayat dergisinde yayınlanan “Kadın” adlı şiirinde:
“Millet yalnız yapılamaz, bunu ancak birlikte
Kadın erkek, iki vicdan birleşerek yapacak”
diyerek kadının millî toplum içindeki rolünü belirtti.
“Bir kız irste yarım erkek, izdivaçta dörtte bir
Bulundukça ne aile, ne memleket yükselir”
dizeleriyle mirasta kız çocuklarının yarım hisse almasına, erkeğin dört kadınla evlenebilmesine karşı çıkan Ziya Gökalp :
“Kadın yükselmezse alçalır vatan”
dizesinde aynı düşünceyi tekrarladı. Başka şiirlerinde de “nikâhta, boşanmada, mirasta” kadınlar için eşitlik istedi.

“Bunlar da olmasa, kadın insandır,
Kadının en büyük hakkı irfandır” diyerek kızların eğitim hakkını savundu11.
İstanbul’un işgalinden sonra İngilizler tarafından tutuklanıp Malta^ya sürgüne gönderilen Ziya Gökalp, oradan kızına yazdığı mektuplarda da şunları söylüyordu:
“Yeni Hayat ne zaman başlayacak? Ne zaman ki, kadınlar da erkekler kadar tahsil görerek, cemiyetin idaresindeki rollerini icraya başlarsa…”
“Aile millî cemiyetin temelidir. Aileyi kadın yapar. O halde millet de kadının bir eseri demektir… Bizde kadınlar iyi tahsil görmedikleri için aile yükselemiyor. Aile yükselmeyince, millet de geri kalıyor. O halde, ilerleme­nin baş şartı kadın terbiyesidir. Kızların iyi yetiştirilmesidir 12”.
1912’de “içtihat” dergisinde yayınlanan “Pek Uyanık Bir Uyku” başlıklı bir makale, çağdaşlaşma yanlısı bazı yazarların ne kadar ileri istekler öne sürdüklerini gösterir. Bir yazarın rüyası olarak yayınlanan bu son derece ilginç istekler arasında, kadınlarla ilgili önemli maddeler de vardı:

a) Padişahın tek eşi olacak, emrinde cariye bulundurmayacaktı.
b) Kızlar için okullar, bu arada bir tıp okulu açılacaktı.
c) Kaç-göç kalkacak, görücülük yoluyla evlenme sona erecek,
herkes eşini görerek seçebilecekti.
d) Kadınlar, israftan kaçınmak şartıyla, diledikleri şekilde giyine­
bilecekler, softalar veya sokak külhanbeyleri kadınların giyimlerine
karışamayacaktı. Şeyhülislâmlık makamı, kadın çarşaflarının uzunluğu
veya peçelerin kalınlığı gibi konularda bildiriler yayınlamaktan
vaz geçecekti.
e) Kadınlar “vatanın en büyük velinimeti” sayılarak kendilerine
erkekler tarafından saygı gösterilecekti.
f) Avrupa Medenî Kanunu kabul edilecek, birden fazla kadınla
evlenme ve bir sözle karısını boşama usulleri kalkacaktı13”.

Bütün bu düşünce akımlarının etkisiyle Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde, kızların eğitimi konusunda sınırlı bazı adımlar atıldı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, 1917’de, aile hukukuyla ilgili bir “Kanun Gücünde Kararname” çıkarıldı. Bu Kararname birden fazla kadınla evlenmeyi kaldırmak cesaretini göstermiyor, ancak kocanın ikinci bir kadınla evlenmesi halinde ilk eşine boşanma hakkı tanıyordu. Ayrıca, kadına, evlenme sırasında, mukavele ile “tek evliliği” şart koşma hakkım veriyordu.
Belki birkaç aydın kadının yararlanabildiği bu sınırlı değişiklik bile bağnaz çevrelerin şiddetli tepkisiyle karşılaştı. Hıristiyan ve Museviler de, kararnamede kendileri için özel hükümler bulunmasına rağmen, öteden beri kendi din adamları vasıtasıyla devletin tamamiyle dışında yürüttükleri aile hukuku alanında devletin düzenleme­ler yapmasından hiç hoşnut olmadılar. Aile hukukunu lâikleştirme yolunda son derece sınırlı bir adım olan “Aile Hukuku Kararnamesi”, 1918’de Türkiye işgale uğrayınca, azınlıklara mensup din adamları­nın isteği üzerine, işgal kuvvetleri tarafından yürürlükten kaldırıldı14.

ATATÜRK’ÜN KADIN HAKLARI KONUSUNDAKİ FİKİRLERİ VE BU ALANDA GERÇEKLEŞTİRDİĞİ KÖKLÜ DEĞİŞİKLİK

Atatürk Meşrutiyet döneminin bütün düşünce akımlarım ilgiyle izlemişti. Ülkesinin sorunlarını yakından incelemiş, bunlar üzerin­de çok düşünmüştü. Türk kadınını “ikinci sınıf” insan durumundan kurtarmanın zorunlu olduğu sonucuna ulaşmıştı.
Yüzyıllardır, yarım tedbirlerle bir yere varılamamıştı. Yarım tedbirlerle ne hukuk ne de eğitim çağdaşlaşabilir, ne Türk kadını ne de ülke kurtarılabilirdi.
Tek bir çıkış yolu vardı. Devlet yapısını, eğitimi, hukuku, kadının statüsünü lâikleştirmek, kimsenin dinî inancına ve vicdan hürriyetine karışmadan din ile devleti, din ile hukuku ayırmak; aklın ve çağın gerektirdiği yola girmek.
Atatürk’ün kadın hakları konusunda getirdiği büyük ve köklü değişiklikler, ancak akılcılığın ve lâikliğin benimsenmesiyle başarılabilirdi.15”

Atatürk’ün daha 1916’da, Doğu Cephesinde komutan olduğu sırada, karargâhındaki arkadaşlarıyla sohbet ederken, kadınlara sosyal haklar tanınması; annelerin iyi yetiştirilmesinin topluma sağlayacağı yararlar; çalışma hayatında kadınlara da yer verilmesi gibi konulan ele aldığını, yayınlanan “Hâtıra Defteri’nden anlıyoruz.ıs
1918 de tedavi amacıyla bulunduğu Karlsbad’da tuttuğu not­lar da gösteriyor ki, bir gün, gerekli yetki ve kudrete sahip olursa, sosyal hayatta istenen inkılâbı “bir anda gerçekleştirmeyi” daha o tarihte düşünmüştür.17

1923 yılının Ocak ayında, Cumhuriyetin ilânından dokuz ay önce, Atatürk, İzmir’de halkla konuşurken kadın konusundaki düşüncelerini cesaretle açıklamıştır:

“… Bir toplum cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur.. . Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurun sonucudur… Bir toplumun bir uzvu faaliyette bulunurken öteki uzvu atâlette olursa, o toplum felce uğramış demektir.

Bizim toplumumuz için ilim ve fen lüzumlu ise, bunları aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın elde etmeleri gerekir.

Kadının en büyük görevi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu görevin önemi tam olarak anlaşılır. Milletimiz güçlü bir millet olmağa azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de ka­ri ularımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı, kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamakların­dan geçeceklerdir.. Kadınlar toplum yaşamında erkek­lerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destek­çisi olacaklardır”.18

Atatürk Türk kadınının cevherini, yüksek değerini yakından görüp tanımıştı. Şehirlerde, saraylardan yayılan kötü âdet­lerin etkisi altında, kafes ardında yaşayan kadınlar vardı. Ancak, bir de, yurdun her köşesinde, kocasıyla omuz omuza üretim çabalarına katılan köy kadınları vardı. Atatürk onlardan saygıyla söz eder:
“… Tarlalarda erkeklerle birlikte çalışan, merkeplerine binerek öteberi satmak için kasabadaki pazar yerine giden, oralarda bizzat yumurta ve tavuğunu, buğdayını satan, ondan sonra kendisine gerekenleri bizzat satın alan, köyüne dönen ve çalışmalarının hepsinde koca­larına, kardeşlerine yardımcı olan kadınlar… Ben bu kadınlar arasında kocalarından daha iyi iş anlayanlara ve hesap yapanlara rastladım”.19
Atatürk’ün Türk kadınına beslediği saygı, Bağımsızlık Savaşı’ndaki tecrübeleriyle iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında, Konya’da konuşurken, bu saygısını büyük bir içtenlikle dile getirir:
“… Dünyada hiçbir milletin kadını, ‘Ben Anadolu kadı­nından fazla çalıştım…, milletimi kurtuluşa ve zafere gö­türmekte Anadolu kadını kadar emek verdim’ diyemez. … Belki erkeklerimiz memleketi istilâ edenlere karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında hazır bulundular. Fakat erkekleri­mizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadın­larımız işletmiştir… Çift süren, tarlayı eken, orman­dan odunu, keresteyi getiren, mahsulleri pazara götüre­rek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilâhî Anadolu kadınları ol­muştur. Bundan ötürü, hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükran ve minnetle son­suza kadar aziz ve kutsal bilelim”. 20

Türk kadınlarının, kendilerine tanınan hakları, bir mücadele vermeden kolayca elde ettiklerini söyleyenlere en iyi cevap Atatürk’ün bu sözleridir.
Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi ile ilgili görüşmeler sırasında da, aynı gerçek BMM kürsüsünden belirtilmiştir :

“Türk kadınına bu hakkın bir lütuf olarak verildiği kanaatinde değiliz. Kimse bu kanaatte olamaz. Bir memlekette ki, yurdun her tarafı istilâya uğradığı zaman, kadınlar ateş altında erkeklerle beraber omuz omuza çalışırlar, memleketin geri kalan kısmını korumak ve beslemek için tarlanın kara toprağından yiyecek çıkarmaya çalışırlar, elbette bu varlıkların yurdun her köşesinde ve her tabakasında söz söylemeye hakları vardır”.

Yine aynı konuşmada haklı olarak şöyle deniyordu: “Tarih, Türk inkılâbını anlatırken, bunun bir kurtuluş olduğunu en başta söyleyecektir. Bu kurtuluşun çeşitli aşamaları içinde de, özellikle kadınların kurtulmasını anacaktır21’“.

Türk kadını, kendisine tanınan bütün haklara lâyık olduğunu, hem söz konusu haklar tanınmadan önceki asalet ve kahramanlığı ile, hem de bu haklar tanındıktan sonra, kısa zamanda, çeşitli meslek­lerde gösterdiği başarılarla kanıtlamıştır.

Atatürk, Türk kadınlarının, şartlar elverişli olursa, hiçbir alanda erkeklerden geri kalmayacağından emindi22. Türk kadınlarının Avrupalı kadınlardan da geri kalmayacakları yolundaki inancını, Atatürk şu sözlerle belirtmiştir:

“Kadınlarımız için, asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta basandan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yön­den onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kül­türle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım”23.
İyi anne olmanın kadınların en önemli görevi olduğunu hatırlatırken de, bunun ancak bilgi ve kültürle başarılabileceğini vurgular:

“Zaman ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev adımlarıyla yürüdükçe, hayatın, asrın bugünkü gereklerine göre evlât yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz. Anaların, bugünkü evlâtlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli özellikleri taşıyan evlât yetiştirmek… pek çok yüksek özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdur­lar.”24

Atatürk’ün gözünde, Türk kadınlarının içinde bulundukları haksız statüden kurtulmaları, elbette onları kişi olarak en doğal ve vazgeçilmez insan haklarından yararlandırmak açısından zorunlu idi. insanî ve ahlâkî zorunluluğun yanında, ayrıca, Türk toplumunun gelişip yükselmesi açısından da buna gerek vardı. Bu inancını, Atatürk, eşine az rastlanır bir açıklıkla ve güçlü bir üslûpla belirtmiştir:
“Son yıllardan önce de milletimiz yenileşme yolları üzerinde yürümeğe, sosyal değişmeye teşebbüs etmemiş değildir. Fakat gerçek yararlar görülmedi. Bunun sebebini araştırdınız mı? Bence sebep işe esasından, temelinden başlanmamış olmasıdır. .. . Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Kabil midir ki, bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini öylesine bırakalım da kütlenin hepsi yükselme şerefine erişe­bilsin? Mümkün müdür ki, bir topluluğun yansı top­raklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?”.25
Atatürk’ün ülkeyi dolaşarak kamuoyunu kadın hakları konusunda yapacağı büyük değişikliğe hazırlamasından sonra, 4 Nisan 1926’da Medenî Kanun kabul edildi ve 6 ay sonra yürürlüğe girdi.
Medenî Kanuncun kadın haklarıyla ilgili olarak getirdiği değişikliklerin bazıları şunlardır:
— Birden fazla kadınla evlenme kaldırıldı.
— Evlenme akdinin, iki ergin şahit huzurunda, resmî nikâh
memuru önünde yapılması esası kabul edildi. Resmî olmayan nikâh
hukukî açıdan geçerli değildi. Resmî evlenmeden sonra, ayrıca,
dinî nikâh kıyılması serbestti.
— Evlenmede kadın ve erkek için yaş sınırı getirilerek çok
küçük yaşta evlenmeler kaldırıldı.
— Velilerin kızları adına evlenme akdi yapabilmeleri, onları “cebr” hakkına dayanarak zorla evlendirebilmeleri usulü kalktı. Temsilci yoluyla evlenme yasaklandı. (Evlenme yaşma gelmiş olmakla birlikte 18 yaşını doldurmamış olanların evlenebilmeleri için ana-babanın izninin aranması usulünün zorla evlendirme ile ilgisi yoktur. Ana-babanın iradesi, evlenen gencin iradesinin yerine geçmez. Bu iradeye eklenir. Amaç, gençlerin korunmasıdır).
— Şer’î hukukta boşanma yetkisi bir taraflı olarak kocaya tanınmıştı. Bu bir çeşit “kovma” hakkı idi. Koca boşanma kararını, eşine bir vekil aracılığı ile de bildirebilirdi. Kocanın dayanacağı boşanma sebepleri belirlenmiş, sınırlanmış değildi. Medenî Kanun, bu haksızlığa da son vererek, boşanma konusunda erkeğe tanınan hakları kadına da tanıdı. Gerekli şartlar varsa, kadın da, erkek gibi boşanma davası açabilecekti. Boşanmada keyfîlik kaldırıldı ve boşanmanın kanunda gösterilen sebeplerden birine dayalı olması zorunluğu kabul edildi. Kanunda gösterilen sebeplerden birinin gerçekleşmiş olması halinde bile, eşlerden birinin, hatta ikisinin iradesi boşanma için yeterli değildi; boşanmaya hâkim karar vere­ bilecekti.
— Boşanma halinde, kadının ve çocuğun haklarını güvence altına alacak hükümler getirildi.
— Evli kadının ekonomik haklarını daha iyi koruyan esaslar
kabul edildi.
— Miras hukukunda cinsiyet ayrımı kaldırılarak kadın ve
erkeğin eşitliği sağlandı. 26

Medenî Kanun’u, Türk kadınına siyasî hakların verilmesi izledi. 3 Nisan 1930’da belediye seçimlerinde, 5 Aralık 1934’te milletvekili seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. O yıllarda, henüz, Avrupa, Amerika ve Asya kıt’alarındaki birçok ülkede kadınlar bu hakları elde edememişlerdi.

İslâm ülkelerinde kadınlara siyasî hakların tanınmadığı, hatta İsviçre dahil, birçok Avrupa ülkesinde bile kadınların oy kullanamadığı bir dönemde, Türk milletinin böyle bir adımı atabilmiş olmasının önemi elbette büyüktü. Konuya karşılaştırmalı hukuk açısından bakılınca, kadın-erkek eşitliğini bir milletlerarası hukuk kuralı haline getiren İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, İnsan Hakları Sözleşmeleri henüz ortada yok iken, bundan yarım yüzyıl önce, Atatürk’ün Türk kadınına, ülkesinin yönetimine katılma hakkını tanımasının değeri daha iyi anlaşılır.

Kadınların eğitim ve meslekî çalışma haklarından oldukça geniş şekilde yararlanabildikleri bir Arap ülkesi olan Kuveyt’te, 1985 yılının yaz aylarında, yasaların şeriata uygunluğunu incelemekle görevli komisyon, Kuveyt’li kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasının doğru ve mümkün olmadığını hükme bağlamıştır. Üstelik, kadınların bu haktan yoksun bırakılmalarının Peygamber emri olduğunu iddia edebilmiştir.

Bununla birlikte, asıl güç olan ve büyük cesaret isteyen adım, siyasî hakların tanınması değil, Medenî Kanun’un kabulü idi. Çünkü, kadının özel hukuktaki statüsünü yeniden düzenlemek; evlenme, boşanma, miras hukukunu değiştirmek, ancak hukuku, dinî temeller yerine lâik bir temele oturtmakla kabildi.27
Yeni bir Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu veya Seçim Kanunu yapmak, Aile Hukuku’nu değiştirmek kadar zor değildi. Nitekim, Osmanlı Devleti’nin son döneminde, Ticaret Hukuku’yla, Ceza Hukuku’yla ilgili kanunlar çıkarılmıştı. Fakat Aile Hukuku’nu değiştirebilmek için Atatürk’ün gücü, kararlılığı, uzak görüşlülüğü gerekliydi. Bugün, Batı uygarlığı ile en yakın ilişkiler içinde bulunan İslâm ülkelerinde bile, Medenî Hukuku akılcı ve çağdaş hale getir­mek; evlilikte, boşanmada, mirasta kadın-erkek eşitliğini sağlamak mümkün olmamıştır. Bu ülkelerin hepsinde, 1917 tarihli Osmanlı Aile Hukuku Kararnamesi’ni andıran tereddütlü ve yarım adımlar atılmağa çalışılmakta; din otoriteleri ile devleti çağdaşlaştırmak isteyen siyasî otorite arasındaki çatışma, çeşitli dalgalanmalarla, sürüp gitmektedir. Bu sorunu çözebilen, birden fazla kadınla ev­lenmeyi kesin şekilde yasaklayıcı bir kanunu yürürlüğe koyabilen, kız çocukla erkek çocuğu eşit hale getirebilen, boşanmada taraflara eşitlik sağlayabilen tek İslâm ülkesi, Türkiye’dir. Çünkü, lâiklik ilkesini kabul ederek, hukuku lâik temeller üstüne oturtabilmiş tek İslâm ülkesi, Türkiye’dir28.

Türk kadını, Türk gençleri, bunun derin anlamını iyice kavramalı ve Atatürk’ün eserine bilinçle sahip çıkmalıdır.

Kanunlarda yapılan değişikliklerin uygulamadaki sonuçları yeterli midir? 29.
Kız çocukların eğitimi konusunda aşılan mesafe büyük olmakla beraber, henüz eski alışkanlıklar tam olarak kırılamamıştır. “Eğitim Birliği” (Tevhid-i Tedrisat) kanununa aykırı kuruluşların çoğalması, son derecede önemli bir sorundur. Kızların çok büyük çoğunluğunun ortaokul ve liselere bile devam edemedikleri, Hukuk Fakültesinde sadece üç genç kızın okuyabildiği günler artık çok gerilerde kalmış, öğretim kurumlarının kapıları kız öğrencilere açılmıştır. Ancak, devam eden sorunları görmezlikten gelemeyiz.
Kadınların sadece ebelik, hemşirelik, bir ölçüde öğretmenlik yapabildikleri, öteki mesleklerin genellikle erkeklerin tekelinde bulunduğu günler de tarihe gömülmüştür. Bugün, Türk “irfan ordusu”-nun büyük bir bölümü kadın öğretmenlerden oluşmuştur. Üniversi­telerimizde, hemen hemen her bilim dalında, kadın öğretim üyeleri­miz, araştırmacılarımız vardır. Sanatçı, yüksek mahkemelerde üye veya daire başkam, hâkim, savcı, avukat, hekim, eczacı, mühendis, hariciyeci, iktisatçı, genel müdür, işletmeci, bankacı, fizikçi, kimyacı, matematikçi vb. olarak akla gelebilecek mesleklerin hemen hepsinde, kadınlarımız başarıyla hizmet görmektedirler.

Ancak, özellikle kırsal kesimde ve yurdumuzun uzak köşelerinde, kız çocuklarının bir kısmı okula gönderilmektedir. Kadın nüfusta, okur-yazar olmayanların oranı hâlâ yüksektir. Kanun gereğince zorunlu olan ilköğretimden sonra, yetenekli kız çocuk­larını okula göndermeyen ailelerin sayısı az değildir. Bütün bu alan­larda, yüzyılların alışkanlıklarını kırmak için, daha geniş çabalara ihtiyaç vardır.

Atatürk’ün birçok Avrupa ülkesinden önce Türk kadınına tanıdığı siyasî hakların kadınlarımız tarafından yeterince kullanılıp kullanılmadığı da, ülkemizde sık sık tartışılan bir konudur.

Türkiye, seçimlere katılma oranının, birçok köklü demokrasilere göre, yüksek olduğu bir ülkedir. Bu oranların yüksekliği, kadınlarımızın oylamaya katılarak yurttaşlık ve seçmenlik görevlerini yerine getirdiklerini gösteriyor. Seçilme hakkından yararlanabilme konusun­da durum biraz farklıdır. Parlâmento’ya 1934’te 18 kadın millet­vekili girmişti. Çok partili döneme geçilince, bu sayı azaldı. 1983 seçiminde yeniden bir artış görüldü. Türkiye’de milletvekilliği gö­revini en iyi şekilde yapabilecek pek çok kadın bulunduğu şüphe götürmez. Ancak, adaylığın gerektirdiği parti içi ve partiler arası mücadeleler, bazı aydınlarımıza çekici gelmediği gibi, kadınlarımıza da çekici gelmemektedir, öte yandan, partilerin, kadınlardan çok daha fazla sayıda erkek aday göstermeleri, aslında, Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Elli yıllık zaman diliminde, Türkiye’de parlâmentoya giren kadın üye sayısı ile başlıca demokratik ülkelerdeki sayılar karşılaştırılınca, arada çok büyük farklar bulunmadığı görü­lür. 30 Zaman ve genel eğitim düzeyindeki ilerlemeler, kadınların siyasî hayata daha aktif şekilde katılmalarım sağlayacaktır.

Uygulama ile ilgili en önemli ve düşündürücü sorunlar, Aile Hukuku alanındadır. Ülkemizde, hâlâ resmî nikâh dışında, sadece imam nikâhı ile yapılan birleşmeler vardır. Bu gibi yasa dışı “evlenmeler” hem kadınların, hem çocukların kanunî hakları bakımından son derece büyük sakıncalar doğurmaktadır. Resmî nikâh belgesi gösterilmeden yapılan yasa dışı dinî nikâhların, az sayıda da olsa, “birden çok kadınla evlenme” olayına imkân hazırladığı da meydan­dadır. (1945 nüfus sayımı sonuçlarında, evli kadın sayısı, evli erkek sayısından 97 bin fazla görünüyor. Daha sonraki sayımlarda da iki sayı arasında fark görülmüştür. Ancak, ailesini yurt içinde bıra­karak yurt dışında çalışan çok sayıda erkek yurttaş bulunduğu için, özellikle 1960’tan sonraki nüfus sayımlarında, evli erkek ve evli kadın sayılarının eşit olmaması “çok kadınla evlilik” olayının bilimsel ölçütü olarak kullanılamaz).31

Medenî Kanuncun getirdiği aile yapısının, bugün artık Türk yurttaşlarının büyük çoğunluğunca benimsendiği ve bundan geri dönülemeyeceği açık bir gerçektir. Bununla birlikte, bu Kanuncun hükümlerine uymayan uygulamaların sona erdiği söylenemez.

Bu sorunun çözümü için de, çare, bir yönü ile eğitim’dir; bir yönü ile de, lâik devlet ilkesine sımsıkı bağlı kalarak bu ilkeden asla ödün (tâviz) verilmemesidir. Dinî nikâh kıyanların yasalara saygılı olarak, resmî nikâhın yapıldığına ve sicile kaydolunduğuna dair belge istemeleri, çok sayıda kadınla yasa dışı “evlilik”leri önler; kadınları ve çocukları bin türlü dertten korur.

Atatürk’ün kadın hakları ve kadının statüsü konusunda bundan 60 yıl önce ileri sürdüğü görüşlerin ve uygulamaya koyduğu ilkelerin, uzun yıllar sonra, insan Hakları Bildiri ve Sözleşmelerinde ve uygar ülkelerin Anayasalarında yer aldığını görüyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da, “herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit” olduğunu hükme bağlamıştır (Madde 10). Anayasa, ayrıca “Aile Türk toplumunun temelidir” ilkesini benimsemiştir. Devlete, özellikle ananın ve ço­cukların korunması görevini vermiştir (Madde 41). Böylece, Ata­türk’ün bu konudaki başlıca düşünceleri, Anayasa emri haline gel­miştir.
1985’te, Nairobi’de, “kadın için eşitlik” konusunu görüşmek üzere Birleşmiş Milletler Teşkilâtının düzenlediği bir dünya konferansı toplandı. Ortaya çıkan gerçek şudur ki, dünyada pek çok milletin kadınları, Atatürk’ün Türk kadınına sağladığı haklara kavuş­mak için daha uzun yıllar mücadele etmeğe mecbur olacaklardır.
Atatürk’ün bu konuyla ilgili görüşlerini ve Türk milleti’nin O’nun önderliğinde gerçekleştirdiği atılımı bütün dünyaya daha iyi anlatıp tanıtmak görevimizdir.

Bundan daha büyük önem taşıyan asıl görev ise, Atatürk’ün, çok çetin güçlüklere rağmen, kadının hakları ve statüsü konusunda gerçekleştirdiklerini koruyup kökleştirmek, O’nun ilkelerine sahip çıkmak ve bu ilkelerin aşınmasına imkân vermemektir.32

1 Hindistan’ın Profesör S.A.H. Haqqi’nin Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yıldönümü münasebetiyle İş Bankası’nca düzenlenen Milletlerarası Sempozyum’a sunduğu “The Atatürk Revolution and India” başlıklı bildiri. Değerli bilim adamının bildirisinde, Atatürk’ün Hindistan’ın bağımsızlığı için uğraşan Müslüman veya Hindu liderlerin hepsini ve Hindistan halkını ne kadar derinden etkilediğini gösteren belgeler vardır.

ATATÜRK’ÜN AFYON’DA İLK KADIN MİLLETVEKİLİ
MEBRURE GÖNENÇ OLDU İKİNCİ BURCU KAYIKCI OLACAK

Tarih 5 Aralık 1934 İslam dünyası ve Türk dünyası için muhteşem bir tarih ve de dünyaya muhteşem bir örnek Atatürk’ün, Türk’ün, Türkiye Cumhuriyeti, Türk Kadınına Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı Tanıdı.
Cumhuriyetimizin kazanıldığı topraklar olan AFYONKARAHİSAR’ da bu güne kadar ATATÜRK’ ün Kadın Milletvekili sadece Mebrure GÖNENÇ olabilmiş ve bu günlere geldiğimizdeyse nihayet 7 Haziran 2015 seçimlerinde AFYON’da ikinci ATATÜRK’ün Kadın Milletvekili Burcu KAYIKCI olacaktır.
Sayın Burcu KAYIKCI ile birlikte artık AFYONKARAHİSAR’ın özellikle her dönem ATATÜRK’ün Kadın Milletvekilleriyle dolmasını hiç eksilmeden çoğalarak gitmesini diliyorum zaten bu şehre Cumhuriyetin kazanıldığı topraklara da yakışanı da budur.

AFYONKARAHİSAR’ ın, ATATÜRKÇÜ, Cumhuriyetçi, çağdaş ve örnek geleceği
bu günden sonra Burcu KAYIKCI ve AFYONKARAHİSAR halkına özellikle de bu şehrin kadınlarına kalmıştır. İstenirse ‘’Cumhuriyetin Kazanıldığı Bu Topraklar’’ Cumhuriyete en güzel örnek bir kent olabilir bu çok da zor bir şey değildir, yeter ki şehit ve gazilerimizi Atatürk’ü ‘’ÇANAKKALE ve KURTULUŞ ‘’ savaşını iyi okuyup iyi anlayalım ve Atalarımıza layık olalım.

YÜCE ATATÜRK’ÜN YÜCELTTİĞİ YÜCE TÜRK KADINLARI
İŞTE İLK KADIN MİLLETVEKİLLERİMİZ

1- Mebrure Gönenç - Afyonkarahisar
2- Sabiha Gökçül Erbay - Balıkesir
3- Şekibe İnsel - Bursa
4- Huriye Öniz Baha - Diyarbakır
5- Dr. Fatma Memik - Edirne
6- Nakiye Elgün - Erzurum
7- Fakihe Öymen - İstanbul
8- Satı Çırpan (Satı Kadın) - Ankara
9- Ferruh Güpgüp - Kayseri
10- Behire Bediş Morova - Konya
11- Mihri Pektaş - Malatya
12- Meliha Ulaş - Samsun
13- Fatma Esma Nayman Seyhan
14- Sabiha Görkey - Sivas
15- Seniha Hızal - Trabzon
16- Benal Nevzat Arıman - İzmir
17- Türkan Örs Baştuğ - Antalya
18- Hatice Özgener - (Ara seçimle) (Çankırı)

Bu 18 kişi Türkiye Cumhuriyeti’nin asil kadın milletvekili o zamanki Meclisin %5,6’sını oluşturuyordu. Bu rekor o gün bu gündür halen daha kırılamadı ne yazık ki..
Aşağıdaki listede kimi ülkelerde kadınların seçme ve seçilme hakkını elde edişleri kronolojik olarak gösterilmiştir. Türkiye, birçok Avrupa Ülkesinin şaşkın ve hayran bakışları önünde, bu konuda başı çeken ülkeler arasında gurur ve şerefle yer edinmiştir.
Şimdi ne yazık ki, bu kazanılmış eşit yurttaşlık, eşit insanlık hakkını yitirmeye ve gerek Allah’sız Allah ile aldatanlar gerekse Emperyalist düşmanlar tarafından biat kültürüyle ve kafa karıştıran bin bir çeşit aldatmaca ve safsatalarla ikinci sınıf olmaya insanlık dışı her türlü hal ve davranışlara rıza göstermeye alıştırılmış kadınlar yetiştirilmektedir.

İşte Atatürk;
Böylesine mucizelerle dolu asil bir liderdi

İşte Atatürk;
Gerçek bir islam lideri, gerçek bir Türk liderdi

İşte Atatürk;
Gerçek bir Türk-İslam lideri ardından da dünya da ki Emperyal ülkelere en büyük yumruğu vuran, yedi düvele bunu ilan eden ilk ve tek doğulu liderdi.

Zaten özellikle dünyanın yarattığı Türk’e ve gerçek İslam’a karşı olan dinsel ve ırksal emperyalizm canavarı bu yüzden Atatürk’e o hastalıklı dişlerini saplamaya çalışmıştır. Bunu hiçbir zaman başaramayan emperyalizm bu durumu kıyamete kadar da ATATÜRKÇÜLÜĞE karşı sürdüreceğe benziyor. Ama şunu iyi bilmelidirler ki
‘’Bu topraklarda ve dünyada Türk’ün kudreti ve Mustafa KEMAL’ler hiçbir zaman tükenmez’’

Şimdi sözü Türk Kadınının neredeyse bir asır sonra bu gün ne durumlara düşürüldüğünü ATATÜRK’ün yücelttiği yüce Türk Kadınlarımıza AKP’nin hurafeli, bağnaz, ilkel bakış açısını tüm gerçekliğiyle tarih tarih, madde madde çıkaran, sayın, Emin ÇÖLAŞAN’da ;
Tayyip Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) 1. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde konuştu:
“Kadınların ihtiyacı olan, eşitlikten ziyade eşdeğer olabilmektir. Yani adalettir. Buna ihtiyacımız var. Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz. O fıtrata terstir. Çünkü fıtratları farklıdır, tabiatları farklıdır, bünyeleri farklıdır. Örneğin iş hayatında hamile bir kadını erkek ile aynı şartlara tabi tutamazsınız. Çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi bu tür yükümlülükleri olmayan bir erkekle eşit konuma getiremezsiniz. Kadınları erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız komünist rejimlerde olduğu gibi. Olmaz böyle bir şey.”

* * *

20 Temmuz 2010’da kadın örgütleriyle bir araya gelen Başbakan Erdoğan, “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum, kadın ve erkek farklıdır, birbirinin mütemmimidir (tamamlayıcısıdır)” dedi.
“Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum”… 7 Mart 2011’de konuşan Başbakan Erdoğan, AKP döneminde yüzde 1.400 artan kadına şiddet için “Kadına şiddet abartılıyor” dedi.

* * *

AKP’nin (eski) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ise “Medya olayları abartıyor” demişti.

* * *

“Benim bedenim diyenler feminist…” Kürtajın yasaklanmasının konuşulduğu 2012 yılında da Erdoğan birçok tepki toplayan söze imza attı. “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” diyen Erdoğan’a karşı çok sayıda kadın eylemi yapıldı. Kadınlar sokaklara çıkarken, Erdoğan bu kez de “Benim bedenim, benim kararım diyenler feministtir” dedi.

* * *

Aralık 2011: Ankara’daki Hopa eyleminde polis şiddeti sonucu kalçası kırılan Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş’ın bir bacağı kısalırken, Aktaş zorlukla yürüyebiliyor. Başbakan Erdoğan’ın “O kadın, kız mıdır kadın mıdır bilemem” diye hitap ettiği Aktaş, polislerin saldırısı sonucunda iki ay hastanede tedavi gördü. Aktaş’ın kalça kemiğini kıran polisler hakkında ise suç duyurusunda bulunulmasına rağmen bugüne kadar hiçbir işlem yapılmadı.

* * *

20 Mart 2009: “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek!” Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e göre bu sayı 150-200 bin. Şimşek, “İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında kriz döneminde işgücüne katılım oranı daha artıyor” dedi.

* * *

Şubat 2012: AKP İl Genel Meclis Üyesi Erhan Ekmekçi “Kızlar okuyunca erkekler evlenecek kız bulamıyor” dedi. Çorum Kargı’daki kız çocuklarının okula gönderilme oranları ile ilgili yorum yapan Ekmekçi “Kızlarımız okuyor ama bu seferde erkeklerimizi evlendirecek kız bulamıyoruz” diye konuştu!

* * *

13 Mart 2009: Afyon ve ilçelerini ziyaret eden Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, kendisinden iş isteyen kadınlara ise “Evdeki işler yetmiyor mu?” karşılığını verdi.

* * *

2 Haziran 2012: Samanyolu Haber’e konuşan Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, kürtaj konusunda yakışıksız bir açıklama yaptı. Gökçek, “Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne, anası da ölsün öyleyse” dedi. Gökçek twitter’dan genç bir kadınla kürtaj konusunda polemiğe girerek kadın takipçisine “Sen çok mu kürtaj yaptırdın, bu kadar bağırmanın nedeni bu mu ?” diye yazmıştı.

* * *

“Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar” diyen dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a tepki yağarken, AKP Milletvekili İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün de “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masum. Tecavüze uğrayan da kürtaj yaptırmamalı. Bosna’da kadınlar tecavüze uğradı ama doğurdular” diyerek tartışmalara katıldı.

* * *

Erkek arkadaşı tarafından başı kesilerek katledilen Münevver Karabulut için İstanbul eski Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah “Kızlarına sahip çıksalarmış” dedi.
Tayyip Erdoğan “Çocuğumuz öyle nereye giderse gitsin olmaz. Yalnız bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya gider” dedi.

* * *

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da kürtaj tartışmalarına katılıp, CHP’li Aylin Nazlıaka için “Kürtaj meselesi konuşulurken siz öyle bir söz söylediniz ki benim yüzüm kıpkırmızı oldu. Evli bayan, çocuğu olan bir milletvekili kendisi ile ilgili bir organını nasıl böyle açıkça konuşabilir” diyerek, ‘Vajina’ kelimesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve büyük tepki çekmişti.

* * *

AKP Tokat Milletvekili Zeyid Aslan, kendisine TBMM kulisindeki fotoğraflarını soran kadın gazetecilere “Ben de sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam” dedi.

* * *

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, sunucu Gözde Kansu’nun kıyafetini eleştirerek, “Bir hanım aşırı dekolte ile bir yere giderse kabul edilebilir mi? Bu sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki olmaz böyle kardeşim” diyerek Kansu’nun işsiz kalmasına neden olmuştu.

* * *

3 Kasım 2012: Başbakan Erdoğan partisinin Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşmada “Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir” dedi.

* * *

Vecdi Gönül: “Türk kadını evinin süsüdür.”

* * *

AKP Ünye tanıtım sorumlusu Süleyman Demirci: “Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır.”

* * *

AKP’li yaşam koçu ve aile danışmanı Sibel Üresin: “Kocama arkadaşımı tavsiye ettim, ikinci bir eş almasına müsaade ettim.”

* * *

Prof. Remzi Fındıklı. Polis Akademisi Başkanı: “15’inde kız ya evde, ya yerde olmalı.”

* * *

Tayyip, üniversiteli gençler için “Kızlı-erkekli aynı evde ne yapıyorlar belli değil” dedi.

* * *

Erdoğan’ın 1995’te Kayseri’de Refah Partisi’nin düzenlediği bir gecede yaptığı konuşmasında “Makyaj yapan kadının kaportası bozuktur” sözleri aslında daha o günden AKP’nin kadına bakış açısını gözler önüne seriyordu.

* * *

Erdoğan, zaman zaman konuşmalarında sıkça söylediği “Benim başörtülü bacılarım, kardeşlerim” sözleriyle başörtülü ile örtülü olmayan kadınları kutuplaştırıp ayrıştırmaktan da geri kalmıyor.

* * *

AKP Kırıkkale İl Başkanı Mehmet Demir’in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü mesajı “Onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz” oldu.

* * *

Bülent Arınç Bursa’da bayramlaşma töreninde konuştu: “Kadın iffetli olacak. Mahremi, namahremi bilecek, öyle herkesin içinde kahkaha atmayacak.”

* * *

Sosyal Doku Vakfı kurucusu ve Başkanı Nurettin Yıldız, çalışan kadınları hedef aldı, “Bir kadının çalışmayı tercih ederek fuhuşa hazırlık yapmış olacağını” iddia etti. Youtube’da yer alan videosunda çalışan kadınlar için hakaretamiz suçlamalarda bulundu. “Çalışan kadınların erkekleri doyumsuz hale getirdiğini ve ümmete zarar verdiğini” söyledi. Çalışan kadınlar için “Erkeği ile ilişkisinde kadınlığı arızalıdır” dedi.“ Her çalışan kadın gözü doymamış erkek demektir. Çalışan kadın ya evlenmeyi erteleyerek erkeklerin evlilik sürecini baltalıyor ya da evli olduğu halde çalıştığı için yorgunluğu ve vakit darlığı nedeniyle erkeği ile ilişkisinde kadınlığı arızalıdır. Kadınlığı arızalı olduğu için erkeğin gözü açtır. O evinde erkeğini eksik bırakıyor, erkeği de iş yerinde bir başka kadına musallat oluyor. Böylece fuhuş değil ama fuhuşa hazırlık yapan sürece destek oluyor. Ayrıca çalışan kadın doğurmayan ya da az doğuran kadın demektir. Yani benim ümmetim zarar görüyor.”

* * *

Furkan Vakfı Grubu lideri Alparslan Kuytul’un tesettür ve cinsellik konularında yaptığı açıklamalar şoke etti. Vakfa ait internet sitesinde yayınlanan videoda Kuytul, “Annen de olsa, diz kapağının üstü tahrik eder. İslam gerçeği konuşuyor” ifadelerini kullandı. Kuytul’un tepki çeken açıklamaları şöyle:

* * *

“Ne diyor İslam, annen de olsa diz kapağının altından göbeğine kadar ve sırtına bakamazsın. Annen de olsa, diz kapağının üstü tahrik eder. İslam gerçeği konuşuyor. Hayal aleminde değil İslam. Toz pembe hayallerde gezmiyor İslam. ‘Olmaz canım, annesiyle olur mu, bacısıyla olur mu?’ İslam hayal kurmuyor, gerçeği söylüyor. ‘Olur’ diyor. Biri yapmazsa biri yapar.
‘Olur mu’ diyenlerin başlarına geliyor.”

* * *

İlahiyat Profesörü Orhan Çeker, “Dekolte giyerek tacizciyi tahrik eden kadının da suçlu olduğunu” savundu ve “Tahrik edici kıyafeti” belirleyecek bir komisyonun kurulmasını önerdi.

* * *

TRT’de yayınlanan “Ramazan Sevinci“ programında konuşan Ömer Tuğrul İnançer, hamile kadınların sokakta gezmemesi gerektiğini savunurken bunun terbiyesizlik olduğunu söylemişti. İnançer’in bu sözleri büyük tepki toplarken tüm Türkiye’de protesto edilmişti. Aynı şahıs daha sonra “Çalışan kadın kocasının emrinde olmayı uygun bulmuyor ama patronuna hizmeti haysiyetine uygun buluyor” dedi.

Sayın ÇÖLAŞAN’a ‘’Günümüz Türkiye’sinde çok sayıda kimsenin güçlünün yanında olduğu ama ÇÖLAŞAN’ın güçlünün yanında değil haklının yanında olduğu ‘’ ATATÜRKÇÜ, vatansever, korkusuzca, dim dik duruşundan dolayı minnetle çok takdir ve teşekkürlerimi sunup sözü tekrar ben alıyorum.

Şimdi yüceler yücesi, mert delikanlı, aziz şehit ve gazilerimizin, Atatürk ve tüm silah dava arkadaşlarının, dünyaya ders veren gerçek vatansever tüm yüce Türk Milleti’nin, bedelini kanla, canla, cananla, koluyla, bacağıyla, kardeşiyle, evladıyla, anasıyla, babasıyla, beşikteki çocuğuyla,malıyla mülküyle ödeyerek, yokluk içinde, kan içinde, aç susuz, bitik, virane, ne efsanevi acılarla, çığlıklar, haykırışlar, ağlamalar, hüsranlar içinde, yaşanabilecek en büyük acıları yaşayarak alınan bu cennet vatan, Türkiye Cumhuriyeti’nin dört bir yanı yüreği beş para etmez, amacı para, mal, mülk birde Türk’ün bağımsızlığını, çağdaşlığını, toprağını, dinini, dilini, namusunu, şerefini elinden almak isteyen insan müsveddesi mahluklar tarafından sanki bir kutsal cennet vatanın değil bir dağdaki mağaranın etrafını saran aç, kudurmuş, cani, yırtıcı canavarlar gibi sarmışlardır.
Yüce Atatürk’ün ‘’YÜCE TÜRK MİLLETİ’’ ne gençliğe hitabesinde bahsettiği gibi tüm önemli can damarlarımız özellikle de cumhuriyetin beslendiği ATATÜRKÇÜ tüm önemli damarlar kurutulmaya çalışılmakta, haince pusuya düşürülen tüm değerlerimiz asimile edilmekte, binlerce kanlı ve canlı kurşunla alınan her nice şanlı değerlerimiz bir kurşun bile atmadan vampir dişlerini şah damarımıza geçirip canice gasp edilmiş, tüm tersanelerimize girilmiş ve Allah ile aldatanlarla tüm Emperyalist eli kanlı zebani topluluğu el ele vermiş eşkiyaya eşkiya, teröriste terörist deme kudretini, iradesini göstermekten aciz kalmış, vatan nedir, millet nedir, şehit nedir, gazi nedir bi haber soyunu sopunu unutmuş kendini yüce Türk’den başka her şey zanneden bir Meclisle baş başa muhtaç ve mecbur bırakılmıştır.
Ve yine aynı Meclis hem de kendi yapmış olduğu araştırmasına göre, Dünyada kahpece eli kanlı terör örgütleri içinde eşi benzeri bulunmayan devasa sayılarla yüce Türkiye Cumhuriyeti’nin canına ve toprağına, bağımsızlığına kast eden, Türkiye'de son 30 yılda toplam 35 bin 566 ana kuzusu, yiğit anlı şanlı askerlerimizi ve sivil halkımızı katletmiş lanetli PKK terör örgütü ile aynı masaya oturmuş salyalarının altından hep birlikte aziz şehit ve gazi ailelerimizin asil yüzlerine bakarak sanki hiçbir şey olmamış gibi sanki kümesten sadece 35 bin 566 tavuk katletmişler gibi her şeyi unutmuş tavukların sahibiyle bir uzlaşma barış süreci başlatmışlar lay lay lom kırlarda koşuyorlar koşarken de hayasız insanlar bir halt yaptıklarını zannedip bu yüce Türk Milleti’ ni bu kadar acınası aciz duruma düşüren adama da dünya lideri diye böğür böğür böğürmekteler.
Eğer ‘’ KOCA GAZİ ATATÜRK ‘’ bu gün bu durumları görse yaşasaydı o Meclisi onlara dar eder, doğup doğmayacaklarına, Meclisin içine girip girmeyeceklerine pişman ederdi. Bunun ÇANAKKALE’ de, KURTULUŞ’ da, saraysız, evsiz damsız, aç susuz, beş meteliksiz, silahlı silahsız gerektiğinde çarıklı çarıksız, çok canlı, çok şanlı, çok destansı dünyada tek deste deste örnekleri mevcuttur.

***********************************************************************************
YÜCE TÜRK ÇOCUĞU
Korkma sen; Eyy nesli iki cihanda şanlı güzel
Gazi’nin kağnıları ÇANAKKALE’den KURTULUŞ’a gider
Elbet bir gün olacak sana zulm eden Meclis mahşer
İşte o zaman dolacak vatana Nes-li Kemaller

İstiklal ve bayrak uğruna canı cananı her şeye değer
Ne mutluTürk’üm diyene heyy! Emperyal dünya ödendi bedel
Olsun Şehitlerimiz ruhu şad, cennette mutlu seni bekler
Yüce Türk çocuğu dinde Muhammed ırkda Mustafa sana yeter
***********************************************************************************
Hasan DURGUT

İyi bak canım kardeşim bırak dünyayı bir karınca yuvasının lideri olabilmek için bile ne meharetler gerekiyor ki sen dünya liderliğinden bahsediyorsun, dünya lideri olabilmenin yüzlerce maddelerinden sadece bir şekli aşağıda duruyor, bir oku ve ne olur bin anla artık çünkü vakit kalmadı çocuk.


•1893 Yeni Zelanda
•1902 Avustralya
•1906 Finlandiya
•1913 Norveç,
•1915 Danimarka ve İzlanda
•1917 Kanada (Quebec bölgesi dışında)
•1918 Rusya, Almanya, Avusturya
•1920 ABD
•1928 İngiltere
•1934 TÜRKİYE CUMHURİYETİ, Brezilya ***
•1945 Fransa, Japonya
•1946 İtalya, Arjantin, Meksika
•1947 Çin
•1971 İsviçre
•1994 Güney Afrika Cumhuriyeti

Seçimlerden üç ay sonra da 27 Mayıs 1935'te 23 Nisan günü "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" olarak kutlanmaya başlandı. UNESCO'nun 1979'u "Çocuk yılı" ilan etmesiyle birlikte 23 Nisan günü uluslar arası bir nitelik kazandı.

Mebrure Gönenç bu ilk kadınlardan; Afyonkarahisar'dan seçilerek TBMM'ne geldi. Peki kimdi Gönenç?

İstanbullu öğretmen
Mebrure Gönenç, 1900'de İstanbul'da doğdu. İlköğrenimine Üsküdar Doğancılar'daki, Kız Sanayi Okulu'nda başladı. Öğrenimini Beşiktaş Akaretler'deki özel bir okulda sürdürdü. 1919'da Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nden mezun oldu.

İngilizce'nin yanı sıra Fransızca ve Almanca da bilen Gönenç, Çamlıca Kız Lisesi'yle bir özel okulda İngilizce öğretmenliği yaptı.

1929'da Kıbrıslı Doktor Remzi Bey ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı dünyaya gelen Mebrure Gönenç, eşinin görevi nedeniyle bir süre Mersin ve Adana'da yaşadı.

Atatürk'le tanışma

Kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanması üzerine Mersin Belediye Meclisi üyeliğine ve ardından İl İdare Kurulu'na seçildi.
1935 seçimleri öncesi Mersin'e giden Atatürk ile tanışma fırsatı bulan Gönenç, Atatürk'ün tavsiyesi ve arkadaşlarının da desteği ile Afyonkarahisar'dan Milletvekili adaylığını koydu.

Atatürk'ün kararı

O dönem Atatürk'ün Silah Arkadaşı ve Türkiye'nin ilk Ulaştırma Bakanlarından Ali Çetinkaya, Afyonkarahisar Milletvekilliği için başka bir kadının ismini gündeme getirirken, Atatürk'ün isteği üzerine Mebrure Gönenç, Afyonkarahisar milletvekilliğine aday gösterildi ve seçildi.

Üç dönem Mecliste

Afyonkarahisar'a hiç gelmeden milletvekili seçilen Gönenç Afyonkarahisar milletvekilliğini üç dönem sürdürdükten sonra 1946 milletvekili seçimlerinde kazanamadı. .

Mebrure Gönenç 1900 yılında İstanbul'da doğdu. İlk öğrenimine Üsküdar Doğancılardaki Kız Sanayi Okulunda başladı, Beşiktaş-Akaretler'deki özel bir okulda sürdürdü. 1919 yılında Kolej'den mezun oldu. Bir süre Çamlıca Kız Lisesi'nde, bir süre de özel bir okulda ingilizce öğretmenliği yaptı, ingilizce'den başka Fransızca ve Almanca da bilirdi. 1929 yılında Kıbrıslı Doktor Remzi Beyle evlendi. Eşinin görevi nedeniyle bir süre Adana ve Mersinde bulundu. Bu evlilikten iki kız dünyaya getirdi. 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkının sağlanması üzerine, önce Mersin Belediye Meclisi üyeliğine, sonra İl İdare Kurulu'na seçildi. Bu faaliyetler ona. Atatürk'le tanışma imkânını sağladı Mebrure Gönenç, 24 Temmuz 1972 tarihinde bana şöyle yazmıştı:
"... O günlerde Atatürk vapurla bir cenup seyahatine çıkmıştı arada Mersin'e de uğradı, fakat karaya çıkmadılar. Onun için vali ve belediye reisi vapura kadar giderek kendilerine hoş geldiniz dediler ve beni de beraberlerinde götürdüler. 1935 Meclis seçiminde, bir takım dostlarımın teşvikiyle de adaylığımı koydum ve sonunda Afyon Milletvekilliğine seçildiğimi öğrendim. Tabii bu benim için mutlu olmakla beraber hayli heyecanlı bir hadise oldu. Nihayet Meclise devama başladıktan sonra diğer arkadaşlarla olduğu gibi Ali Çetinkaya ile de tanıştık.

Sonra bir gün kendisi bana anlattı: Meğer seçimin ilk günlerinde Afyon'a bir başka kadın aday ismi vermişler. Fakat son karar toplantısında o İsim kalkmış, yerine benimki konmuş. Buna Çetinkayâ’ nın çok canı sıkılmış ve Atatürk'e üzüntüsünü söylemiş. Nihayet mesele hallolduktan sonra bana kendisi hakkında tahkikat yapmıştım, iyi bir öğretmen, dürüst bir insanmış, ben o ismi beklerken, onun yerinde son listede hiç tanımadığım bir isim çıktı dedim. Atatürk’e bana, hiç merak etme bu adayı ben de gördüm, hiç senin anlaşamayacağın bir insan değil. dedi... Afyon için ben arzu etiğim kadar, bilhassa o zamanlar daha da tecrübesiz olduğum için arzu ettiğin Kıymette bir şeyler yapamadım. Halkla temasa çalıştım, eğitim meseleleriyle alâkadar oldum. Kabiliyet ve istidadı olup da yüksek tahsile oralarda imkân bulamayan gençlere yardım etmeye çalıştım. Eğer hatalı bu iş de yaptıysam Allah beni affetsin!..."

Mebrure Gönenç, TBMM'nde Afyonkarahisar'ı 4., 5., 6. ve 7. dönemlerde temsil etti ve bu görev ,1946 yılına kadar devam etti. Zira o yılki seçimlerde kaybetti. Gönenç Ankara'da vefat etti.



FAYDALANILAN KAYNAKLAR

Prof. Dr. TURHAN FEYZİOĞLU’ nun yazısının ve kaynaklarının tamamı
Kaynak;
2 Enver Ziya Karal, “Atatürk ve Kadın Sorunu” {Atatürk ve Devrim, Konferans ve Makaleler, Ankara 1980), s. 118
3 Aynı eser, s. 118.
4 Enver Ziya Karal, age., s. 119-120; Emel Doğramacı Türkiye’de Kadın Hak­ları, Ankara 198a, s. 3 ve devamı; Sıdıka Tezel, “Atatürk ve Kadın Hakları” (Kadın Dernekleri Federasyonu ve Gönüllü Kuruluşlar, Ankara 1983) s. 1-3.
5 Kadınlar tarafından veya onlar adına hastaneler, kitaplıklar, bilim kurumları vb. için bk. A. Afet inan, “Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması”. İstanbul, 1968, s. 40 ve s. 73-77.
6 Daha geniş bilgi için bk. Enver Ziya Karal, age., s. 121-122.
7 Emel Doğramacı, age., “Bazı Örneklerle Türk Edebiyatında Kadın” bölümü, s.23-80.
8 Bu dernek ve İkinci Meşrutiyetten sonra kadınlarımızın dernek kurma ve yayın faaliyetleri hakkında, bk. Gülgün Bolat, “Cumhuriyet Öncesi Kadın Dernekleri”(Atatürk ve Kadın Hakları, Kadın Dernekleri Federasyonu ve Gönüllü Kuruluşlar. Ankara 1983, s. 177 ve devamı).
9 Halide Edib’in bu konudaki çalışmaları ile ilgili değerlendirmeler için, Emel Doğramacı, age., s. 53-71.
* Şefin: şeriatın, müfessirin: yorumcunun.
10 Uriel Heyd: Türk Ulusçuluğunun Temelleri, (K. Günay Çevirisi). Ankara1979, s. 112.
11 Ziya Gökalp’ın şiirleri toplu ve düzenli olarak, Fevziye Abdullah Tansel’in Ziya Gökalp Külliyatı-I Şiirler ve Halk Masalları (Türk Tarih Kurumu Yayını, 2. basım, Ankara 1977) adlı eserinde bulunabilir
12 19 Ağustos 1920 tarihli Malta mektubu (Bk. Emel Doğramacı, age., s. 75-76, Fevziye Abdullah Tansel, age., c. II, s. 414).
13 Arap harfleri yerine Lâtin harflerine dayalı bir Türk alfabesi yapılmasından şer’î mahkemelerin kaldırılmasına, medrese, tekke ve zeviyelerin kapatılmasından çağdaş bir eğitim sistemine geçilmesine ve sanayileşmeye kadar pek çok yeniliğin önerildiği bu ilginç yazı hakkında daha fazla bilgi için bk. Peyami Safa, Türk inkı­lâbına Bakışlar, İstanbul 1938, s. 51-56; Bernard Lewis. The Emer gence of Modem Turkey, Oxford University Press, ig62, s. 231-232. Turhan Feyzioğlu, “Türk inkılâbının Temel Taşı Lâiklik”, (Atatürk Yolu, adlı ortak eser, İstanbul 1981), s. 190-192.
14 Daha geniş bilgi için Ebul’üla Mardin’e Armağan adlı eserde Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun “Aile Hukukumuzun Tedaini Meselesi” başlıklı incelemesine ve Ömer Lütfü Barkan’m “Türkiye’de Din ve Devlet İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi” başlıklı bildirisine (Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri, Ankara 1975, s. 97) bakılabilir.
15 T. Feyzioğlu, age., s. 192-207.
18 Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hâtıra Defteri, T. Tarih Kurumu yayını. Ankara 1972, s. 75-76.
17 6 Temmuz 1918 gününe ait notları (nakleden A. Âfetinan, “Türk Kadın Haklarının Tanınmasının Kültür Devrimindeki Önemi” (Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi, RCD Semineri) Ankara 1972, s. 115.
18 31 Ocak 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. II, 2. baskı, Ankara 1959, 85-86.
19 31 Ocak 1923, Aynı eser, s. 86.
20 21 Mart 1923, Aynı eser, s. 147-148. Türk kadınının Bağımsızlık Savaşı’nda gösterdiği kahramanlığın örnekleri için bk. Burhan Göksel, ‘Atatürk ve Kadın Hak­ları”, “Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. 1, sayı 1, s. 223-226; Sıdıka Tezel, age.,s. 7-10; A. Afetinan, Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görevleri, İstanbul 1975,s. 102-103, Bekir Sıtkı Baykal, “Millî Mücadelemde Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. 1, sayı 1 ve 2.
21 TBMM Tutanakları, Dönem IV. toplantı 4, s. 25, 5 Aralık 1934, İkinci Oturum, s. 82-83.
22 21 Mart 1923, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. II, 2. baskı, Ankara 1959, s. 152.
23 Aynı eser, s. 152-153; Utkan Kocatürk, age., s. 97.
24 21 Mart 1923. Aynı eser, s. 151-152; Ayrıca bk. Utkan Kocatürk “Atatürk ve Aile”, Atatürkçülük, İkinci Kitap, Ankara 1983, s. 205-209.
26 1925, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. II, 2. basım, Ankara 1959, s. 216.
26 Bu konularda ayrıntılı bilgi bütün Medenî Hukuk kitaplarının Aile ve Miras Hukuku bölümlerinde bulunabilir. Ayrıca bk. Coşkun Üçok-Ahmet Mumcu, Türk Hukuk Tarihi, Ankara 1976; Emel Doğramacı, age., s. 87; E. Akyüz, “Atatürk’ün Aile Hukukuna İlişkin Devrimleri” {Atatürk Devrimleri ve Eğitim Sempozyumu, Ankara 1981) s. 81-93.
27 Bu adımın güçlüğünü, derin anlamını, inkilâpçı karakterini ve tamamlanması Kadın Hakları,” Türk Dili, Mayıs 1981, sayı. 353). Sadık Rıfat Paşa, Tanzimat Fermanı’ndan beş yıl sonra, Stratford Canming’e siyasî konularda reform yapabilece­ğini, fakat dine dayalı kanunlara dokunmaya, Padişah dahil, hiç kimsenin gücünün yetmeyeceğini söylemişti (Bernard Lewis, age., s. 101).
28 Turhan Feyzioğlu, age., s. 185-302.
29 Sorunun hukukî boyutları yanında sosyolojik boyutlarını da incelemek için başvurulabilecek temel incelemelerden biri, Nermin Abadan-Unat’ın, Top­lumsal Değişme ve Türk Kadını (Ankara 1979) başlıklı eseridir. Ayrıca bk. Burhan Göksel, age., s. 230-235. Emel Doğramacı, Kültürel Etkinliklerde Kadın ve Atatürk (Atatürk ve Kültür, Hacettepe Üniversitesi Yayını, Ankara 1982), s. 79-86.
30 Emel Doğramacı, Türkiyede Kadın Hakları, Ankara 198a, s. 89 ve orada gösterilen kaynaklar.
31 Bu konuda bk. Geoffery Lewis, Modern Turkey, New York 1974, s. 234-236.
32 Kadın hakları konusunda daha etraflı inceleme yapmak için başvurula­bilecek kitap ve makalelerin geniş bir listesini îsmet Gönülal’ın “Türk Kadını ve Kadın Hakları Kaynakçası” adlı eserinde bulmak mümkündür. {Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. 1, Sayı 2’den ayrı basım, Ankara 1985).
T.B.M.M. Kaynakları


Araştıran, yorumlayan, derleyen;
HASAN DURGUT - YÜCE TÜRK MİLLETİ - (TCHKD)

Yorum Gönder

1Yorumlar
  1. Ne de güzel ATATÜRK' ün yücelttiği TÜRK kadını olmak !.....''Ne Mutlu ATATÜRK' ün Türk Kadınıyım Diyene '' !......................................................

    YanıtlaSil
Yorum Gönder