Milli mücadelenin kahraman kadını: "Kara Fatma"

İstiklâl Savaşı’nda 700 kişilik birliğe komutanlık yaptı. Savaştan sonra verilen maaşı, ‘Ben vatanı para için kurtarmadım’ diyerek bağışladı. Yoksulluk içinde öldü. İstiklâl Madalyası’nın gururuyla yaşadı. İşte bir abide kadın: Kara Fatma!


Milli Mücadele kahramanlarımızdan ‘Kara Fatma’ Fatma Seher Hanım’ın bu yıl 60. ölüm yıl dönümü. O yıllarda yaklaşık 700 kişiye komutanlık yapan ve birçok çatışmaya girerek gazi olan Kara Fatma, yoksulluk içinde yaşadığı İstanbul’da 2 Temmuz 1955 günü hayata veda etti. Geride ise onurlu ve örnek bir yaşam bıraktı.

HER CEPHEDE SAVAŞTI
1878 yılında Erzurum’da doğan Fatma Seher, Balkan Harbi’nde eşi Binbaşı Derviş Bey’in yanında bulundu. Cihan Harbi’nde bir grup kadınla Kafkas Cephesi’nde savaştı. 275 kişiye komutanlık yaptı. Mütareke yıllarında eşini kaybetti. Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın karşısına çıktı. Onun görevlendirmesi üzerine İstanbul’a gelerek Millicilerin emrinde çalıştı. Kurduğu 480 kişilik müfrezeye komutanlık yaptı. Yanında 9 yaşındaki kızı Fatma da vardı. İzmit’in işgali sırasında Yunan ordusuna esir düştü. 19 gün sonra nöbetçiyi kandırıp kaçtı. İnönü Savaşı, Sakarya Savaşı ve Büyük Taarruz’da bulundu. Birliğinde 700 erkek, 43 kadın vardı. 28 kadın arkadaşını da şehit verdi. Kendisi de birçok kez yaralandı. Çavuşlukla başladı, milis üsteğmenlik rütbesiyle silah bıraktı.

SOVYET ELÇİLİĞİ’NDE
1 Mayıs 1922 günü Sovyet Büyükelçiliği’nde düzenlenen İşçi Bayramı programına özel olarak çağrıldı. Büyük ilgi gördü. Ordumuza yardım amacıyla düzenlenen atış müsabakasında birçok subay ve sivili geride bırakarak birinci oldu. Keskin nişancılığını göstermişti. Gümüş tabakayı Mustafa Kemal Paşa’nın elinden aldı. O günlerde Ankara’da bulunan Sovyet ressam Lansere, onun portresini yaptı. Namı Sovyetler Birliği’nde duyuldu. Özel davet üzerine 1922 yılında Sovyet Rusya’nın Kırım şehrine gitti. Herkes onu kahraman olarak karşıladı. Kadınlar gıptayla baktı. Ona tabanca armağan edildi. Dönüşte Trabzon’daki Sovyet Konsololosluğu da ona altın saat hediye etti. (S.İ. Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları C.1, Cumhuriyet Kitapları Yeni Gün A.Ş. İstanbul, 1997, s.97-98, C.2, s.155-156)

TRIKOPIS’İN KARŞISINDA
Ayağının tozuyla hemen cepheye koştu. Büyük Tarruz sırasında Yunanlara esir düştü. Kara Fatma’nın yakalandığını söylediklerinde Trikopis memnun bir edayla, “Demek Türk Jandark’ı yakalandı ha!” dedi. Trikopis ekledi: “Bekliyordum bu Türk savaşçısını!” O ise kendinden emin ve başı dik bir şekilde Trikopis’e çıkarıldı. Kara Fatma, asker üniforması ve başında yazmasıyla Trikopis’in karşısındaydı. Belindeki tabanca ise alınmıştı. Elleri de bağlıydı. Yunan Başkomutanı Trikopis kendini beğenmiş bir edayla Kara Fatma’ya baktı, şaşkınlığını gizleyemedi. Çünkü o iri yarı bir savaşçı beklemekteydi. Küçük boylu, kara yağız, orta yaşlarda bir kadını görünce hayretten, ağzı bir karış açık kaldı:
“Sen misin Kara Fatma dedikleri” diye sordu.
“Anadolu’daki Kara Fatmaların en kuvvetlisi benim” diye cevapladı Kara Fatma.
Üç kez ismini tekrarladıktan sonra,
- Ee çekirge bir sıçrar iki sıçrar, sonra böyle elimize geçer!
- Daha savaş bitmedi Komutan! Bakın top sesleri geliyor.
- Evet geliyor. Ancak o toplar bizim!
- Ben buraya cepheden geldim Komutan! Askerleriniz önümden kaçıyordu. Hepsi çil yavrusu gibi dağılmıştı. Siz cephede değildiniz galiba?
- Ne diyor bu kadın? Görüşmemiz bitmiştir. Gidebilirsiniz!” (Ercan Dolapçı, Milli Mücadele’de Kadın Kahramanlar, Kitap taslağından-2015)
Onun esareti kısa sürdü. Bir yolunu bulup kaçtı ve Büyük Zafer’in coşkusunu yaşadı...

EMEKLİ MAAŞINI BAĞIŞLADI
İstiklâl Madalyası’nı göğsüne gururla taktı. Bağlanan emekli maaşını ise, “Vatanımın büyük kurtarıcısı Ebedî Şef’in, lâyık olmadığım büyük iltifâtı beni son derece sevindirmiştir. Esasen bütün emel ve arzum, yapmış olduğum hizmetten hiçbir menfaat beklemiyorum. Bu itibarla taltif edilmiş olduğum rütbenin mukabilinde verilecek maaşımı Kızılay’a terk etmekle son vazifemi yaptım” diyerek bağışladı.
Uzun yıllar izini kaybettirdi. Bu sırada -bir çatışmada 2 elini ve akli dengesini kaybeden- kızının
6 çocuğunu sahiplendi, onlara baktı. Takati düştüğünde tanıyanlar yardım etti. Bir ara İstanbul Beyoğlu’ndaki Rus Manastırı’na sığındı. Kendisi yerde yatarken, torununu tahta yatakta yatırdı. Gururundan, tanınmamak için milli kahraman olduğunu kimseye söylemedi. Burada izini bulan Yedigün dergisi muhabiri Mekki Sait (Esen)’e yaşadıklarını anlıtırken bile dikkatliydi. Yanındakiler tanımasınlar diye onu dışarı çıkardı ve aralarında şu diyalog geçti:
“Kara Fatma’nın odasına girdiğimiz dakikadan itibaren yanımızdan ayrılmayan küçük Valântin, âdeta kulağımıza fısıldar gibi,
“Vaziyeti çok fena” dedi. “Acaba niçin bir iş bulmuyor da sağa sola çatıyor!”
Kara Fatma öfkelendi.
“Sen çekilsene bakalım odana! Bizi biraz yalnız bırak. Belki aramızda konuşacak şeylerimiz var” Sonra bize döndü.
“Canım”, dedi. “Biz kendi aramızda dertleşeceğiz. Bunun burada işi ne? Ben babasına cephede kurşun atmışım, kızı burada bana lâkırdı atıyor.”
“Sinirlenme canım” dedik.
“Onlara hâlimi belli etmek istemiyorum. Hatta başka yerde eşyalarım olduğunu, torunlarımı sağlam yetişsinler diye tahta üstünde yatırdığımı söylüyorum. İşten bahsediyor. İş bulamıyorum ki. Kapıcılık, kolculuk bulsam. Çöpçülüğe de razıyım. Kızımla torunlarıma bakayım yeter” diyordu. (...) Kadıncağız ağlamaya başladı.
Bazen çocukların elinden tutuyor, “Şu yetimler aç kalmış, ölecekler” diye torunlarım olduğumusezdirmeden, onlar için yardım toplamaya çıkıyorum, ne yapayım, siz söyleyin! (Yedigün, 9 Ağustos 1933)

YARDIM KAMPANYASI BAŞLATILIYOR
Kara Fatma’nın yoksulluk içindeki yaşamı uzun yıllar sürer. 1946 yılında Defterdarlık’ta bir iş temin edilir. Belediye tarafından da yardım edilir. Belediye Başkanı Lütfi Kırdar, Kara Fatma’nın torunlarını okutmak için yatılı bir okula yazdırır. Bu sırada namını duyan İngiliz bir gazeteci Kara Fatma’ya ulaşır. Onunla mülakat yapar. Kara Fatma gururlu bir insandır. Perişan hâlinin duyulmasını istemez. Gazetecinin “Ayda kaç lira alıyorsun, evin var mı?” sorusuna: “800 lira alıyorum, 500 lira da Halk Partisi veriyor, hükûmet bana 5 katlı bir ev aldı” şeklinde cevap verir. Oysa böyle bir şey yoktur. Kasımpaşa’da kaldığı bir barakada ise hastalık ve sefalet içinde sürünmektedir. Ayda da 40 lira almaktadır. O ise yabancılar karşısında aciz hâlde görünmek istemez. Çünkü onlara cephede kurşun atmıştır!

KADINLAR SAHİP ÇIKTI
17 Nisan 1950 tarihli Kadın gazetesi ise onun içinde bulunduğu durumu ise şu satırlarla anlatır: “Bütün dünyanın tanıdığı, sadece tanımakla kalmayıp takdir ve takdis ettiği bu kahraman Türkkadını, bugün korkunç bir ihmal ve lakaydinin dayanılmaz ıstıraplarını çekmekte, canlı bir sefalet numunesi hâlinde aramızda dolaşmakta, tek kelime ile sürünmektedir. Zaman zaman gazeteler yardım listesi açıp hamiyetli vatandaşlarımızı yardıma çağırmasalar, bazı hayırseverler tarafından iyilik ve şefkat müsa- merelerinin hâsılatı kendisine armağan edilmese, bu asil ve fedakâr kadını maalesef ayakta tutamayacağız. Çünkü ona ayda 40 lira verebiliyoruz. Bu kadar az bir parayla, her şeyin ateş pahasına olduğu bir zamanda, İstanbul gibi bir yerde, kendisinden başka altı torununa bakmak zorunda olan bu kadıncağız, sürünmez de ne yapar?”
Kars milletvekillerinin 17 Şubat 1954 günü TBMM’ye verdikleri önergeyle 170 lira maaş bağlandı. Bu maaşla da yaşlı bedenini İstanbul Darülaceze’ye attı. 2 Temmuz 1955 sabahı 77 yaşında vefat etti. Gazetelere küçük bir haber oldu... Tıpkı diğer silah arkadaşları gibi...

Kaynaklar:
1- Fevziye Abdullah Tansel, İstiklâl Harbi’nde Mücahit Kadınlarımız, Atatürk Kültür Merkezi
Yayınları, Ankara, 1988.
2- Ferhat Uyanıker, Millî Mücadelede Türk Kadını, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara, 2009, s.56-65.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)