Üniversiteden Darülfünuna…



Darülfünun Arapça dar (ev) ve fünun (fenler) sözcüklerinden türetilmiş, "üniversite" anlamında kullanılan Osmanlıca bir sözcüktür. Darülfünun 1900’lü yılların başlarında kurulan yükseköğrenim kurumudur. Dönem dönem kapatılıp açılan Darülfünun, son olarak 1933 yılında yapılan “üniversite reformu” ile kapatılıp, İstanbul Üniversitesi olarak açılmasından bu yana önemli gelişmeler kaydetti. Kurumsal anlamdaki gelişmeler “bilim üretmek, aktarmak, yaymak” ile sınırlı kalmadı. Özellikle Yüksek Öğretim Kurulu (1982) oluşturulmasından sonra zihinlerdeki üniversite kavramı evrensel ölçütlerden uzaklaşıp, ticari emtia, yerel kalkınmayı ivme kazandıran yatırım aracına evirildi. Dev bir Kamu İktisadi Teşebbüsüne dönüştürüldü.

Ülkemizde toplam 193 adet (109’u devlet, 76’sı vakıf üniversitesi, 8’i vakıf Meslek Yüksekokulu) yükseköğrenim kurumu vardır. Toplam altı milyon öğrenci eğitim görmekte, 148.903 adet öğretim elemanı ve binlerle ifade edilen idari çalışan, işçi görev almaktadır. Üniversitelerin sayısal büyüklüğü (öğretim elemanı, çalışanları, öğrencisi, fiziki yapılar) ile kuruldukları kentlerin en büyük Kamu İktisadi Teşebbüsüdür. Kuruldukları kentlerde ticari hareketlilik getirmiş; yeni iş kollarının gelişmesine, binlerce kişinin iş bulmasının önünü açmıştır. Üniversite kavramındaki evirilmeyi keşfeden siyasiler, ticaret/esnaf odaları başkanları kentlerinde üniversite kurulmasına istediler. Bugün kentlerimizin tamamında en az bir üniversite, ilçelerinde bir meslek yüksekokul vardır.

İktidarlar ve yerel güçlerin üniversiteleri ticari emtia olarak görmesine YÖK’ünde destek vermesi üniversite kavramının içine boşalttı. İllerde Devlet Su İşleri, Tarım İl Müdürlüğü gibi yatırımcı kurum olarak görülmesine, üniversiteleri yüksek orta öğretim kurumlarına dönüşmesine sağladı. Bu anlayış/dönüşüm “veba” gibi başta rektörler olmak üzere öğretim elemanlarına (akademisyen) bulaştı. Taşra üniversitesi rektörleri kentlerinde “protokol da yer kapma” mücadelesi vermekte, kendilerini vali’nin tüm çağrılarına katılmakla görevli sanıyorlar. Öğretim elemanları “özgür/özerk” üniversite olgusunu bilmediklerinden düşüncelerini ifade edemiyor. Akademik derinlikten yoksunluğun getirdiği edilgenlik nedeniyle korkak ve ürkekler. Bilim üretmekten vazgeçmiş; rektörden, cemaat önderlerinden gelecek uyarıya odaklanmışlardır.

Üniversitelerimizin sürüklendiği konum 1933 “üniversite reformu” öncesini anımsatmaktadır. Darülfünun kurumsal olarak ülke yönetiminin değiştiğinin ayırtına varamamış, müderrisler (öğretim elemanı) “zihinsel devrim”i gerçekleştiremediklerinden ülkedeki değişimi önderlik yapamadılar. Bugün üniversitelerimizin durumu farlı değildir. Ülkemizin siyasi, ekonomik sorunlarının arttığı, etik değerlerin aşındığı, toplumsal barışın bozulmaya çalışıldığı bir dönemde sessizliğe gömülmüştür. Kamusal duyarlılıklarına yitirmişler, hukuksuzluğa, insan hakları ihlallerine, günlük yaşamımızdan bilimin ötelenerek doğmaların egemen olmasına sessiz kalmaktadırlar.

Üniversitelerimizin darülfünuna dönüşmesine izin veremeyiz. Ülkenin gelişmesi, geleceği güvenle bakabilmesi üniversitelerin yetiştireceği bilgili, özgüveni tam gençlerle mümkündür. Bunun yolu da özgür/özerk üniversitelerden geçer. Düşündüğünü ifade edemeyen korkak/ürkek öğretim elemanları ile olmaz. Süreç devam ederse eğer, üniversitelerimizde özgür düşüncenin egemen kılınması için 1933 üniversite reformundan daha radikal bir reform yapmak zorunda kalacağız.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)