Plaza dili konuşan girişimciden esnaf olur mu?


Uludağ Üniversitesi İşletme Topluluğu ULİT tarafından düzenlenen 11. Ulusal Profesyoneller ve Başarılı Yöneticilerle Sektörler Kongresi’nin son günü konuklarından sonuncusu BoraJet CEO'su Fatih Akol olmuştu.
Diğer iki konuk olan Sadettin Saran ve Hasan Duman'ı önceki yazılarımda anlatmıştım uzun uzun. Ülkenin içinde bulunduğu yoğun gündem ise Fatih Akol'un söyleşisini kongre ertesinde anlatmama izin vermemişti.
Kısmet bugüne imiş diyelim ve söze girelim.
****
Kongrenin son gününün son konuğu olmak zordu aslında. Kendisini dinleyenlerin ilgisini üzerinde tutmak, onlara sesini duyurmak ve en çok da yaşanmışlıklarından kendilerine pay çıkartmalarını sağlamak. Kısacası kendisini dinleyen öğrencilere dokunmak...

Fatih Akol konuşmaya başladığında neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. BoraJet'le ve kendisiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Merak ediyordum bir yandan da, acaba öykü nasıldı, bu yolculuk nasıl başlamış ve buralara nasıl ulaşmıştı?


Onun ağzından dinleyeceksiniz bu konuşmayı. (*)'lar ile araya ben de gireceğim elbet. 
"18 Start Up'ım var" diyerek söze başladı Fatih Akol. Sonrası aktı gitti. 
18 kez sıfırdan şirket kurdum, büyüttüm ve sattım. Sadece Türkiye'de değil, diğer ülkelerde de yaklaşık 60 tane şirket yapılanmasına taraf oldum.  Bu konuda ciddi deneyimim var.

"Sermayeye ihtiyacınız yok"
Girişimci olmak isteyenlere müjde, hiçbirinizin bir sermayeye ihtiyacı yok. Üçüncü kuşak bir milyarderin girişimcilik anlatması değildir zaten girişimcilik. O yatırımcılığı anlatabilir ancak. O sermayedardır.
Girişimcilik sermayedar değildir. Dolayısıyla girişimcinin hiçbir zaman sermayeye ihtiyacı yoktur. Girişimcilik budur. Benim hiç sermayem olmadı.
Kurduğum 18 şirketi kendi paramla kurmadım. Yapılanmasını yaptığım 60'ın üzerinde şirketin yapılanmasını da kendi paramla yapmadım. 

"Matematik 4,5'dan 5"
Adanalıyım. Lise Adana'da lise bitti. Akademik başarım ortalarda idi. 80'lerin başında bilgisayar mühendisi olmaya karar verdim. İngilizcem yoktu ve Matematiğim 4,5'dan 5 kıvamındaydı. Ne yaptım ettim ABD'de bilgisayar mühendisliği okumaya gittim. (* Sermayesiz girişimcilik ilk sinyalini burada veriyor.)
Orta halli bir ailenin çocuğu olarak, 17-18 yaşlarımda cebimde birkaç aylık para ile New York'a gittim. "Portugal Juice" uydurmasıyla portakal suyumu da içtim uçakta. 
Amerika'ya "My name is ......." düzeyinde inişimin ardından hızlıca dil öğrendim, paranın bitmesine yakın kendime bir iş buldum. İşim, bir Amerikan lisesinde Osmanlı tarihi dersi vermek. Birkaç bir şey biliyordum derslerden ama oradakiler bana "muhteşem adam" gözüyle baktılar. Çünkü onlar Türkiye'nin ne yerini, ne de varlığını biliyorlardı.

"İş bakıyorum"
Dil okulunu bitirdikten sonra bilgisayar mühendisliği bölümüne kabul edildim. Okuyorum ama hep iş yapmak vardı aklımın bir köşesinde. Ülke olarak ihracatımız çok düşüktü o dönemde. İncir koruma kanunu vardı mesela. İnciri bile dışarı çıkartamıyordunuz.

Fındık fıstık oooo ooo
ABD'de marketlerde dolaşırken bir cam kavanozun dibinde fıstıklığını kaybetmiş bir avuç fıstık gördüm. Ve o fıstık orada çok pahalıydı. İncir ve çerez ihtiyacı olduğunun farkına varıp, Türkiye'den ABD'ye fındık-fıstık ihracatı yapmaya karar verdim.

Office Boy Fatih
Bu arada da dünyanın en büyük yatırım bankası Salomon Brothers'da çalışmaya başladım. 'Office Boy'luk yaptım orada. Sabah erken gelen teleksleri okur, şirkette o gün ne olacak ilk önce ben öğrenirdim. Doğru dedikoduyu doğru kişiye götürerek epey bir karizma yaptım.

TUSA ve Porsche
Fındık-fıstığı kime satacağımı aramaya başladım. Salomon Brothers'dan kendime benim gibi parasız bir ortak buldum. İş yapabileceğimiz bin firma bulduk ve hepsine yazdık. 4-5 tanesinden ciddi cevap geldi. "Biz bu fındık-fıstığı sizden alırız" dediler. Salomon Brothers'da yaptığımız toplantıda çalışanlardan 450 bin dolar topladık. Şirketin % 45'ini onlara verdik, % 55'i partnerimin ve benim oldu. TUSA (Türkiye USA) koyduk adını da. Türkiye'de yerlerde dökülen fıstığı ABD'ye ihraç etmeye başladık. Okulun ikinci senesinde 30-40 konteynırı bulduk. İlk milyon dolarımı kazandım.
Kırmızı bir Cabrio Porsche çektim altıma. 
İşler iyi gidiyordu.
Okul devam ediyordu.
Okulda çok şey öğreniyordum.

Otelcilik mi?
Bu kez iyi çalışmayan oteller gözüme çarptı. Onları satın alıp yenileyip satmaya başladım. Bir anda kendimi emlak sektörünün içinde buldum.

Nasihat arası
Çocuklara oturdukları koltukların hakkını vermelerini öğütlüyor bu arada Fatih Akol. Hayatın ve iş dünyasının durmaksızın dönen bir dönme dolap olduğunu, bir şekilde oraya atladıktan sonra devamının geleceğini, o yüzden vakitlerini boşa geçirmemeleri gerektiğini söylüyor. Verdiği örnekle ettiği nasihatte, daha doğrusu farkındalık yaratmada başarılı.
Farkındalıktan devam edelim...


"Girişimcinin iki olmazsa olmazı"
1-) Farkındalılıkk
2-) Verimlilik

"Farkında olun"
Farkındalık; önce kendimizin, sonra dış dünyanın farkına varmak. Ben neden hoşlanıyorum, neyi çok iyi yapabilirim, gücüm nerede diye önce kendini sorgulamak. Bana ne verirseniz verin satarım mesela. Ama doktor olamam.

"Gözlemci olun"
Bakıp görün, neye ihtiyaç var tespit edin. Ben fıstığı görmeseydim bugün burada olamazdım belki.

"Verimli olun"
Artık herkes her şeyi yapıyor. Üretici çok. Hali hazırda olan bir şeyi farklı bir bakış açısıyla daha iyiye ve daha ucuza yapmayı hedefleyin. Bunu yapabildiğiniz zaman karşınızda hiç kimse duramaz. Dünya devleri diz çöker. Para konusu hiç mesele değil. Yeryüzünde en çok olan şey para. Yeter ki siz doğru iş yapın.
(* Ne demişti Vatan CEO'su Hasan Vatan hatırlayalım, "Sihir değil, zaten vardı!")

Oğlum evine dön!
80'lerin sonuna doğru annem beni -tek erkek evlat olarak- dizinin dibine çağırdı. Ortağıma % 50 hissemi satarak Türkiye'ye döndüm. ABD'de iken Brezilya'dan kahve alıp satıyordum Türkiye'ye. Bunu Türkiye'de de devam ettirmeye karar verdim. Böylece kazandığım 8-10 milyon nakiti 7-8 ay içinde Türkiye'de kaybettim. Çünkü buradaki iş yapma kuralları ABD'deki gibi değildi. Kimse sözünde durmuyor, kimse para ödemiyordu. Enflasyon da % 5, 6, 7'lerde idi. Böylece sıfırı tükettim.
Kırmızı Porsche de kalmadı zaten...

Mintax'la canım Mintax'la
1980'lerin sonunda Procter and Gamble'ın Mintax'ı 85 milyon dolar vererek aldığını okudum gazetede. 'Hah, aradığımı buldum' dedim. Onların bu malları dağıtmaya ihtiyaçları olacağını düşündüm. P&G'ın ABD'de nasıl dağıtım yaptığını öğrendim önce. Panolardan oluşan ve öğrendiğim her şeyi anlattığım bir sunum hazırladım ve gidip P&G CEO'suna sunumumu yaptım. 
P&G CEO'sunun sorusu şu oldu: Peki ama bunu kim yapacak?
Cevap: Ben yapacağım.
Soru: Nasıl yapacaksın?
Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama farkında olduğum bir şey var, adamın hizmete ihtiyacı var. Cebinde de para var. Benim de burada olmam ve bu işi yapmam gerek.

Lojistik bizim işimiz
Ertesi hafta şirketi kurdum, P&G'nin altı nakliye firmasından birisi oldum. Şirket kurarken üç kişi olan biz, geçen yaklaşık üç senenin sonunda üç bin kişi olduk. Şirkete yılda 70-80 milyon dolara yakın bir yarar sağladık.
Kısa bir süre sonra dünya devi bir şirket buldu beni. Türkiye'ye girmek istediklerini söyleyerek benim kendileri ile ortak olmamı istediler. Nakliye şirketimizi % 55 ile, 30 milyon dolara satın aldılar. Ben de 12 milyar dolar ciro çeken bu şirketin % 45 ortağı ve CEO'su olarak hayata devam ettim.
Ve Porsche geri geldi...

Nereden buldum?
Dört beş sene keyifli geçti. Kısa bir süre içinde grubun bölgesel CEO'su oldum. Yaş 29-30...
Dev dünya şirketi yaşadığı bir krizden dolayı hisselerini P&G'a satınca ben de sattım. "Nereden buldun?" yasasının çıkmasıyla banka hesaplarının yarısı yurt dışına kaçtı. Malum para korkaktır, hemen kaçar. 

Back to School
Burada bir şey olmayacağını anlayınca ben de tekrar okula döndüm. Gidip Harvard'da Uluslararası Politika okudum. Çok keyif aldım okumaktan ama girişimci ruhum beni yine rahat bırakmadı ve akademik hayata 'beş-on yıl sonra' dönmek kaydıyla okuldan ayrıldım. Tekrar Türkiye'ye döndüm. Sene 2002...

TriCi geldi hanııımmm!
Herkes 3G'den bahsediyordu o aralar. Üçüncü nesil telefonlar gelecek ve network kurulacak memlekete yani. "Hımm" dedim, "birileri buralarda para harcayacak". 8-10 milyon dolarlar uçuşuyor havada. Öyle ettim, böyle ettim, bu işi Türkiye'de üstlenecek olan dünya devi şirketin yöneticisinin kapısında buldum kendimi. 5-6 ay içinde o şirketin CEO'su oldum ve Telekom alt yapısı kurmaya başladık. Ardından içerik ve yazılım üzerine yoğunlaşarak Karnaval Grubunu kurduk.

"Hep masadayım"
Son on yılda Telekom ile ilgili olan "birleştirme, alma, satma, yeniden yapılandırma" konularında masanın ya bu tarafında ya da diğer tarafında oldum.

Biraz da uçalım
2013'de de 2010'larda kurulmuş Türkiye'nin ilk ve tek yerel hava yolu şirketi Borajet'in yeniden yapılandırılması ile ilgili teklif geldi. 2013 Nisan'da Borajet'in yönetim kurulu başkanlığını aldım ve yapılandırmaya başladım. İki senelik zaman içerisinde ürünü çeşitlendirdik, verimliliği arttırdık. 10-12 yere uçarken, bugün dünyanın her yerine, 80 noktaya uçmaya başladık. Şirket 446 kat büyüdü. Yolcumuz bin kat arttı. Günde 100'ün üzerinde uçuş yapıyoruz. Ciromuz da % 4 bin 600 büyüdü. (* Reklamları izlediniz...)
Görüldüğü üzere 1980'de başlayan bu öykü (gidip gelen Porsche'leriyle) epey bir inişli çıkışlıydı. 
Bugün dinlerken eğlenceli bulduğumuz, daha doğrusu yaşadıklarını eğlenceli bir şekilde bize aktaran Akol'un bu keyifli ve teatral söyleşinin sonundaki son sözlere dönelim biz.
Çünkü o sözlerde "girişimcilik" kelimesinin niçin son dönemin en gözde kelimesi olduğunu 'itiraf' eşliğinde göreceğiz. 

"Sizi neden girişimciliğe itiyoruz?"
Biz ve bizden öncekiler bu sistemi kurduk. Sistem çalıştı lakin gün geldi tıkandı. Kısacası biz ve bizden öncekilerin ürettiği sistem sınıfta kaldı. Biz düne kadar esnaf ve tüccar toplumuyduk. Sonra dev gibi şirketlerimiz olsun dedik. Siz mezun olduğunuzda bu şirketlerde iş bulmanız zor. Önemli bir bölümünüz iş bulmakta zorlanacaksınız ya da sevmediğiniz bir işte çalışacaksınız. 
Şimdi tekrar geri dönüyor ve insanları esnaflığa teşvik ediyoruz. 
Girişimciliğin özünü yakaladığınızda bir çok konuyu iş haline getirebilirsiniz.
****
Son sözlerden anladığım kadarıyla çocuklara alenen "Bakın başınızın çaresine" deniliyor.
Üretecek ürünün ne olacağını kendiniz bulun ve kendi işinizin patronu olun.
Bunlar belki kolay da, özendirilmek istenen esnaflık nasıl eskisi gibi olacak?
Bir ustanın yanında çırak olmadan, bir dükkanın kepenklerini sabah erken açmadan, dükkana gelen müşteriye nasıl davranıldığına şahit olmadan, güler yüz tatlı dil ile ve en çok da tutulması garantili verilen sözler ile yapılan alış verişlerin bereketini evine taşımadan...
Okullarda öğretilmeyen esnaflık işte bu.
Hedef hedef üzerine koyarak, üzerine de yeni bir lisan olan "Beyaz Yaka Dili" ve "Plaza Edebiyatı"nı ekleyerek hedefe kitlenen ve hedefe giden her yolu mubah addeden insanları ne yapalım o zaman biz?
Bu ikisinin ortasını nasıl bulalım?
Eskiyi güncele nasıl uyduralım?
Günceli eskiyle nasıl kaynaştıralım?

Geçtiğimiz yıl PERYÖN tarafından düzenlenen "İnsanca" başlıklı zirvenin gündemi de bir anlamda yeni nesli iş dünyasında tutabilmek üzerineydi.
Kısacası devir değişmişti, iş dünyası da değişmeliydi...

O zaman;
Okullarda verilen eğitim şeklini de biraz gözden geçirmeliydi demek ki.
Çünkü;
"Biz sadece ders anlatırız, sınav yaparız, gerisine de karışmayız" anlayışı çoktan "tüm derslerden çakmış" durumda...

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)