Şu dünyada bir Firez olmak

Çocukların bir enstrüman çalması ve sanatla haşır neşir olmasına olan inancımdan çocuklarımın ikisi de kısa da olsa bir müzik eğitiminden geçtiler. Birisi klavyenin tuşlarında tanırken sesleri, diğeri gitarın tellerinde gezindi.
Lakin ikisi de müzik üzerine devam etmedi.
Bu eğitimlerden onlara bir kaç tını, bana da o tınıları öğretenlerin arkadaşlıkları kaldı.
90’lı yılların sonunda Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Öğretmenliği Bölümü’nde öğrenci olan Efgan Rende, o zamanlar altı-yedi yaşlarındaki oğluma öğretmenlik yaparken, aynı zamanda o yaş grubundaki ilk öğrencisine eğitim veriyordu.

Yıllar geçti, çocuklar büyüdü, Efgan Hoca mezun oldu ve Bursa’dan ayrıldı.
Sosyal medya vesilesi ile kesişen yollar bizleri tekrar birbirini takip etmeye vardırdı.
Ben onun yaptığı çalışmaları takdirle izlerken, uzun zamandır İstanbul Avni Akyol Güzel Sanatlar Lisesi‘nde öğretmenlik yapan Efgan Rende, yine aynı okulun öğretmenlerinden olan arkadaşı Ali Kâzım Akdağ ile yeni ve farklı bir projeye imza attıklarının ve 27 Nisan günü konser vermek için Bursa’ya geleceklerinin müjdesini verdi bana. Projenin adı Bağlama&Gitar Duo idi. Albümlerini de çıkartmışlardı. Firez ismini verdikleri albümlerindeki gibi bağlama ve gitarı sahnede çalacaklardı.
Vakit gelip de Bursa’ya geldiklerinde konser öncesi sohbet etmek için sözleştik ve kampüste buluşarak konserin verileceği Prof.Dr. Mete Cengiz Kültür Merkezi’ne geçtik.
Onlar önce ses provalarını yaptılar, enstrümanlarını konsere hazırladılar.

Sonra da bana zaman ayırdılar ve birlikte müzik dolu bir sohbete koyulduk.
Bu kısmı soru-cevap olarak anlatmak istiyorum sizlere.

Hoş geldiniz Sevgili Efgan, hoş geldiniz Sevgili Ali Kâzım. Öncelikle şunu sorayım, ben daha önce böyle bir proje duymadım. Var mıdır?
Ali Kâzım Akdağ: Bu anlamda yapılmış, gitarın ve bağlamanın eşit derecede rol aldığı bir çalışmaya biz rastlayamadık. Denenmiş fakat yayınlanamamış ta olabilir. Var olan çalışmalarda genelde bağlama solist, gitar ise eşlik saz konumunda. Biz ise düet yapıyoruz. Her iki çalgı düzenlemeye göre eser içinde hem solist hem de eşlikçi.
Efgan Rende: Bizim kendi camiamızdan insanlar da soruyor nasıl oluyor diye. En güzeli konserde dinlemeleri. Daha önce yapılmış çalışmalar var ama hiç kaydedilmemiş. Ne notaya alınmış ne de albüm olmuş.  Proje olarak bakılmamış.
Bu projenin albüm haline geliş yolculuğunu sorsam…
A.K.A.: Uzun bir süreç bu. Bilgi ve birikimlerimizi karşılıklı paylaşmak amacıyla başladık. İki enstrümanın duo repertuvar eksiği olduğu gerçeğinden hareketle bu alana katkı sağlayacak üretimler yapmak istedik. Pek çok şey yazdık, çizdik, denedik. Bu çalışmaların sonucu olarak ortaya çıkan eserlerin duyurulması gerekiyordu, bu da profesyonel bir yaklaşımla yani albüm aracılığıyla olmalıydı.
E.R.: Sanatsal projelerin müzik endüstrisinde yer alması gerektiğini düşünüyorum. Projenizi albümleştiremezseniz müzik endüstrisine dahil olamıyorsunuz. Bir performans olarak geçip gidiyor; kalıcı olamıyor.
A.K.A.: Albümünüz varsa müzik dünyasına girmiş sayılıyorsunuz. Bir bakıma giriş kartı o oluyor.

Bunu kim akıl etti?
E.R.: Ali etti.
A.K.A.: Böyle bir eksikliği fark ediyordum. Daha önceden albüm tecrübelerim vardı. Yapımcı firmalar aracılığı ile müzik endüstrisiyle bağlantılarım var. Böyle bir proje yapılırsa albümleşmeli diyordum. Albüm yapmak düşünüldüğü kadar zor bir iş değil aslında. Siz yeter ki yaptığınız işi tamamlayın ve gidip görüşün. Bir şekilde sonuçlandığını göreceksiniz.
Bir de anlayan kişiyle görüşmek lazım tabii. Vizyonu olan yapımcıyla. Genelde ekonomik anlamda iş yapacak müzikler seçilir malum…
A.K.A.: Türkiye’de popüler müzik tercih edilse de uluslararası camiada sanatsal olan projeler firmaları bir yerlere taşıyor. O yüzden firmalar bu tarz projelere yakın duruyorlar. Çünkü Türkiye’de çok ses getirmese de yurtdışında ‘‘Benim firmam var, ürünlerim var” dediğinizde sunabileceğiniz şeyler bu tarz işler oluyor.
E.R.: Bazen prodüktörleri de aşan konular var. En çok da dağıtım konusunda sıkıntı var. Tekelleşme söz konusu. Raflarda yer almak kolay değil. Hele de böyle projelerle yer almak…
Albümünüzü almak isteyenler nereden alabilecekler?
A.K.A.: İnternet alışveriş sitesi olan 
www.esenshop.com ‘dan temin edilebilir. Albümümüzün adı Firez. Ya albümün adını ya da isimlerimizi (Efgan Rende - Ali Kâzım Akdağ) yazdıklarında bulabileceklerdir.
Firez adı nerden geliyor?
A.K.A.: İlk bestemizin adıdır Firez. Halk ağzı bir terimdir. Ekinler biçildikten sonra toprakta kendiliğinden filizlenen bitkilere firez denir. Bu isim besteye de albüme de yakıştı.
Kaç eser var albümde?
E.R.: On eser var. Sekizi duo olarak yorumladığımız eserler. Her iki enstrümanın da solosu olsun istedik. O yüzden birer tane de sololarımız var.
Eserler daha çok Türk bestecilerden mi, yabancı bestecilerden mi seçildi?
E.R.: Repertuvar halk müziği eserlerinden oluşuyor. Bir tek orijinal bestemiz var, o da Firez. Ali ile ortak bestemiz o ve ilk yaptığımız bestemiz. Öyküsü de şöyle; Dede Sazı ve Gitarla ilk buluştuğumuz, hadi bir şeyler yapalım dediğimiz gün eserin % 70’i çıktı. Çalarken insanları etkileyen bir tarafı var eserin. İnsanlar üzerindeki etkisini görünce tam “firez olmuş” diyoruz.
Sizin birlikteliğiniz de bir şekilde “firez” aslında değil mi?
E.R.: Evet, her şekilde örtüştü bu isim bizimle.

Konserlerinizde seyirci ile iletişiminiz nasıl?
E.R.: Konserlerimizde basılı bir program kullanmıyoruz. Konserler interaktif geçiyor. Parça aralarında konuşarak seyirciyi de konserin içine çekmek istiyoruz. Geçtiğimiz günlerde Caddebostan Kültür Merkezi’nde yaptığımız konser epey sıcak geçti. Gelenlerden çok olumlu dönütler aldık. Ayrıca bizi izleyenler arasında otoriteler de vardı.
Ali Kâzım ile nasıl buluştunuz?
E.R.: Ali ile buluşmamızı çok değerli buluyorum. 2012’den beri birlikte çalışmalar yapıyoruz. Yıllarca aynı okulda ders verdik. Ama albüm çalışması başka. Dünyaya eser bırakmış oluyorsunuz. Sizden sonra gelenlere bir anlamda yol açmış oluyorsunuz. Eminim ki bunun benzeri, daha güzelleri ve daha iyileri de çıkacak.
Konserlere kimler geliyor?
E.R.: Akademisyenlerin ilgisini çekeceğini düşündük. Kiminle buluşursa buluşsun bu proje insanı içine alıyor. Üniversitelerde olduğumuz kadar dışarıdaki insanlarla da buluşmayı hedefliyoruz.

Gitar ve bağlama birbirlerine çok da uzak değil, değil mi?
E.R.: Evet, iki enstrümanın da DNA’sı aynı aslında. İkisi de telli, ikisi de ağaç gövdeli, ikisinin de çok benzer çalınma özellikleri var.
‘Gitar ve bağlama birlikte olmaz’ dediler mi?
E.R.: Biz bu projeye başlarken ezberleri yok sayıp girdik. Deneye yanıla öğrendik. Olacağını düşündüklerimiz olmadı, olmayacağını düşündüklerimiz oldu.
A.K.A.: Bu iki çalgının birlikteliğiyle ilgili geçmiş duyuşlardan kaynaklı soru işaretleri var elbette. Yeni modeller ve fikirler ortaya çıktıkça bakış açısının değişeceği kanaatindeyim. Sonuçta bir çalgı ile yapılanlar çalanla ilgili bir konudur, çalanın yapabilecekleri veya yapmak istedikleriyle ilgilidir. Sanatsal açıdan nitelikli ve güzel olanı yakalama hedefiyle hareket emeliyiz. Bizim için en önemli konu tekrar edilebilir olması. Biz bu çalışmada tekrar edilebilir bir müzik yapmak istedik ki yaşasın.
E.R.: İkimizin de öğretmen olmamızdan kaynaklanıyor bu. Üstelik bizim çaldıklarımızı öğrencilerimiz de çalıyor. Kendimize saklamıyoruz. Zaten düzenlemelerimizi bir kitap haline getirmeyi amaçlıyoruz.

Yeni nesil çocuklar nasıl? Siz öğretmen olarak onları sınırlandırıyor musunuz?
E.R.: 90’lıların büyük çoğunluğu dediklerinizi yaparlardı. 2000’liler sorguluyorlar. Anlatmanıza rağmen yapmıyorlar. Odaklanma sorunları var.

Okula gelenler aileleri istediği için mi, kendileri istediği için mi geliyorlar?
E.R.: Her iki türlüsü de var. Eskiden Güzel Sanatlar Liseleri, Anadolu Lisesi konumundaydı. Özel bir diploma notuna sahip olmanız gerekiyordu girebilmek için. Daha sonra özel yetenek sınavına da giriyordu çocuklar. Bunlar da bir süzülme vazifesi görüyor ve yola süzülenlerle devam edildiği için başarı da artıyordu. İnsanlar artık meslek liseleri ya da genel liselere kaydolmamak için bizim liselerimize akın ettiler. Ama bizim gibi okullar özel amaçlarla kendine hedef koyanların gelebileceği okullar olmalılar. Tıpkı fen liseleri gibi…
A.K.A.: Öğrencilere doğru bir bakış açısı kazandırıp sonra enstrüman öğrettiğinizde başarı kendiliğinden geliyor. Fakat onlara gelecek adına iyi şeyler gösteremiyoruz bu ülkede. Sıkıntı orada. Gelecek kaygısı, öğrencilerin hem bu okulları tercih etmelerini hem de öğrenci profilini olumsuz yönde etkiliyor. Neden sanat eğitimi almalıyım? Sorusuna cevap olarak; biz bunu seçtik, ruhen çok tatmin olduk, çok mutluyuz demekten başka bir şey söyleyemiyoruz.

Ya yurt dışında sanatçı olmak?
E.R.: Çok farklı avantajları olsa da dünyada da popüler kültürün müzik endüstrisi üzerinde ağırlığı var. Ama sanatsal işler hala çok talep görüyor. Hala onların bir ekonomisi var, onların menajerleri var, talep edenleri var. Biz onlarla kendimizi kıyaslayamayız. İstanbul Gitar Festivali’nde ABD’de yaşayan Türk gitarist Celil Refik Kaya ile master class yaptı öğrencilerimiz ve bu soruları sordular. Ufuklarını açan cevaplarla karşılaştılar. Amerika’daki standartları anlattı çocuklara Kaya. Müzisyenin yapması gerekenleri anlattı. Her şeyden önce işin başında çalışmanın var olduğunu anlattı. Müzik eğitiminin sizi sadece öğretmenliğe hapsetmediğini anlattı.

Popüler iş yapanları nasıl görüyorsunuz?
A.K.: Bu bir tercih meselesidir. Nitelikli işleri tenzih ediyorum fakat popülist kaygılarla veya çeşitli bahanelerle sanatın basitleştirilmesini doğru bulmuyorum. Bir insanın sanatı anlayabilmesi için kendisini bu alanda biraz geliştirmesi gerekir. Bunun için müzisyen olmaya ya da müzik eğitimi almaya gerek yok. Dinleyerek, izleyerek ve karşılaştırarak öğrenebilir. Sanatı halka indirmek diye bir şey yok bence. Sanatı halk anlasın diye basitleştirmek niteliksiz ürünler ortaya koymanın en yaygın bahanesi. Sanat dâhil herhangi bir konuyu değerinde anlayamıyorsak bu bireysel bir meseledir. Bu durumda insanlar bireysel olarak kendilerini geliştirmelidirler ki yapılanı anlayabilsinler.
E.R.: Sanatın insana kazandırdığı en iyi şey estetik bilinçtir ve her alana yansır. Sanat algısı gelişen insanlarda estetik algısı da gelişiyor.

Aynı fikirdeyiz Sevgili Efgan, Sevgili Ali Kâzım. Güzel sohbet için çok teşekkürler.
(Efgan Rende ve Ali Kâzım Akdağ’ın akademik kariyerlerini bir önceki haber yazımda anlatmıştım.
Şimdi konser zamanı…
****
Sohbetimizi sonlandırıp konsere hazırlanmaları için Hocalarımızı kulise yolcu ettik. Konser saati yaklaştıkça salon da yavaş yavaş dolmaya başladı.
Üniversite konserlerine Uludağ Üniversitesi ile başlamış olmalarının altında yatan düşünce, Efgan Rende’nin bu okuldan mezun olmuş olmasının vefa duygusu idi.
Kendi eserleri olan Firez ile başladılar konsere, Tofiq Quliyev’den Akşam Mahnısı, Karadeniz’den Batum Türküsü, İstanbul’dan Üsküdar’a Gider İken, Trakya’dan Aman Bre Deryalar, Brezilya’dan Tico Tico no Fuba ve son olarak üç denizi dolaştıkları ve üç parçayı birbirine bağladıkları, Akdeniz, Ege ve Karadeniz’den havalarla konseri nihayetlendirdiler.
Ali Kâzım Akdağ sahneye sıra sıra yatırdığı 5,5 sazı da ayrı ayrı tanıtarak çaldı.
(Buçuk da ne derseniz, diyeyim; “Parmak Curası”)
Özellikle de tenor sazın gitar ile olan sakin uyumu dinlenmeye değerdi.
Sazın zaman zaman agresifleşen, zaman zaman insanın içine işleyen dokunuşları, gitarın insanı alıp uzaklara uçuran naif dokunuşları ile birleşince ortaya leziz bir performans çıkmış doğrusu.
Konser esnasında iki enstrüman bazen adeta düelloya tutuştular, bazense birbirlerine lütuflarda bulundular.
Enstrümanları çalanların yüz ifadeleri de notalarla birlikte değişiyordu. Göz temasını ise hiç kaybetmediler…
Konserin sonunda öğrencisi olan Efgan Rende’ye ve sahne partneri Ali Kâzım Akdağ’a teşekkürlerini sunan ve sahnede ufak bir konuşma yapan Murat Cemil’in de dediği gibi; iki halk enstrümanı olan Türkler’in sazı ile İspanyollar’ın gitarı aynı sahnede buluşmuştu…

Konser bitip de kulise geçtiğimde onları tebrik ederken söylediğim tek bir cümle oldu:
“İşte şimdi sohbetin içi doldu”
Müzik otoritelerinin bu konudaki yorumlarını bilemem.
Fakat dinleyenlerin yorumlarını alkışlar ve konser sonunda da kulise edilen akından anlayabiliyorum.
Bu iki farklı enstrümanı farklılıkları ile kullanmak ve onları birlikte var etmeyi başarmak enstrümanları kullanan mahir ellerin işiydi.
O eller de sanatçı ruhuna sahipti…
O yüzdendir ki sanatın insanlar üzerindeki en olumlu etkisi estetik bilincini oluşturmasıdır.
Ve bu bilinç hayattaki her alana yansır ve dokunduğu her yere güzellik katar.

Sanatsız kalmak ise ilk önce insanlığı siler atar.
Geriye de ‘görünen köy’ kalır…

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)