8 Mart Uluslararası Kadın Günü Kutlamalarını Bilgi ve Bilinçle Hak Etmek 2


Hepimizin üzülerek gözlemleye geldiği gibi ülkemizde kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddet, kötü davranışlar yanında taciz ve tecavüzlere ilişkin olaylar giderek artmaktadır. Bu konuda yazılı basının üçüncü sayfasında en az bir haberin yer almadığı gün hemen hemen yok gibi. Benzeri şekilde erkek çocuklara kötü davranış, taciz ve tecavüz olaylarında da artış haberine sıkça rastlanmaktadır. Hepimizin açıkça dile getirmesek bile giderek artan ortak endişemizin, basına yansıyan olayların buzdağının su üstündeki görüntüsü olma olasılığı olduğuna eminim.

Bu gelişmelerin diğer huzursuz eden boyutu ise, dünyanın hemen her tarafında, özellikle geri kalmış ve eğitim düzeyleri düşük toplumlarda bu eğilimlerin daha sık ve yüksek olmasına karşın, eğitim ve ekonomik düzeyi daha yüksek toplumlarda daha seyrek ve sayıca düşük olarak gözlemlenmekte olmasıdır. Bu durum da sorunun küresel boyutunu göstermektedir.

Bu olayların gerek ülkemizde ve gerek dünyada artmasında, toplumların ve toplumlar içindeki kadınların ve elbette erkeklerin, tarihsel süreçte kadına yönelik şiddet ve kötü davranışlar konusunda yeterince bilgilendirilmemesinin ve dolayısı ile bilinçlendirilmemesinin önemli rolü olduğunu düşünüyorum. Çünkü kadına ve kız ve erkek çocuklarına yönelik şiddet ve kötü davranışları sergileyen erkeklerin de bir annelerinin olduğunu, o anneden temel öğrenimlerini öğrendiklerini unutmayalım. O anneler yeterince bilgili ve bilinçli olabilselerdi, kesinlikle erkek çocuklarının kadına yönelik eğitim ve öğretimine çok daha özen gösterirlerdi.

Bu bilinçlenmeye katkıda bulunabilmek anlayışla, 7 Şubat 2016 tarihinde bu sitede yukarıdaki başlığı taşıyan ilk yazımı 8 Mart Uluslararası Kadın Günü kutlamalarından bir ay önce yayınlamıştım. Dileyen okur, anılan yazıya şu bağlantıdan erişebilir; http://sozcuhaber.blogspot.com.tr/2017/03/8-mart-uluslararas-kadn-gunu.html . O yazımda genel bazı bilgiler sunduktan sonra tarihi süreç içinde kadınlara yönelik şiddet ve kötü davranışlar konusunda okuyup beğendiğim ve birçok şey öğrendiğim çok değerli on iki araştırmacının eserlerini özetle tanıtmış ve hem kadın hem de erkek okurlara anılan kitapları okumalarını önermiştim. Yazımı kutlamalardan bir ay önce yayınlamamın nedenini de okurların hiç değilse bir kitabı 8 Mart 2016 dan önce okuyabilmelerine zamanlarının olması düşüncesi idi.

Bu yıl 8 Mart Uluslararası Kadın Günü Kutlamaları nedeni ile söz konusu on iki kitaplık listeye yine beğeni ile okuyup, birçok şey öğrendiğim iki kitap daha eklemek istiyorum.

Ferman
Bunlardan birincisi Mustafa Mutlu’nun Kırmızı Kedi Yayınlarından 2016 sonlarında çıkan “74. Ferman” isimli kitabıdır. Mutlu, kitabın kapağına şu notu düşmüş; “Bu romanda anlattıklarım keşke hayal ürünü olsaydı …” Kitap, Tanrı’ya erişmek, dualarını sunmak ve tapınmak (ibadet) için farklı yol ve yöntemler izleyen Irak’ın Sincar bölgesinde yaşayan Ezidilerin son yıllarda yaşamak zorunda bırakıldıkları zulüm, vahşet ve kıyımları anlatan bir romandır. Ancak kitabı okurken bu romanın gerçek olayların, roman yazış biçimi ile kurgulanıp sunulduğu güçlü duygusunu ediniyorsunuz. Kitaptan alıntılar yapmayacağım. Zira alıntılanacak birkaç cümle ve cümleler ne bütünün içerdiği üzüntüleri, ızdırapları ve vahşeti yansıtamayacaktır. Kitap, bir toplumun yaşamak zorunda bırakıldığı büyük bir trajediyi gerçekçi bir anlatımla okura aktarmaktadır. Kitabı okurken sıkça gözleriniz buğulanacak, yer yer gözyaşlarınıza engel olamayacaksınız ve bazı sayfalarda insanlık adına utanç duygularını yaşayacaksınız ve yer yer okumaya ara verip coğrafyamız üzerinde yerleşen ve belki de daha doğru bir sözcükle yerleştirilen kara bulutları hangi rüzgârların, hangi çıkar hesaplarının ve hangi bilgisizliğin ve bilinçsizliğin taşıdığını düşünüp sorgulama gereksinimin duyacaksınız. Kitapta bu karabasanı yaşayanların, yaşananların yarattığı yıkımları aşabilmek için yeri geldiğinde nasıl bilgece davranabildiklerini de gözlemleyebileceksiniz. Bu yaşanan trajedinin fizik ve ruhsal yaralarını onarmak ve sarabilmek için ülkemizin yetiştirdiği bir bireyin doktor olarak sergilediği çabalar, nitelikler ile özveriyi okudukça da onur, kıvanç ve gurur duyacaksınız. Ben kitabı anlattığım bu duygular ve sorgulamalar içinde okudum ve çok şey öğrendim.

Romanın aktardığı felaketlerin büyük bölümünü kaçırılan genç evli kadınlar, genç kızlar ve hatta 11-14 yaş arası kız çocukları yaşıyor. Erkek çocuklarının ise nasıl birer teröriste ve canlı bombaya dönüştürüldüğünü göreceksiniz.

Bu kısa tanıtımı okuyan bazı okurlar iyi de biz niçin bu hüzün verecek kitabı okumak isteyelim ki sorusunu sorabilirler. Onlara vereceğim yanıt, Irak’ta 2003 yılından bu yana, Suriye’de 2011 den beri yaşanan veya yaşatılan sorunların o toplumlarda yol açtığı yıkımları ve felaketleri görmezden gelerek, gözlerimizi kapayarak ülkemizde ve bölgemizde kadınlara, kız ve erkek çocuklarına yönelik şiddetin azalacağını ummak sadece safdillik olacaktır. Aynı şekilde ülkemizin ve yaşadığımız coğrafyanın teröristlerin yetiştiği, kolayca eylem yaptığı bir iklim olmasını önleyecek düşünce, strateji ve politika üretmekten uzak durmak olacaktır. Problemi anlamak, bir sorunu çözebilmenin en önemli aşamasıdır. Unutmayalım, ülkemizde aralıklarla yaşadığımız terör eylemleri, o ülkelerde yaşanan çok daha büyük boyutlu olayların serpintileridir.

Mustafa Mutlu’yu bu insanların trajedisini kamuoyunun dikkatine getirdiği için kutluyor ve teşekkür ediyorum. Umarım bu kitap bu coğrafyayı çıkarları için yangın yerine çeviren ülkelerin dillerine de kısa süre içinde çevrilir ve o toplumların insanlarının da bilgilenmesine ve bilinçlenmesine yol açılır.

Anadolu’da Kadın

Sizlere sunmak istediğim ikinci kitap A. Muhibbe Darga’nın Yapı Kredi Yayınlarından Ocak 2013 ayında çıkan “Anadolu’da Kadın” başlıklı kitabıdır. Kitabın alt başlığı “On Bin Yıldır Eş, Anne, Tüccar, Kraliçe” dir. Kitabın alt başlığından da görüldüğü üzere, Anadolu kadının yazılı tarih öncesinden erken Bizans dönemine değin kraliçelikten eşe uzanan yelpazede üstlendiği tüm rollerdeki öyküsü arkeolojik kazılarda ortaya çıkan eserler ve yazılı belgeler eşliğinde dile getiren bilimsel bir araştırma kitabıdır. Ancak, genel okura da kolayca okuma olanağı verecek bir yazılıma sahiptir.

Bu kitabı edinip okumak sadece üzerinde yaşadığımız topraklardaki kadın tarihini kısmen öğrenmeyi sağlamayacak, aynı zamanda, ülkemizde bolca bulunan ören yerlerinde ve müzelerdeki zaman kapsüllerini çok daha iyi anlamaya da yardım edecektir.

Kitabın önsözünde, M.Ö. 2 binyılında, Anadolu kadının toplumdaki yerini ilk inceleyen kişinin, bir yabancı tarihçi değil, bir Türk kadın tarihçinin Prof. Dr. F. Kınal olduğunu öğrenmek ayrı bir mutluluk veriyor.

Kitaptan okurların ilgisini çekebilecek bazı alıntılar yaparak sizleri kitapla tanıştırmaya başlamak istiyorum. Alıntıların sonunda parantez içinde alıntıyı yaptığım sayfanın numarasını da belirteceğim. Kitap içerisinde bol miktarda, incelenen dönemlere ilişkin heykelcik ve heykellere yönelik görsellere de yer verilmiştir. Bu görseller okunan bilginin yaşama yansıyan boyutlarını vermektedir.

“Başlangıçta kendi neslini ‘yaratan’ olarak en yakınındaki kadını kutsadı. Kadın yani ‘ana’ olan doğuran dişi cins, hem yeni nesle can veriyor, hem de her türlü besin kaynağının son derece zor elde edildiği yaşam şartlarında göğüslerinden akan süt ile mucizevi bir şekilde hazır besin üretebiliyor, bununla dünyaya getirdiği insanı besleyip büyütebiliyordu. Kadın bedeninin genişleyip tekrar küçülebilmesi, yeni bir bedeni içinden çıkarabilmesi, belirli dönemlerde kanayan bedeninin ölmemesi, aksine sürekli yenilenmesi mucizeviydi. Kadının doğuştan gelen bedensel farklılıkları, erkek bedeninin yalın özellikleri karşısında daha üstün olduğunu gösteriyordu. İnsanlığı yaratanın ‘ana’ yani doğuran kadın olarak görülmesi çok normaldi. Ana Tanrıça kültüyle ilgili ilk inanç sistemi böylece ortaya çıktı (43).”

“Henüz yazının keşfedilmediği ve de Asurlu tüccarlar tarafından Anadolu’ya getirilmediği tarih öncesi çağlar boyunca Anadolu ve çevresindeki coğrafyalarda kadının toplumda oldukça önemli bir rol üstlendiği arkeolojik belgelerden anlaşılıyor (52).”

“Anadolu’da tarihi çağlar, 2. binyılın başlarında Eski Asur dilinde yazılmış, Kültepe Höyüğü (Kayseri)- Kaniš kökenli tabletlerin bulunması ve okunup anlaşılmasıyla algılandı (71).”

“… bildiğimize göre birçok tüccar eviyle evin bir odasında bulunan tablet arşivi ortaya çıkarıldı. … mektuplar, Asurlu tüccarların Asurlu ve Anadolulu yerli eşleriyle yazışmalarını içerdiği gibi hem ticari hem de ailevi ilişkileri sergiler (79).”

Kitabın evlilik Kurumu ile ilgili bölümü okurların ilgisini yakından çekecek birçok bilgi ile doludur. Bu bölümden birkaç kısa alıntı sunmak isterim.

“Anadolu’da yerli bir kadının Asurlu kocasına, ikinci bir kadınla meşru bir evlenme hakkı tanımaz, ancak kendisi kendi memleketi Asur’a gittiği zaman bir hierodul (qadištum) veya cariye almasına izin verilir (Bilgiç ve Kınay’dan yapılan bu alıntının sayfaları belirtiliyor). Bu vesikada ‘başka bir zevce alamaz; eğer iki yıl içinde karısı ona çocuk veremezse, o kadın kocası için bir esir kadın satın alacak, fakat bir erkek çocuk elde eder etmez bu esir kadını istediği yere satacak (89).”

“Anadolu’da gelişen bu eşitlik olgusu, o çağdaki Babil ve Asur kanunlarındaki aile kavramlarından çok farklı ve uygar. Söz konusu bu kavimlerde erkek, kadının efendisi olup, ailede egemen ve üstün haklara sahip pozisyonu, her alanda belirgin şekilde vurgulanıyor. Sami ırktan toplumlarda karakteristik olan bu evlenme sistemi, daha sonra Hitit toplumunda kendini gösteriyor (91).” Bu iki alıntı da açıkça göstermektedir ki, çok eşlilik Sami ırkında M.Ö. 2 binli yıllar belki de çok daha öncesinden beri var olagelmektedir.

Kitapta, Akkad Kralı Sargon’un (M.Ö. 2334-2279) doğumuna ilişkin ilginç öyküye de yer verilmiştir (93). Buna göre, Sargon, bir rahibenin oğlu olarak doğar ve annesi onu ziftle su geçirmez hale getirilmiş bir sepete koyarak nehre bırakır. Sepeti bir bahçıvan bulur ve çocuğu yetiştirir. Sargon, Sami dilini konuşan Akkad İmparatorluğunun kurucusudur. Sargon’un bu doğum öyküsü yine Sami kökenli Hz. Musa’nın doğum öyküsü yanında, Hindu destanı Mahabharata’nın kahramanı Karna (Vasusena) ve Yunan mitolojisinin kahramanlarından Oidipus’un doğum öykülerine de benzemektedir[1]. Kitapta, Asur kolonilerinin yaygın olduğu dönemde Anadolulu hür kadınların ticaret işleri ile uğramalarına örnekler verildiği gibi, dokumacılık alanında sergiledikleri becerilere de ele alınmaktadır. Yine kitapta yer verilen dönemin yazışmalarında ve mektuplarında o dönemde kadın, aile ve ticaret konularına ilişkin çok ilginç mektup örneklerine ve yorumlarına da yer verilmektedir. Bunların yanında tanıkların önünde yapılan evlilik anlaşmalarına ve bu anlaşmalarda tanıkların mühürlerinin de bulunduğuna ilişkin bilgilerin yanında, boşanma belgelerine ve bugün bile bulunduğumuz coğrafyada varlığını inatla sürdüren başlık parasının nasıl ortaya çıkmaya başladığına da yer verilmiştir.

Bu dönemde, Anadolulu kadının inanç sistemi içindeki yeri konusunda bilgi bulunmadığına yönelik açıklamalardan birisi şöyledir; “Ne yazık ki, bu çağa ait Anadolulu rahibe sınıfları hakkında bilgimiz yok. Yukarıda sözünü ettiğimiz qadištum ve gubabtum sıfatlı rahibeler, Kaniš’te oturan Asurlu tüccarların eş veya kızlarının dini unvan ve görevlerini açıklıyor. Böylece M.Ö. 2. binyılın başında Asur dinine ışık tutan bu belgelerde, rahibeler hakkında bilgi ediniyor, bir sınıf rahibenin eşanlamlı isimlerle ifade edildiğini öğreniyoruz. … Sami kadın adlarına bir ‘unvan-vasıf’ olarak eklenen gubabtum ‘tanrının hanımı’ anlamındaki rahibe sınıfı birkaç kez belgelenmiştir (115).”

“Kayıtlardan anladığımıza göre fakirlerin, hizmetkârların, kölelerin giysileri için dokuma tüccarı Asurluların Anadolu’dan mal ithal ediyor (119).” Bu sayfalarda kumaşların kalitelerine göre farklılıkları ve tüketicileri konusunda da bilgiler vardır.

Hitit Egemenliği dönemi olan M.Ö. 1700-1100 dönemine ilişkin olarak da zengin bilgiler içeren bölümden de bazı alıntıları aşağıda okurlara sunuyorum.

Günümüzde, kötülük yapanlar için kullanılan sözcüklerden birisi de “yılan”dır. Bunun kökeni için ilginç bir bilgiye kitapta rastlıyoruz. “Fena, kötülük yapan kadınların yılana benzetilmesi, söz konusu metinde birkaç kez geçer. Kral I. Hattušili kendi kız kardeşi için de aynı ifadeyi kullanır (129).” Bu örnekten de görüldüğü üzere, tarihin derinliklerin günümüze ulaşan birçok kavram, deyiş ve adetler vardır.

“Hititlerin kraliçelik müessesinin başındaki SAL.LU-GAL.GAL ‘büyük kraliçe’, ‘meşru kraliçe’ tavannana/egemen kraliçe unvanıyla Hitit kralına eşit, memleketinde hükmetme yetkisi olan, dış politikaya bizzat karışan, devletlerarası hukukta söz sahibi, krallığın bağımsız bir kadın temsilcisidir (135).”

“Günümüzden 4 binyıl önce çağının en büyük devletlerinden biri olarak tarihe geçen Hitit Devleti, öncelikle bir hukuk devletidir. … Hitit Devleti kanunlar ve kralların verdiği direktiflerle hazırlanmış kanun hükmünde kararnamelerle idare edilmiş ve bu bağlamda insanların hak ve hukukları güvence altına alınmıştır. … Hitit kralları gibi öldükten sonra tanrılaşan, adlarına kurban sunulan Hitit kraliçeleri, dönemlerinin büyük kralları ile müstakil olarak mektuplaşmakta, yine kendi mühürleri ile antlaşmalara adlarını koymakta, dini törenleri yürütebilmekte, adli kararlar alabilmektedir (137-138).”

Hitit Büyük Kraliçesi Puduhepa dönemine ilişkin bilgileri okurların daha da artan bir ilgiyle okuyacaklarını düşünüyorum. Bu kraliçenin adı, Hitit Kralı III. Hattušili ( M.Ö. 1275-1250) ile Mısır Firavunu II. Ramses arasında Akadça olarak yapılan yazışmalarda da geçmektedir. Puduhepa, Mısır Kraliçesi ile de birçok kez mektuplaşmıştır.

Hitit Sarayı ile Mısır Sarayı arasında yer alan yazışmaların en ilginci, genç yaşta ölen Firavun Tutankamon’un dul eşinin Hitit Kralı Suppililiuma’ya mektup yazarak oğullarından birisini kendisine koca olarak göndermesini istemesidir (157-158). Merakları canlı tutabilmek için mektup içeriğinden daha fazla söz etmeyeceğim. Mısır Kraliçesinin mektubunda neden bir Hitit prensi ile evlenmek istediğine ilişkin gerekçelerini de ilginç bulaksınız. Hitit Kraliçesinin yargılamada kullandığı ilginç yöntemler de ilgi çekicidir.

Hitit tanrılar ve tanrıçalar panteonu çok zengin ve renklidir. Çeşitli kaynaklarda Hititlilerin bin tanrı ve tanrıçası olduğu belirtilir.

“Tanrıça Hepat, Hitit devlet politikasının ve ordularının başı, koruyucusu olup aynı zamanda ana tanrıça niteliğinde bir karaktere sahiptir (173).” Arinna, Güneş tanrıçasıdır. Hitit panteonunda, diğer ülkelerin tanrı ve tanrıçalarına da yer verilmiştir. Hititliler bir ülkeyi egemenlikleri altına aldığında o toprakların önde gelen tanrı ve tanrıçalarını da panteonlarına almışlardır. Bu politikaların sonucu olarak Mezopotamya inanç sisteminin etkileri görüldüğü gibi tanrı ve tanrıçaları da Hitit panteonunda yer almışlardır. Yazılıkaya ören yerini gezecekler için kitap çok aydınlatıcı bilgiler vermektedir. Hititlilerin farklı inançlara gösterdikleri saygı ve özgürlük anlayış ve davranışları ile yukarıda tanıttığım 74. Ferman’a konu olan hoşgörüsüzlük arasındaki uçurumu da somut olarak görebileceksiniz.

Hitit Kralı Suppililiuma dönemin gereği olarak siyasi amaçlı evlilik için kız kardeşini Hayaša Kralına eş olarak gönderirken yazdığı mektup çok önemlidir. İlgiyle okunacak bu mektuptan sadece bir kavramı anmakla yetineceğim; Hitit Devletinde ensest yasaklanmış olup, cezası ölümdür (180-181). Bu mektubu okuduğunuzda günümüzden 3,000 yıldan fazla süre önce yazıldığını gözlemlemek Anadolu kültürünün nerelerden süzülüp gelerek oluştuğunu da anlamamıza yardımcı olacak.

Kitapta bir bölüm, evlilik kurumu, boşanma, zina, veraset ve iş hayatında kadının konumuna ayrılmıştır. Diğer bir bölüm ise Kült törenlerinde görevli kadınların işlevlerini ele almıştır. Kitapta Hitit dönemi kadınlarının kullandıkları takılar konusunda da zengin bilgiler bulunmaktadır.

Kitap, Anadolu’nun Mezopotamya’dan Antik Çağ Yunanistan’a kadar yayılan kültürel alanda, Anadolu’da oluşan kültürün, Batı’ya doğru etkilerinin nasıl taşındığını da anlamaya yardımcı olmaktadır. Bu bağlamda da Anadolu’da kadın kültürünün temellerini ve diğer toplumları etkileyişini de gözlemek fırsatı bulunacaktır.

Ben kitabı ilgiyle okudum çok şey öğrendim. Ören yerlerine giderken dönüp bazı bölümlerine yeniden göz atıyorum. Kitap okunduğunda toplumumuzda Hititliler döneminde kalma bazı izlerin de farkına varılabilecektir.

Hikmet Uluğbay





[1] Wikipedia, Sargon of Akkad ve Karna maddeleri.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)