Halk Oylamasına Sunulan Anayasa Değişikliklerine İlişkin Düşünce ve Görüşlerim | Hikmet Uluğbay



TBMM 10 Ocak 2017 günü başladığı Anayasa değişikliklerini her gün sabahın erken saatlerine kadar toplantılarını sürdürerek nihayet 21 Ocak 2017 günü sabah karanlığında tamamlamış ve 339 oyla kabul ederek halkoyuna sunulma aşamasına getirmiştir. Halkoylamasına ilişkin takvimin işleyebilmesi için tamamlanması gereken işlemler de başlamıştır. TBMM gecenin gündüze karışması suretiyle acele ile ve içeriğinin yeterince tartışılması yapılmadan 21 Ocak 2017 günü çıkarılan yasa metni 20 gün gibi uzun süre TBMM de bekletildikten sonra Cumhurbaşkanı tarafından ancak 10 Şubat 2017 günü onaylanmış ve 11 Şubat 2017 Resmi Gazetede yayınlanarak halkoylaması sürecine girilmiştir. Buna göre, halk oylaması 16 Nisan 2017 Pazar günü yapılacaktır. Madem, TBMM den çıkan değişiklik metni 10 Şubat 2017 günü onaylanacak ve halkoylaması da 16 Nisan 2017 günü yapılacaktı, o zaman Anayasa değişikliğine ilişkin teklifinin içeriği neden TBMM’de yeterince tartışılmamıştır, sorusunun anlamlı bir yanıtının topluma açıklanmış bir metnine ben ulaşamadım. Bilmiyorum sizler ulaşabildiniz mi?

Halkoylamasına sunulacak Anayasa Değişikliklerine ilişkin düzenlemelerin TBMM’nde kabul edilen Cumhurbaşkanınca onanan ve 11 Şubat 2017 tarih ve 29976 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan metninde yer alan ve önemli gördüğüm maddelerine ilişkin görüş ve değerlendirmelerimi aşağıda okurların bilgilerine sunuyorum. Sunuşumu başlıklar haline vermemin nedeni okuma kolaylığı sağlamak ve okura ilgilendiği değişiklikleri öncelikle okuyabilme olanağını vermektir.

1982 Anayasa metninde birçok Türkçe yazılım (imlâ) hatası vardı, Anayasa birçok kez değiştirildi ancak yazılım hataları aynen sürdürüle geldi

Kurucu Meclis tarafından 18.10.1982 tarihinde kabul edilen ve 7.11.1982 tarihinde Halkoylaması ile onaylanan Anayasa metninde; sayıların yazılışları (beşyüzelli), kesin hesap (kesinhesap), antlaşma (andlaşma), baş gösterme (başgösterme), göz önüne (gözönüne), Sayıştay’ca (Sayıştayca), başsavcı vekili (başsavcıvekili) ve Danıştay’a (Danıştaya) gibi sözcüklerin yazımında hatalar yer almaktaydı. O tarihten bu yana, yoğun olarak askeri cunta anayasası denilerek eleştirilere hedef olan Anayasa’da 18 defa değişiklik yapılma yoluna gidilmiştir. Anayasa’nın birçok maddesi değiştirilmiştir, ancak değiştirilen maddelerdeki yazılım hataları aynen korunmuştur.

Halkoylamasına sunulmuş bulunan değişiklik metninde de 1982 den beri değiştirilemeyen yazılım hataları aynen varlığını sürdürmektedir. Sanki 1982 Anayasa’sının yazılım hatalarının dokunulmazlığı özenle korunmak istenmektedir. Teklif metnindeki bu yazılım hataları Anayasa Komisyonu görüşmelerinde, TBMM Genel Kurul Görüşmelerinde ve Resmi Gazetede yayınlanan metinde aynen kalmıştır. Bu yazılım hatalarının öncelikle değişiklik teklifini veren AKP’nin milletvekillerince, sonra teklifi okuyup imzalayan AKP ve MHP milletvekillerince, daha sonra da AKP ve MHP’nin yönetim kadrolarınca fark edilip, teklif TBMM Başkanlığına sunulmadan düzeltilmesi gerekirdi. Bu aşamalarda yeterli hassas inceleme yapılmadan teklifin TBMM Başkanlığına gönderildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda TBMM Kanunlar Kararlar Dairesi Başkanlığı teklif metnini hukuki içeriği, hukuk dili ve Türkçe bakımından inceleyip gözlemlediği yanlışlar konusunda TBMM Başkanını uyarmaları gerekirdi. Bütün bunlar yapılmadığı gibi gerek Anayasa Komisyonu ve Gerek Genel Kurul müzakerelerinde de gerekli uyarıların yapılmadığı, yapıldı ise de dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır. Bu yazılım yanlışlarını maddeler itibariyle ve Resmi Gazetede yayınlanan metni esas alarak Tablo 1 de yer veriyorum.

Tablo 1 in incelenmesinden de görüleceği üzere sayıların yazılışları, kesin hesap, antlaşma, baş gösterme, Sayıştay ve Danıştay gibi kurumları belirleyen sözcüklere ekler yazılım kurallarına aykırı olarak yazılmıştır.

Fakat bu kez değişiklik metni, 1982 Anayasa’sına yeni yazılım hatası da eklemiştir. Tablo 1 de Madde 2 ve Madde 3 de yer alan yazılım hatalı sayılar ayrıca tırnak içine (“”)alınmıştır. 1982 Anayasa’sında tırnak içine alınmış sözcük veya sözcükler yoktur. Türk Dil Kurumu’nun 1996 Basımı İmlâ Kılavuzu’nda tırnak işaretinin açıklaması şöyledir: “Başka bir kimseden veya yazıdan olduğu gibi aktarılan sözler tırnak içine alınır.[1]” Tablo 1 de yer alan yazılım hatalı sözcükleri sadece dipnottaki Kılavuz’dan kontrol etmedim, ayrıca Türk Dil Kurumu’nun web sitesindeki elektronik ortamdaki Sözlük dosyasından da kontrol ettim.

Burada hemen bir noktaya açıklık getirmeliyim. Anayasa metninde ve değişikliklerindeki yazılım hatalarını saptamak için Türk Dili uzmanı olmak ve İmlâ Kılavuzu’na sözcük ve sözcük bakmaya gerek yok. Bu metinleri bilgisayarınıza indirdiğinizde, bilgisayarda yüklü bulunan yazılım programı, bu sözcüklerin altına hemen kırmızı çizgi çekiyor. Dolayısı ile bu metinler daha yazılırken taslak halinde iken bile bu hataları hemen görüp düzeltmek mümkündü. Ayrıca, bilgisayardaki söz konusu program, düşük cümlelerin altına da yeşil çizgi çekiyor. Gerek 1982 ve gerek 2017 değişikliğindeki düşük cümleler konusuna girmeyeceğim dileyen okur anılan metinleri bilgisayarına indirir ve kendi gözlemini yapar.

Hukuk Fakültelerinde okuyan öğrenciler Anayasa Hukuku dersini öğreten akademisyenlere “ülkemiz hukukunun temel belgesinde bu kadar çok yazılım hatası ve cümle düşüklüğü bulunmasını ve maddelerde bu kadar çok değişiklik yapılmasına rağmen yazılım hatalarının korunmasını nasıl açıklıyorsunuz” sorusunu yönetse ne cevap verirler acaba? Soruyu sizler yanıtlayın.

Bu gözlemlerden sonra şimdi de 16 Nisan 2017 günü halkoylamasına konu olacak madde metinleri üzerindeki değerlendirmelerime geçebilirim.

Yargı Yetkisi Maddesine “ve tarafsız” sözcüklerinin eklenmesi

İlk değişiklik önerisi, Anayasa’nın Yargı Yetkisini düzenleyen maddesine yöneliktir. Anayasa’daki mevcut madde hükmü şudur: “MADDE 9. – Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” Bu maddeye “bağımsız” sözcüğünden sonra “ve tarafsız” sözcükleri eklenecektir. Halen yürürlükte olan Anayasa’nın 138 inci maddesi Mahkemelerin bağımsızlığına ilişkin hükümleri içermektedir. 139 uncu madde ise Hakimlerin ve Savcıların Teminatına ilişkindir. 141 inci madde ise Duruşmaların Açık ve Kararların Gerekçeli Olması ilkesini içermektedir. Ayrıca, Mahkemelerin kararlarına itiraz edilebildiği gibi Yargıtay’da temyiz edilebilmektedir. Bütün bu düzenlemeler yargının bağımsız olması kadar tarafsız olmasına da yöneliktir. Bütün bu süreç mahkemelerin tarafsızlığını sağlayamıyorsa 9 uncu maddeye eklenecek “ve tarafsız” sözcükleri tarafsızlığı nasıl sağlayabilir? Hâkim ve Savcıların atanmasını, görev yerlerinin değiştirilmesini ve görevden alınabilmesine, özlük haklarına ilişkin yasal düzenlemeler mahkemelerin bağımsız olması kadar tarafsız olmasını da belirleyen temel kurallardır. Bu konularda yapılan yasal düzenlemeler bu tarafsızlığı sağlayamadığı sürece 9 uncu maddeye eklenecek ifade bana göre tüm değişiklikler için eklenmiş tatlandırıcı bir düzenleme olmaktan öte bir anlam taşımayacaktır.

Milletvekili sayısının 550 den 600 e çıkarılması

İkinci değişiklik Anayasa’nın, “MADDE 75. – (Değişik: 17.5.1987 – 3361/2 md; 23.7.1995 – 4121/8 md.) Türkiye Büyük Millet Meclisi genel oyla seçilen beş yüz elli milletvekilinden oluşur.” Maddesindeki 550 sayısını 600 e çıkarmakta ve bu sayılar yukarıda değindiğim yazılım hataları ile sözcüklerle ifade edilmektedir. TBMM’nde görev yapacak milletvekili sayısının 550 den 600 e çıkarılması en önemli etkisi değişiklik kanununun 10 uncu maddesi ile değiştirilen ve Cumhurbaşkanı yardımcıları ile Bakanlar hakkında verilecek soruşturma önergelerinin işleme alınmasına ve yüce divana sevk kararının alınmasına ilişkin gerekli karar sayılarını daha yüksek düzeye çıkaracaktır. Bunun sonucu 550 milletvekilinin olduğu mecliste başbakan ve bakanlar için soruşturma önergesi 55 milletvekili tarafından verilip işleme alınırken, 106 inci maddede bu sayı Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar için soruşturma önergesini imzalayacakların sayısını, 600 milletvekilli bir Meclis’te, 301 milletvekilinin imzasına çıkarmaktadır. Bu ise TBMM’nin Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanların icraatları nedeniyle soruşturma yöntemi ile denetleyebilmesini çok zor bir duruma getirecektir. Soruşturma sonucu Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan için kurulacak Komisyon Yüce Divan’a sevk edilme önerisini getirirse, bu kararın alınabilmesi 550 milletvekilinin olduğu Mecliste 276 milletvekilinin kabul oyu ile sağlanabilecekken, Anayasa değişikliklerinin kabul edilmesi halinde Yüce Divan’a sevk kararı 360 milletvekilinin oyu ile alabilecektir. Cumhurbaşkanı için bu karar sayıları 301 ve 400 e çıkmış olacaktır.

Milletvekili seçilme yaşının 25 ten, 18 e indirilmesi

Üçüncü değişiklik Anayasa’nın milletvekili seçilme yeterliliğini belirleyen maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında değişiklik yapmaktadır. Anılan maddenin birinci fıkrası halen şöyledir: “MADDE 76. – (Değişik : 13.10.2006 – 5551/1 md.) Yirmi beş yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilebilir.” Burada belirlenmiş olan 25 yaşın, 18 yaşa indirilmesi önerilmektedir. Bu bana göre, bu düzenleme değişiklikleri süsleme maddelerinden birisidir. 2011 yılında TBMM’ye seçilen en genç milletvekilinin yaşı 27 dir[2]. Haziran 2015 de seçilen en genç 6 milletvekilinin yaşlara dağılımı şöyledir; 26 yaş 1 kişi, 27 yaş 1 kişi, 28 yaş 2 kişi ve 29 yaş 2 kişidir[3]. Milletvekili seçilme yaşının 18 yaşın bitmesine indirilmesinden yararlanabilecek kişilerin sayısının gelecek seçimlerde en iyimser tahminle bir iki kişiyi aşmayacağı açıktır. TÜİK’in 2013 İstatistik Yıllığına göre, ülkemizdeki 18-24 yaş aralığındaki nüfusu 8 milyon kişinin üzerindedir. Gelecek ilk milletvekili seçimlerinde 18-24 yaş arası 8 milletvekili seçilse, şans milyonda birdir. 1 milletvekili seçilse şans 8 milyonda birdir. Bu şanslılar kimler olabilir acaba? Dolayısı ile seçilme yaşının 18 e indirilmesinin Türkiye’nin demokratikleşmesi ve demokrasinin gelişip güçlenmesine ve TBMM’de yapılacak tartışmaların niteliğine bir katkısının olmayacağını düşündüğüm için de bu değişiklik fıkrasını süsleyici bir düzenleme olarak görmekteyim.

Aynı maddenin mevcut ikinci fıkrası şöyledir: “ (Değişik : 27.12.2002 – 4777/1 md.) En az ilkokul mezunu olmayanlar, kısıtlılar, yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar, kamu hizmetinden yasaklılar, taksirli suçlar hariç toplam bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar; zimmet, ihtilâs, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler.”

Değişiklik önerisi, bu fıkrada altı çizili ve vurgulanmış olan “yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar” ifadesinin “askerlikle ilişiği olanlar” şeklini almasını öngörmektedir.

Halen yürürlükte olan fıkrada ifade edilen “yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olanlar”ın milletvekili seçilemeyeceğine ilişkin düzenleme net, kolayca anlaşılır ve sorunsuz uygulanabilir bir ifadedir. Diğer bir deyişle, askerlik yükümlülüğünü yerine getirmemiş erkek vatandaşlar diğer şartları karşılamış olsalar bile milletvekili seçilemeyeceklerdir. Yanlış anlamaya ve yoruma gerek yoktur. Yapılan “askerlikle ilişiği olanlar” ifadesi değişikliği ise durumu karmaşık ve sorunlu hale getirmektedir. Halen yürürlükte olan 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun 2 inci maddesi şu hükmü taşımaktadır; “Madde 2 – (Değişik: 22/1/2015 – 6586/12 md.) Askerlik çağı her erkeğin nüfus kayıtlarında yazılı olan yaşına göredir ve yirmi yaşına girdiği yılın Ocak ayının birinci gününden başlayarak kırk bir yaşına girdiği yılın Ocak ayının birinci gününde bitmek üzere en çok yirmi bir yıl sürer.

Bu süre, Genelkurmay Başkanlığının göstereceği lüzum, Millî Savunma Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla beş yıla kadar uzatılabilir veya kısaltılabilir.”

Askerlik Yasanın ilgili maddesi de askerlik çağına ilişkin süreyi de şöyle tanımlamıştır; “Madde 3 – Askerlik çağı, yoklama devri, muvazzaflık ve yedek olmak üzere üç devreye ayrılır.”

Askerlik Yasasının bu maddelerine göre erkek vatandaşlar 20 yaşına girdiği yılın Ocak ayının birinci gününden 41 yaşına girdiği yılın Ocak ayının birinci gününe kadar askerlik çağındadır. Diğer bir deyişle askerlikle ilişiği olan kişilerdir. Dolayısı ile 18 yaşını bitiren erkekler bir yıl içinde askerlik çağına girmiş olacaklardır. Bu kişilerin askerlikle ilişkilerinin kesilmesi ise aynı yasanın 14 üncü maddesinde düzenlemiştir. Anılan maddenin konumuzla doğrudan ilgili hükümleri şöyledir. “Madde 14 – (Değişik: 22/5/2012 – 6318/4 md.) Yükümlülerin sağlık muayenelerinin yapılarak askerliğe elverişli olup olmadıkları, öğrenim durumları, meslekleri ve niteliklerinin belirlenmesi işlemine yoklama denir.

Askerlik çağına gireceklerin kimlik bilgileri İçişleri Bakanlığınca her yıl ekim ayında Millî Savunma Bakanlığına bildirilir.

Askerlik çağına girenler ile bunlarla işleme tabi olanların yoklaması, her yıl 1 Ocak günü başlar ve o yıl askerlik çağına giren doğumluların silahaltına alınacağı ilk celp ve sevk tarihinin bitimine kadar devam eder.

(Değişik dördüncü fıkra: 3/10/2016-KHK-676/48 md.) Yükümlülerin sağlık muayeneleri Türk Silahlı Kuvvetleri sağlık yeteneğine ilişkin yönetmelikte belirtilen usul ve esaslara göre yapılır. Bu muayeneler, askerlik şubesinin bulunduğu yerde öncelikle varsa kayıtlı olduğu aile hekimi tarafından, yoksa en yakın resmi sivil sağlık kuruluşunda tek tabip tarafından yapılır. Aile hekimlerince veya resmi sağlık kuruluşunca hakkında karar verilmeyenler Sağlık Bakanlığınca belirlenen en yakın yetkili sağlık kurullarına sevk edilir.

(Değişik beşinci fıkra: 3/10/2016-KHK-676/48 md.) Yükümlüler hakkında ertesi yıla bırakma, sevk geciktirmesi veya askerliğe elverişli değildir kararlı sağlık raporlarını tanzim etmeye yetkili makam, Sağlık Bakanlığınca belirlenen yetkili sağlık kuruluşu sağlık kuruludur. …

Geçici sağlık kurulunca karar verilemeyen yükümlüler askerlik şubelerince Sağlık Bakanlığınca belirlenen en yakın yetkili sağlık kurullarına sevk edilirler.

Yoklama döneminde düzenlenen her türlü sağlık kurulu raporu, Millî Savunma Bakanlığının onayını müteakip kesinleşir.



Askere sevk edileceklerin sınıflandırma işlemleri, Millî Savunma Bakanlığı tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikte belirtilen usul ve esaslara göre yapılır.”

Görüldüğü üzere, bir erkek vatandaşın askerlikle ilişkisi bütün bu aşamalarda vardır. Dolayısı ile bu maddeye göre, bir erkek vatandaşın askerlikle ilişkisinin kesilmesi, ancak, tanımlanan sağlık muayenesi sonucunda askerliğe elverişli olmadıklarının belirlenmesi, askerlik görevlerini bitirmiş olmaları veya aynı kanunun bedelli askerliği düzenleyen maddelerindeki yükümlülükleri yerine getirmiş olmaları halinde mümkün olacaktır.

Bu durumda, halkoylamasına sunulan bu değişiklikle, bana göre, bir sorun çözülmüş olmamakta, sorunsuz mevcut hüküm sorunlu hale dönüştürülmektedir. Zira, adayların listeleri Yüksek Seçim Kurulu’na verildiğinde askerliğini henüz yapmamış olanlarla ilgili iddialar gündeme getirilecek ve Yüksek Seçim Kurulu’na itirazlar ileri sürülecektir. Bu tür bildirimler, YSK’yı çalışamaz konuma bile getirebilir. Bugüne değin yaşanmayan sorunlar her seçim öncesinde yaşanır hale gelecektir.

Milletvekili ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin aynı gün yapılması

Milletvekili seçimleri ile Cumhurbaşkanı seçimlerinin aynı gün yapılacağına ilişkin değişiklik üzerinde burada ayrıca durmayacağım. Konuyu, Cumhurbaşkanı’nın partili olmasına izin veren maddeyi değerlendirirken ele alacağım.

Yedek Milletvekilliği (Anayasa Komisyonu Görüşmeleri sırasında çıkarıldı)

İlk teklifte bulunmasına rağmen TBMM’deki görüşmelerde değişiklik metninden çıkarılan “yedek milletvekilliği” üzerinde kısaca durmak istiyorum. Okurlar oylanacak metinden çıkarılmış, neden üzerinde durup sözü uzatıyorsunuz diyebilirler. Ancak bu düzenleme hazırlanan Anayasa değişiklik önerilerinin yeterince tartışılmadan ve uzman hukukçuların tartışmasına izin verilmeden getirilmesinin sakıncalarını ortaya koyması bakımından önemlidir. Bu düzenleme, tartışmalarda ileri sürülen ve milletvekili adaylarının can güvenliğine değin uzanan endişeler nedeni ile metinden çıkarılmasa idi, Parlamenter demokrasinin tansiyon ölçmesini sağlayan ara seçim mekanizmasına da son verilmiş olacaktı.

TBMM’nin görev ve yetkilerinin bir kısmının Cumhurbaşkanına geçmesi

Anayasa değişikliği için halkoylamasına sunulacak metnin 6 ıncı maddesi ile, TBMM’nin görev ve yetkilerini düzenleyen 87 inci maddesinde çok köklü bir değişiklik yapılmaktadır. Halen yürürlükte olan 87 inci maddenin metni şöyledir. “II. Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri A. Genel olarak MADDE 87. – (Değişik: 3.10.2001-4709/28 md., 7.5.2004-5170/6 md.)Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesinhesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir. ”

Halkoylamasına sunulacak değişiklikle, metindeki altı çizili ve vurgulu bölüm TBMM’nin görev ve yetkileri içinden çıkarılmaktadır. Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerine ilişkin yeni düzenlemeyi incelerken göreceğimiz üzere, Başbakanlık görevi ortadan kaldırılmakta ve ona ait tüm görev ve yetkiler de Cumhurbaşkanına geçmektedir. Bu ifadenin Anayasa metninden çıkarılması ile demokratik gelenek ve yapılanmamıza çok köklü ve sorunlara yol açabileceğini düşündüğüm değişiklikler getirilmektedir. Hükümetlerin TBMM’de ilk denetimi, kurulan Hükümet’in programını TBMM’de okuduktan sonra yapılan güven oylaması ile başlar. Cumhurbaşkanı tarafından kurulacak hükümetler TBMM’de Hükümet Programını okumayacakları gibi güvenoyu da istemeyeceklerdir. Kaldırılan bu hüküm ile hükümetlerin ve bakanların, TBMM’de “Soruşturma” ve “Gensoru” gibi denetimi ileride ilgili maddesinde de değerlendirileceği üzere hemen hemen imkânsız duruma gelmektedir.

Mevcut Anayasa’nın 87 inci maddesinden çıkarılması halkoylamasına sunulacak olan, hükümetlere “kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek” ibaresi çok önemli ve köklü bir düzenlemedir. Zira bu düzenleme ile TBMM yasama yetkisini ancak bir yasa çıkararak belirli bir süre ve içerikle sınırlı olmak kaydı ile Hükümete devredebiliyordu. Çünkü, TBMM’nin yasama yetkisi, halkın kendisine verdiği ve devredilmesi düşünülemeyecek yasama yetkisini geçici olarak ve sınırları TBMM’ce yetki kanunlarında belirlenmiş olarak devredebilmesine izin veriyordu. Mutlak yasama yetkisi TBMM varlık nedenidir. Halkoylamasına sunulacak Anayasa değişikliğinin 19 uncu maddesi yürürlükten kaldırılan Anayasa maddelerini saymaktadır. Kaldırılan maddeler içerisinde yer alan 91 inci madde TBMM’nin Hükümetlere “kanun hükmünde kararname çıkarmasına ilişkin sınırları belirtmekte idi. Anayasa metninden tamamen çıkarılması öngörülen 91 inci maddenin ilgili hükmü şöyledir; “ E. Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verme MADDE 91. – Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasî haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.

Yetki kanunu, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin, amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılamayacağını gösterir.

…”

Yukarıya alıntıladığım 91 inci maddenin ilk fıkrası Anayasa değişiklik teklifinin 104 üncü madde değişikliğinin 18 inci fıkrasında şu şekli almıştır; “Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.”

Halen yürürlükte olan Anayasa hükmüne göre, TBMM’nin Bakanlar Kurulu’na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermesi kesin hükme bağlanmamış, TBMM’nin takdirine bırakılmıştı. Çünkü yasama yetkisinin devri söz konusu idi. Oysa değişiklikle TBMM’nin takdir hakkı söz konusu kalkmış olmakta ve yasama yetkisi kısmen de olsa Cumhurbaşkanına devredilmiş olmaktadır. Cumhurbaşkanı kararnamesinin çıkarılamayacağı alanlar, mevcut Anayasadaki gibi tanımlanmıştır. Ancak, bu belirlenen alanlar dışında kararname çıkarmasının sınırının olmaması nedeni ile çıkarılacak kararnamelerin mevcut kanunlarla çatışabileceği endişesi Anayasa değişikliği teklifini veren AKP ve MHP li imza sahiplerinde de mevcut olmalı ki Cumhurbaşkanının çıkacağı kararname ile mevcut yasalar arasında bir birbirine ters düşen durumlarda kanundaki hükümlerin uygulanacağını yazma ihtiyacını duymuşlardır. Böyle bir Anayasa metni yazılabilir mi? Aynı şekilde, Cumhurbaşkanının kararname çıkardığı konuda TBMM kanun çıkarırsa kararnamenin hükümsüz olacağını belirtme ihtiyacını duymuşlardır. Anayasa teklif metnine konulan ve Anayasa Komisyonu ile TBMM’de sağlıklı bir tartışma yapılmadığı içinde aynen korunan bu ifadeler Anayasa metni haline gelirse iki başlılık yaşanma olasılığını peşinen kabul etmiş olmaktadır. Oysa Başbakan Binali Yıldırım bu düzenlemenin iki başlılığı ortadan kaldıracağını savunagelmişti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılmaya başlandığından bugüne kadar TBMM’nin yasama yetkisini Hükümete devretmeme konusunda çok titiz bir tutumu olagelmiştir. Bunun en çarpıcı örneği de Birinci Meclis döneminde yaşanmıştır.

Atatürk’ün 1 Aralık 1921 günü TBMM’de Meclisin önem ve görevine ilişkin olarak yaptığı konuşma

İstiklal Savaşının sürmekte olduğu ve henüz Sakarya Savaşının kazanılmasından (19 Eylül 1921) kısa süre sonra, 24 Kasım 1921 günü TBMM Genel Kurul’a “Heyeti Vekilenin (Bakanlar Kurulunun) salâhiyet ve vazifesine dair Encümeni Mahsusun kanun teklifi ve mazbatası” (2/361) sunulmuş ve görüşmelerine başlanılmıştır[4]. Teklif, TBMM’nin bazı yetkilerini Bakanlar Kurulu’na devretmeyi de öngörmekteydi. TBMM’deki görüşmelerin son gününde 1 Aralık 1921 günü, TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, kanun önerisinin içeriğine yönelik bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmadan günümüze de ışık tutan bazı bölümlerini, TBMM Zabıt Ceridesinin 1 Aralık 1921 sayısından; günümüzde yaygın olarak kullanılan sözcüklere çevirmiş olarak, alıntılamak istiyorum[5]. Alıntıladığım her bir paragrafın sonunda parantez içerisinde Zabit Ceridesinin alıntının yapıldığı sayfasını belirttim. Böylece dileyen okur, anılan belgede alıntılanan bölümleri kolayca bulabilsin istedim. Alıntılardaki vurgulamalar tarafımdan yapılmıştır. Aslında okurlara konuşmanın tümünü okumalarını öneririm. Zabıt Ceridesine TBMM’nin web sayfasından 1908 den itibaren tutanaklar bölümünden ulaşılabileceği gibi, Atatürk Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” başlıklı yayının Birinci cildinin 202-235 inci sayfaları arasında da bulunabilir.

“… Buna dayanarak birinci maddeye bakmanızı rica edeceğim. Efendiler bu maddede üç bakımdan Anayasamızın temel maddelerini ve ruhunu tahrip eden bir maddedir. Birinci nokta: Anayasamızın birinci maddesinde ‘hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ denmiştir. Bu hiçbir kısıtlama, hiçbir tenkit kabul etmez. Anayasa Kanunumuzun yedinci maddesinde bu hâkimiyetin ve millet iradesinin nasıl gerçekleşeceğini bir madde ile açıklamak gerektiğinde ‘temel hukuk denilen şeylerin tümü Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir’ denilmiştir. Temel hukukun tümü ve bir kayıt ve şartla: hâkimiyeti daima elinde tutmak şartıyla… Efendiler, bir heyet ki; milletin irade ve hâkimiyetini ortaya koymuş ve temsil ettirmiştir ve hukukun üstünde daha güçlü bir kuvvet yoktur, bu maddeyi koymak, bunun görevini kısıtlamak, bunun güç ve kuvvetini azaltmaktır ve milletin bize emanet etmiş olduğu hâkimiyet ve iradeyi suiistimal etmektir. Bu nedenle Yüce Meclisiniz görevini yaparken hiçbir çizgi ve sınır kabul etmez. Bütün temel hukuku yalnız ve ancak kendisi yerine getirir. (sayfa 424)…

“Aynı maddenin son fıkralarına yüksek dikkatinizi çekmek isterim. Meclisin başlama ve açılış zamanını belirleme ve değiştirme ve gerektiğinde dağıtılması gibi bir görevden söz edilmektedir. Bakınız Anayasa Kanuna, altıncı maddeye ‘Büyük Millet Meclisinin Genel Kurulu Kasım ayı başında davetsiz toplanır.’ Efendiler, bu nokta şekil itibariyle, Anayasayı tahrip etmekle kalmıyor. Bu nokta gerçekte millet hâkimiyetini kısıtlıyor ve yok ediyor. Efendiler, millet bizi buraya gönderdi. Fakat ömrümüzün sonuna kadar biz burada ve bu milletin iradesini ve hâkimiyetini miras almış gibi temsil etmek için toplanmış değiliz ve sizi toplamak ve dağıtmak kudretini hiç kimse sahip değildir. Millet bilmelidir ki; bir günde vekillerini toplar ve gönderir. Burayı hiçbir kimsenin kısıtlamaya hak ve yetkisi yoktur ve olmamalıdır. (sayfa 424-425)…

“Efendiler, insanlar kuvvet kullanmaya ve özellikle başkalarının kuvvetini kullanmaya doğası gereği eğilimli oldukça bu kaideyi çok kıskanç olarak muhafaza etmekte ısrarlı olmalısınız. Şimdiye kadar bu milletin Meclisinin devam edememesi, bu ‘gerektiğinde Meclisin dağıtılması’ kaydının bu yapraklarda, bu kitaplarda ve bu dünyada mevcudiyetinden kaynaklanmıştır. Bu yetkiyi istediğiniz heyete veriniz, mutlaka suiistimal eder. Padişahlar işte; bu noktaya dayanarak milletimizin meclislerini tahkir ede ede kovmuşlardır. Bu nedenle böyle bir kayıt ve şartın Anayasada hiçbir zaman yeri olmayacaktır. (sayfa 425) …

“Fakat üçüncü maddesi efendiler, yine Yüksek Heyetinize millet tarafından verilmiş yetkiyi gasp eden bir maddedir. Hem Anayasanın yedinci maddesi deniliyor, hem de bu temel hukuktan bir tanesi Bakanlar Kuruluna veriliyor? ‘İdam hükümleri mahkemelerden geçerek son hükmü Bakanlar Kurulu verecektir’ deniyor. Halbuki o hükmü ancak Yüksek Heyetiniz verir. (sayfa 425) …

“Dokuzuncu maddede Meclis Başkanının yetkileri belirtilmiştir. ‘Meclis adına imza eder. Bakanlar Kurulu kararlarını onaylar.’ Bunu bu madde tahrip etmiştir ve o suretle tahrip etmiştir ki Meclis Başkanı ister onaylasın, ister onaylamasın, Bakanlar Kurulu derhal gereğini yerine getirir. Efendiler, bu madde ile emin olunuz ki bindiğiniz dalı baltalamaktasınız. Efendiler, emin olasınız ki; bu madde ile Meclis Başkanlığına seçtiğiniz bir kişinin ilgisi yoktur. Yalnız sizin doğrudan doğruya ilginiz vardır. Ve yalnız sizin alakanız vardır ve yalnız milletin sizinle alakası vardır. (sayfa 425)…

“Bir Bakanlar Kurulu ki; millet iradesinin temsilcisi olacaktır, ispat edeceğim; onun eline yetki verdiğiniz zaman o istediğini yapacaktır. Sorarım size; ‘Bakanlar Kurulu sizin buradan dağıtılmanıza karar verirse ne yapacaksınız?’ Hüseyin Ayni B. (Erzurum) Güleriz! Mustafa Kemal Paşa (Devamla) Gülemezsiniz! İstanbul Meclisi Mebusanına giden yüksek şahsınız ve o zaman da ‘güleriz’ demediniz, ama o zaman bunu yapamadınız, kulağınızdan tutup kapıdan dışarı atmışlardı.(sayfa 425) …

“Bir defa tutanak yazarı beyefendi, bu eserin birtakım duyguların etkisinde yapılmış olduğunu beyan buyurdular. Efendiler uzman kişilerce bilinir ki, kanun koyucu olan insanlar birtakım seçkin niteliklere sahip olmak zorundadırlar. O niteliklerden birincisi şudur efendiler, kanun teklif eden, kanun yapan, kanun koyan bir insan insanlığın bütün duygularına, bütün aşırı isteklerine herkesten daha çok bilgi sahibidir. Fakat nefsini herkesten çok ve tamamen bütün kapsamıyla bunlardan uzak tutmak güç ve yeteneğine sahip olmalıdır. Bu seçkin niteliğe sahip olmayan insanlar, insan topluluğu için kanun yapmak hak ve yetkisinden yasaklıdır. Kanunlar duygular üzerine bina edilemez ve (duyguların) ardından gidilerek yapılamaz.(sayfa 429) …

“Efendiler, vatandaşlarımızdan, dindaşlarımızdan, hemşehrilerimizden her biri kendi bilincinde bir yüksek düşünceyi besleyebilir, hürdür, muhtardır. Buna kimse karışmaz. Fakat; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin sabit, müspet, maddi bir siyaseti vardır, o da efendiler; Türkiye Büyük Millet Meclisinin belirli ulusal sınırları içinde hayatını ve istiklalini temin etmeye yöneliktir. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümeti temsil ettiği millet adına çok gösterişsiz (mütevazı) ve hayalden tamamen uzak ve tamamen gerçekçidir. Bu nedenle kanunlarını yalnız bu görüş açısından ve bu gerçeğin sınırları içinde tespit eder. Geniş, yüksek, fakat hayali ve uygulama değerinden uzak birtakım duygunun peşinden koşarak kanun yapmaz ve böyle bir kanun tatbik edemez, efendiler. (sayfa 429-430)…

“Efendiler, bu milleti bugün idam sehpası karşısında bulunduran işler ve hareketlerin başlangıcı hayaldir, duygulardır. Uzaklara gitmeye gerek yok. Bu milletin genel seferberliğinin hangi gerçeğe, hangi gerçekçi hesaba dayandırıldığını bir düşününüz. Bunun gerçek sebebi duygudur. Dünya Savaşına ne ile girdik? Zamanından önce Dünya Savaşına bu milleti yönelten nedir? Hangi gerçektir, hangi duygudur? Daha ilerisine gidelim, geçmişimize dönelim, küçük bir tarihi olay; Sadrazam Kara Mustafa Paşa bu milleti Viyana kapılarına sevk ederken, bütün Almanya’yı kuzeyini zapt ve fethederek küresel bir Osmanlı İmparatorluğu yapmak hayaline düşmüştü. Fakat zavallı Paşamız düşünmüyordu ki, bütün bu fütuhat emelleri peşinde dolaşırken, bu girişimler, çocuklara babadan miras yerlerini kaybettirmek için zemin hazırlıyordu. … Bu nedenle efendiler, bireyler olarak sahip olduğumuz siyasi düşüncelerimizi ifade edebiliriz; bunun ifade yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin kanunları ve bu kanunların gerekçe metinleri değildir. Panislamizm’i ben şöyle anlıyorum; … Dindaşlarımızın çeşitli yerlerde vücuda getirmiş oldukları toplumların bağımsız olarak yaşamasını isteriz ve bununla yüksek bir zevk ve mutluluk duyarız. … Fakat efendiler, bu toplumları büyük bir İmparatorluk, maddi bir İmparatorluk halinde bir noktadan sevk ve idaresini düşünmek istiyorsak bu bir hayaldir, ilme, mantığa, fenne aykırı bir şeydir. Efendiler, dikkat buyurunuz ve bir tarihi gerçek, bir fenni ve ilmi gerçek olarak daima hatırda tutunuz ki; bir siyasi yapının sınırlarını geçemeyeceği bir hedef gücü (gayei kuva) vardır. (sayfa 430) …

“Efendiler, bu noktadaki düşüncelerimi tamamlamak için derim ki; büyük hayaller peşinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Efendiler, büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, garazını, kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine çektik. Biz Panislamizm yapmadık, belki: ‘yapıyoruz, yapacağız’ dedik. Düşmanlar da; ’yaptırmamak için biran önce öldürelim’ dediler. Bütün dava bundan ibarettir. Bütün dünyaya korku ve telaş veren düşünce bundan ibarettir. Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız düşünceler üzerinde koşarak düşmanlarımızın adedini ve üzerimize olan baskıları çoğaltmaktan ise doğal sınırlarımıza, meşru sınırlarımıza geri dönelim. Sınırımızı (haddimizi) bilelim. Bu nedenle efendiler, biz hayat, ve bağımsızlık isteyen milletiz ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı esirgemeyiz. (sayfa 431) …

“… Yalnız bir kuvvetten ibaret olan hâkimiyet ve irade-i milliye Yüksek Heyetinizde ortaya çıkmakta ve temsil edilmektedir ve bu kayıt ve şartla millet bizi buraya göndermiştir. Milletin bize vermiş olduğu bu görev ve yetki ve bu sorumluluk bizim içimizden bir kişiye verip de o kişi kendi arkadaşları ile bize karşı bütün işleri ve işlemleri Devlet ve milletten sorumlu olmasını bizim varlık nedenimiz kabul edemez. Efendiler buna biz yetkili ve izinli (mezun) değiliz. İşte bunun içindir ki; Yüksek Heyetiniz bütün devlet görevlerini, millet ve memleket (sorumluluğunu) üzerine alarak çalışırken, yürütmeye ilişkin ayrıntıları arkadaşlarımızdan bazılarına devlete hizmete göre dağıtmışlardır. Fakat bu heyet hiçbir zaman irade ve milli hâkimiyetin dayanağı olamaz. Her şeyin tek yetkilisi Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Meclis bu yetkisini kimseye veremez. … (sayfa 440”

TBMM, 3 Aralık 1921 günü söz konusu kanun teklifi Komisyona geri göndermiştir[6].

Bağımsızlık Savaşının en hassas günlerinde dahi Atatürk ve milletvekilleri, TBMM’nin yetkilerinden bir bölümünü dahi Bakanlar Kurulu’na devretmemişlerdir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve denetim yolları

Halen yürürlükte olan Anayasa’nın 98. Maddesi, genel olarak denetim yollarını, 99. Maddesi, gensoru denetimini ve 100. Maddesi ise meclis soruşturması yöntemini içermektedir. Yapılması düşünülen Anayasa değişikliği ile Başbakan görevi ortadan kaldırılıp Cumhurbaşkanına verildiği ve bakanlar da Cumhurbaşkanı tarafından atanacağı için bu üç maddeden sadece 98 inci maddenin içeriği yeniden düzenlenmiştir. 98 inci maddenin halen yürürlükte olan şekli şöyledir. “MADDE 98. – Türkiye Büyük Millet Meclisi soru, Meclis araştırması, genel görüşme, gensoru ve Meclis soruşturması yollarıyla denetleme yetkisini kullanır.

Soru, Bakanlar Kurulu adına, sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Başbakan veya bakanlardan bilgi istemekten ibarettir.

Meclis araştırması, belli bir konuda bilgi edinilmek için yapılan incelemeden ibarettir.

Genel görüşme, toplumu ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesidir.

Soru, Meclis araştırması ve genel görüşme ile ilgili önergelerin verilme şekli, içeriği ve kapsamı ile cevaplandırılma, görüşme ve araştırma yöntemleri Meclis İçtüzüğü ile düzenlenir.”

Halkoylamasına sunulmakta olan Anayasa değişikliğinde bu madde şu şekli almıştır. “MADDE 6- 2709 sayılı Kanunun 98 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve kenar başlığı metinden çıkarılmıştır.

“MADDE 98- Türkiye Büyük Millet Meclisi; Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması ve yazılı soru yollarıyla bilgi edinme ve denetleme yetkisini kullanır.

“Meclis araştırması, belli bir konuda bilgi edinmek için yapılan incelemeden ibarettir.

“Genel görüşme, toplumu ve Devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesidir.

“Meclis soruşturması, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında 106 ncı maddenin beşinci, altıncı ve yedinci fıkraları uyarınca yapılan soruşturmadan ibarettir.

“Yazılı soru, yazılı olarak en geç onbeş gün içinde cevaplanmak üzere milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yazılı olarak soru sormalarından ibarettir.

“Meclis araştırması, genel görüşme ve yazılı soru önergelerinin verilme şekli, içeriği ve kapsamı ile araştırma usulleri Meclis İçtüzüğü ile düzenlenir.”

Her iki metin dikkatle incelendiğinde TBMM’nin denetim yollarını kullanmasının çok zayıflatıldığı anlaşılmaktadır. Gensoru ile denetim yolu ortadan kalkmıştır. Gensorunun nasıl etkin bir denetim yolu olduğunu okurlara anımsatmak üzere, halen yürürlükte olan Anayasa metnine aşağıya yer veriyorum.

“MADDE 99. – Gensoru önergesi, bir siyasî parti grubu adına veya en az yirmi milletvekilinin imzasıyla verilir.

“Gensoru önergesi, verilişinden sonraki üç gün içinde bastırılarak üyelere dağıtılır; dağıtılmasından itibaren on gün içinde gündeme alınıp alınmayacağı görüşülür. Bu görüşmede, ancak önerge sahiplerinden biri, siyasî parti grupları adına birer milletvekili, Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakan konuşabilir.

“Gündeme alma kararıyla birlikte, gensorunun görüşülme günü de belli edilir; ancak, gensorunun görüşülmesi, gündeme alma kararının verildiği tarihten başlayarak iki gün geçmedikçe yapılamaz ve yedi günden sonraya bırakılamaz.

“Gensoru görüşmeleri sırasında üyelerin veya grupların verecekleri gerekçeli güvensizlik önergeleri veya Bakanlar Kurulunun güven isteği, bir tam gün geçtikten sonra oylanır.

“Bakanlar Kurulunun veya bir bakanın düşürülebilmesi, üye tamsayısının salt çoğunluğuyla (yarıdan bir fazlasıyla) olur; oylamada yalnız güvensizlik oyları sayılır.

“Meclis çalışmalarının dengeli olarak yürütülmesi amacına ve yukarıdaki ilkelere uygun olmak kaydıyla gensoru ile ilgili diğer hususlar İçtüzükte belirlenir.” Vurgulama tarafımdan yapılmıştır. Parantez içindeki ifade anlaşılma kolaylığı için tarafımdan konulmuştur.

Görüldüğü üzere 20 milletvekili Gensoru önergesi verebilmekteydi. Gensoru görüşmeleri sırasında milletvekillerinin veya parti gruplarının verecekleri gerekçeli “güvensizlik önergesi” veya Bakanlar Kurulu’nun TBMM’de “güven tazeleme isteği önergesi” ile güven oylamaması yapılabiliyordu. Yeni düzenleme ile bu denetim yolu ortadan kaldırılmış olmaktadır. 20 milletvekilinin Gensoru verme yetkisi Hükümetleri, keyfi idareden uzak tuttuğu kadar, hükümetlerin ülkeye ve ulusa zarar verecek uygulamalar yapması halinde görevden alınarak hasarın en düşük düzeyde tutulmasının da güvencesi olmuştur.

Soruşturma yolu ile ilgili durumu yukarıda, milletvekili sayısının 550 den 600 e çıkarılması çerçevesinde değerlendirdiğim için burada ayrıca durmayacağım.

Cumhurbaşkanı adaylığı ve seçimi

Anayasanın Cumhurbaşkanının seçimi ile ilgili 101 inci maddesinin halkoylamasına sunulan değiştirilecek maddesi şöyledir.

MADDE 7- 2709 sayılı Kanunun 101 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“A. Adaylık ve seçimi

“MADDE 101- Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir.

“Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.

“Cumhurbaşkanlığına, siyasi parti grupları, en son yapılan genel seçimlerde toplam geçerli oyların tek başına veya birlikte en az yüzde beşini almış olan siyasi partiler ile en az yüzbin seçmen aday gösterebilir.

“Cumhurbaşkanı seçilen milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.

“Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday, Cumhurbaşkanı seçilir. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday, Cumhurbaşkanı seçilir.

“İkinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin herhangi bir nedenle seçime katılmaması halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli oyların salt çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilir. Oylamada, adayın geçerli oyların çoğunluğunu alamaması halinde, sadece Cumhurbaşkanı seçimi yenilenir.

“Seçimlerin tamamlanamaması halinde, yenisi göreve başlayıncaya kadar mevcut Cumhurbaşkanının görevi devam eder.

“Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin diğer usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”

Halkoylamasına sunulacak olan bu değişikliğin, 2007 yılı halkoylaması ile kabul edilen Anayasa düzenlemesine göre en önemli değişikliği yukarıda altını çizip vurguladığım fıkrasıdır. Yeni düzenlemenin farkını görebilmek için 2007 halkoylaması ile kabul edilen metni okurların dikkatine sunmak isterim. “Cumhurbaşkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasi partiler ortak aday gösterebilir.

Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.”

Halen yürürlükte olan bu fıkralara göre Cumhurbaşkanı adaylarını belirleme yetkisi milletvekillerine aittir. 20 milletvekili birlikte yazılı olarak Cumhurbaşkanı adayı gösterebiliyordu, aday gösterme parti gruplarına verilmiş bir yetki değildi. Bu düzenleme ile Cumhurbaşkanı seçileceklerin bir partinin etkisi altında olmaması da bir anlamda sağlanmış oluyordu. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP’nin “Ortak Aday” göstermelerine ilişkin eleştirmelerimi okumak isteyenler “Seçim mi Dayatma mı I ve II” başlıklı yazılarıma www.hikmetulugbay.com/?p=544 ve www.hikmetulugbay.com/?p=551 bağlantısından erişebilirler.

İkinci önemli değişiklik ise Genel Seçimlerde yüzde 10 barajının altında kalan partilerin bir arada aday gösterebilmelerindeki yüzde 10 oranının yüzde 5 e indirilmesidir. TBMM dışında kalmış partilere yönelik eski ve yeni oranlar değişikliğe eklenmiş tatlandırıcılardır. Zira bu partilerin uzlaşıp ortak bir aday gösterebilmeleri imkânsız denecek kadar düşük olup, bu başarılsa bile ortak adayın bu kampanyayı sürdürebilecek mali olanaklarının sağlanabileceği de şüphelidir. Bunun en somut örneği yukarıda değindiğim ve Mecliste olan iki partinin ortak aday macerasında görülmüştür.

Üçüncüsü ise, en az yüz bin seçmenin birlikte Cumhurbaşkanı adayı gösterebilmesine yönelik düzenleme ise demokratiklik görüntüsü veren bir tatlandırıcıdır. Bu seçenek uygulanma olasılığı imkânsız denilebilecek bir tatlandırıcı düzenlemedir.

Dördüncüsü ise, Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiğinin kesileceği ibaresinin Anayasa düzenlemesinden çıkarılmasıdır. Bu düzenleme ile Cumhurbaşkanı partili kimliğini korumuş olacaktır. Cumhurbaşkanının partili kimliğini koruması alacağı kararlar ve yapacağı atamalar nedeni ile politik tartışmaların içinde kalmasına neden olacak ve toplumu birleştiren bir makam konumunu erozyona uğratma riskine açık tutacaktır. Cumhurbaşkanın partili kimliği görevleri ile ilgili düzenlemenin içeriğini yerine getirme bakımından da ciddi sıkıntılar yaşatacak görünmektedir.

Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen değişiklik

Halkoylamasına sunulan bu değişikliklerden üzerinde duracaklarımı aşağıya alıntıladım.

MADDE 8 – 2709 sayılı Kanunun 104 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“MADDE 104 – Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.

….

“Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son verir.

“Üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler.

….

“Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunar.

“Milli güvenlik politikalarını belirler ve gerekli tedbirleri alır.

“Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eder.

“Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verir.

….

“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.

….

“Cumhurbaşkanı, kanunların uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilir.

….

“Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.”

Bu maddenin, ilk fıkrasına göre, Cumhurbaşkanı hem devletin başı ve hem de yürütme yetkisine sahip olacaktır. Bu yetkilerle donatılacak Cumhurbaşkanının, aynı zamanda bir partinin de başkanı sıfatını taşıyacak olması diğer görev ve yetkilerini kullanmada tartışmalı konuma düşürebilecektir. Şöyle ki, Milli Güvenlik Politikalarını Cumhurbaşkanının yanında bir parti başkanı da belirlemiş olacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanımına, diğer bir deyişle savaş ilanına, Cumhurbaşkanı yanında bir parti başkanı da karar vermiş olacaktır. Diğer taraftan “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eder” ve “Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verir.” ifadeleri üzerinde de durmak isterim. Bu ifadeler, darbe dönemi Anayasası olarak eleştirilen 1982 Anayasası ile Anayasa hukukumuza getirilmiştir. Dolayısı ile askeri vesayet döneminde Anayasa’ya sokulan bu hüküm, halkoylamasına sunulmakta olan ve sivil bir Anayasa yapma çalışması olduğu ileri sürülen Anayasa değişikliğinde de aynen korunmuştur. 1982 Anayasasından önce yapılan Anayasalarda böyle bir hüküm yoktur.

TBMM’de birçok parti bulunabilir. Bu durumda bu partilerden birisinin başkanı aynı zamanda Başkomutan sıfatını da taşımış olacaktır. Eğer Cumhurbaşkanının partisinin milletvekili sayısı TBMM’de azınlıkta kalırsa, TBMM’yi temsil etmesi tartışmalı hale gelebilecektir. Azınlıkta olan partinin başkanı olan Cumhurbaşkanı bir yandan Milli Güvenlik Politikasını oluşturacak diğer yandan savaş kararı da alabilecektir. Bu olasılıklar ülkede demokratik krize yol açacağı gibi yönetim krizine de neden olabilir. Bunlar olmaz denilemez, politik tarihimiz, tek başına veya koalisyon büyük ortağı olarak iktidar olan partilerin iç bölünmeleri nedeni ile azınlığa düştüğüne de tanıktır.

Halen yürürlükte olan Anayasa’nın 87 inci maddesine göre savaş ilanı TBMM’nin yetkisi içindedir. Bu yetki adı değiştirilerek, “Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verir” şekli altında tek başına Cumhurbaşkanına verilmiş olmaktadır. Ben, Silahlı kuvvetlerin kullanılmasına 550 milletvekilinin bulunduğu TBMM’de karar verilmesinin çok daha doğru ve sağlıklı bir düzenleme olduğuna inanmaktayım. En az bunun kadar önemli bir husus da, mevcut Anayasa maddesi “savaş kararı” demekle silahlı kuvvetlerin bir başka devlete karşı kullanılması yetkisini TBMM’ne vermiştir. Değişiklikte “TSK’yı kullanılması” ibaresi, savaş ilanından çok daha kapsamlı bir yetkiyi içermektedir. Bu düzenlemeye göre Cumhurbaşkanı Türk Silahlı Kuvvetlerinin başka devlete karşı kullanılmasına karar verebileceği gibi, yurt içinde yer alabilecek sivil itaatsizliklere karşı kullanılmasına da karar verebilecek konuma gelecektir.

Başkomutanlık konusu üzerinde de kısaca durmak isterim. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk ve tek Başkomutanlık sıfatının verilmesi 5 Ağustos 1921 tarihinde, Sakarya Savaşı öncesinde, Mustafa Kemal Paşa’yadır. TBMM, Yunan Ordularının Polatlı/Ankara kapılarına dayandığında Başkomutanlık görev ve yetkisini bir yasa ile Atatürk’e vermiştir. Yasanın birinci ve üçüncü maddesini bellek tazelemek üzere günümüz Türkçesi ile alıntılıyorum.

“Madde 1- Millet ve memleketin yazgısına doğrudan (bilfiil) el koymuş bulunan tek yüce güç olan ve üyelerinden her birinin Anayasa kanunu ile hukuk ve yasama dokunulmazlığı tabiatı ile saklı ve manevi kişiliği Başkomutanlığı sahip bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi aşağıdaki şartla Başkomutanlık görevi ile kendi Başkanı Mustafa Kemal Paşayı görevlendirmiştir.

“Madde 3- Adı geçene yukarıdaki kayıtla verilen sıfat ve yetki üç ay süre ile sınırlıdır. Meclis gerekli gördüğü taktirde bu sürenin sona ermesinden önce dahi bu sıfat ve yetkiyi kaldırabilir.”

Bağımsızlık Savaşının en sorunlu ve sıkıntılı günlerinde dahi TBMM, Başkomutanlık görevini süre sınırlı olarak ve gerektiğinde süre dolmadan geri alma koşulu ile vermiştir. Bağımsızlık Savaşı kazanıldıktan sonra, 1924 Anayasa’sının 40 ncı maddesine de şu hüküm konulmuştur; “Madde 40.- Başkumandanlık Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi kişiliğinin bünyesinde mevcut olup, Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Harp Kuvvetlerinin emir ve komutası barış döneminde özel kanunu gereğince Genel Kurmay Başkanına ve savaş döneminde (seferde) Bakanlar Kurulunun göstereceği kişiye Cumhurbaşkanı tarafından tevdi olunur.[7]” !924 Anayasasının bu hükmünden de görüldüğü üzere, Başkomutanlık Cumhurbaşkanı tarafından sembolik olarak temsil edilmektedir. Savaş zamanında Başkomutanlık görevine kimin getirileceğine Bakanlar Kurulu karar vermektedir. Sakarya’da Başkomutanlık görevini üstlenmiş ve Dumlupınar’da düşmanı kaçmaya zorlamış Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhurbaşkanı olmasına rağmen bu yetki Cumhurbaşkanı’na verilmemiştir. Bunun nedeni de Anayasa’nın ömrünün bireyden çok daha uzun olduğu anlayışıdır. Dileyen okurlar, 1924 Anayasa’sında başkomutanlık maddesinin görüşülmesine ilişkin olarak bu cümlenin sonuna koyacağım Zabıt Ceridelerini okuyabilirler[8]. Bu okumayı yapacaklara özellikle 7 Nisan 1924 günlü Zabıt Ceridesinden İsmet Paşa’nın başkomutanın görev ve sorumluluklarını anlattığı bölümü özellikle okumalarını öneririm.

1961 Anayasasının “Madde 110- Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılmaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur.[9]” Görüldüğü üzere, 1961 Anayasasında da Başkomutanlığın TBMM’nin manevi kişiliğinden ayrılamayacağı yazılır. Bu durumda Cumhurbaşkanının Başkomutanlığı temsili konumda kalmaktadır.

Dış politikasının temel ilkesi “Yurtta Barış, Dünyada Barış” olan bir ülke, Anayasasını darbe Anayasası olmaktan çıkarmak istiyorsa 2017 Anayasa Değişikliği kanununa, yurt dışına asker gönderilme yetkisinin TBMM’de bırakılarak, Başkomutanlığın temsili için 1924 veya 1961 Anayasa hükmü ile yetinilmesi gerekirdi. Bence en doğrusu bu olurdu.

Bana göre diğer bir doğru da Başbakanlık görevinin kaldırılmaması ve Cumhurbaşkanlığı makamının yürütme sorumluluklarının dışında bırakılması olurdu, aynen 1924 ve 1961 Anayasalarında olduğu gibi. Başbakan ve Bakanların TBMM’nin denetimi sürmesinin demokratik yaşamımıza çok şeyler kazandırmaya devam edeceğine de inanmaktayım.

Cumhurbaşkanı Yardımcılarının Atanması

Cumhurbaşkanı Yardımcılarının kaç kişi olacağı belli değildir. Cumhurbaşkanı yardımcıları sadece Cumhurbaşkanı yurt dışına çıktığında ona vekâlet etmeyeceklerdir. Ağır hastalık ve geçici iş göremezlik hallerinde de Cumhurbaşkanlığı görevini geçici olarak üstlenecektir. Cumhurbaşkanı Yardımcılarından hangisi bu görevi üstlenecektir? Yurt dışına giderken bunu kendisi belirleyecektir. Ya ani bir iş göremezlik durumu doğarsa hangisinin bu görevi üstleneceği nasıl ve kim tarafından belirlenecektir? Bu suallerin cevabı yoktur.

Diğer taraftan, TBMM’nin seçtiği Cumhurbaşkanından halkın seçtiği Cumhurbaşkanlığına yine bir Anayasa değişikliği ile geçilmişti. Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı’nın Yardımcısı da Cumhurbaşkanı ile birlikte neden halka seçtirilmemektedir. Bunun da yanıtı yoktur. Bu durum ne Meclis’te ne de kamuoyunda tartışılmamaktadır.

Cumhurbaşkanının diğer görev ve yetkilerine ilişkin fıkralar üzerinde ayrıca durmayacağım. Zira bu konuda ayrıntılı değerlendirmelerimi “TBMM’nin görev ve yetkilerinin bir kısmının Cumhurbaşkanına geçmesi” başlığı altında daha önceki sayfalarda yapmıştım.

2017 Anayasa değişikliğinin içerdiği diğer maddeleri, Başbakanlık kurumunun olduğu gibi korunması düşüncesinde olduğum için ayrıca değerlendirmeyeceğim. Yalnız iki maddesi üzerinde özellikle durmaya gerek görüyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin yenilenmesi

Anayasa değişiklik kanununun 11 inci maddesi ile Anayasa’nın 116 nci maddesi değiştirilmektedir. Değişikliğin üzerinde durmak istediğim fıkraları aşağıdadır.

“MADDE 116 – Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.

Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.

…”

Bu değişikliği değerlendirmeden önce halen yürürlükte olan Anayasa hükmü nedir onu anımsamakta fayda görüyorum. Halen yürürlükte olan aynı maddenin ilgili fıkrası aşağıdadır.

“MADDE 116. – Bakanlar Kurulunun, 110 uncu maddede belirtilen güvenoyunu alamaması ve 99 uncu veya 111 inci maddeler uyarınca güvensizlik oyuyla düşürülmesi hallerinde; kırkbeş gün içinde yeni Bakanlar Kurulu kurulamadığı veya kurulduğu halde güvenoyu alamadığı takdirde Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına danışarak, seçimlerin yenilenmesine karar verebilir.”

Görüldüğü üzere, Cumhurbaşkanının TBMM seçimlerini yenilemesi önemli bir şarta bağlanmıştır. Bu şart, Bakanlar Kurulu’nun, Anayasa’nın 110 ncu maddesinde belirtilen Güven Oyunu alamaması veya 99 uncu veya 111 inci maddede uyarınca Güvensizlik Oyu ile düşürülmesi ve yeni hükümetin 45 gün içinde kurulamaması veya kurulduğu halde Güven Oyu alamamasıdır. Diğer bir deyişle ülkenin siyasi çekişmeler nedeni ile Hükümet kuramaması ve politik bir krizin doğması halidir. Darbe Anayasası olarak nitelendirilen 1982 Anayasası dahi Cumhurbaşkanına TBMM seçimlerinin yenilemesi için açık çek vermemiştir, çok önemli bir şartın gerçekleşmesi hali ile sınırlamıştır. Bu sınırlamanın politik gerekçesi ise 1980 öncesinde yaşanan Hükümet krizlerdir.

1982 Anayasasının bu hükmüne benzer bir düzenleme 1961 Anayasasının 108 inci maddesinde de vardır. Bu metin karşılaştırma yapmak isteyen okurlar için aşağıya alınmıştır.

“VI. Millet Meclisi Seçimlerinin Cumhurbaşkanınca Yenilenmesi

MADDE 108.- Anayasa’nın 89’uncu ve 104’üncü Maddeleri Uyarınca Verilen Güvensizlik Oyu Sebebiyle, Onsekiz Aylık Bir Süre İçinde, Bakanlar Kurulu İki Defa Düşmüş ve Üçüncü Defa Güvensizlik Oyu Verilmiş Olursa, Başbakan, Cumhurbaşkanından, Millet Meclisi Seçimlerinin Yenilenmesini isteyebilir. Bu istek üzerine, Cumhurbaşkanı, Meclislerin Başkanlarına danışarak, seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Yenilenme kararı Resmî Gazete’de yayınlanır ve hemen seçime gidilir.”

Oysa, 16 Nisan 2017 günü halkoylamasına sunulacak olan Anayasa değişikliği ile getirilen düzenlemede Cumhurbaşkanına TBMM seçimlerini yenilemek için hiçbir şart getirmemiş, adeta açık çek vermiştir.

Bu noktada okurlara 1924 Anayasa’sına konulmak istenen Cumhurbaşkanının TBMM seçimlerini yenilemesine yönelik maddenin görüşülmesi konusunda kısa bir bilgi sunmak istiyorum. 1924 Anayasa tasarısındaki madde şöyle düzenlenmişti; “Madde 25. — Meclis kendiliğinden intihiabatını tecdidine karar verebileceği gibi Reisicumhurda Hükümetin mütalâasını aldıktan sonra esbabı mucibesini Meclise ve millete bildirmek şartiyle buna karar verebilir.[10]” Genç kuşakların da anlayabilmesi için bu hükmü günümüz Türkçesine çevirmek istiyorum; Madde 25- Meclis kendiliğinden seçimlerinin yenilenmesine karar verebileceği gibi Cumhurbaşkanı da Hükümetin görüşünü aldıktan sonra gerekçesini Meclis’e ve millete açıklamak koşuluyla buna karar verebilir. Görüldüğü üzere, 1924 Anayasa tasarısında Cumhurbaşkanına Hükümetin görüşünü alma dışında, TBMM’ni neden seçime götürme kararını aldığını hem Meclis’e hem de halka açıklama yükümlülüğünü vermişti. Buna rağmen TBMM yaptığı görüşmeler sonucunda, Cumhurbaşkanına bu yetkiyi vermemiştir. Kabul edilen metin şöyledir; “Madde 25- Seçim dönemi bitmeden Meclis, üyelerinin tam sayısının salt çoğunluğu ile seçim yenilemeye karar verirse, yeni toplanan Meclisin seçim dönemi Kasım ayından başlar.

Kasımdan önceki toplantı olağanüstü toplantı sayılır.”

Dolayısı ile yapılacak değişiklik, Darbe dönemi Anayasası olarak eleştirilen 1982 Anayasasının çok ötesinde bir yetkiyi Cumhurbaşkanına vermek istemektedir.

Üst kademe kamu yöneticilerinin Cumhurbaşkanı tarafından atanıp, görevden alınması

Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini belirleyen madde içinde bulunan, üst kademe kamu yöneticilerini atama ve görevden alma yetkisi üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Halkoylamasına sunulmakta olan değişikliklerin 8 inci maddesi ile değiştirilen Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen Madde- 104 ün ilgili fıkrası aşağıdadır.

“Üst kademe kamu yöneticilerini atar, görevlerine son verir ve bunların atanmalarına ilişkin usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenler.”

Bu yetki Başkanlık modeli uygulayan ABD gibi ülkelerde de Başkan’a verilmiştir. Bunun nedeni, bu görevlilerin kamu kaynaklarının harcanması, vergilerin toplanması, iç ve dış güvenliğin sağlanması, ülke dış ticaret politikalarının belirlenmesi görevlerinde bulunacak olmaları ve ülke çıkarlarını yurt dışında Devleti temsil edecek olmalarıdır.

Ancak, bu atamaların, örneğin ABD’de Senato tarafından onaylanması gerekmektedir. Bu onay sürecinde adayların geçmişteki kariyerleri, aldıkları kararlar ayrıntısı ile tartışılır ve sorgulanır. Başkanın önerdiklerinden bazılarını Senato uygun bulmayabilir ve Başkan yeni aday bildirmek zorunda kalır.

Anayasa değişikliği ile önerilen sistemde, müsteşar, müsteşar yardımcısı, vali, emniyet genel müdürü, idaredeki diğer genel müdür, büyükelçi ve ülke iç ve dış güvenliği ile ilgili ve ulusal çıkarları korumakla görevli kişileri sadece atayıp görevden almayacak, aynı zamanda bunların atamalarına ilişkin usul ve esaslarını da Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile belirleyecektir. Burada dikkati çeken husus, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenecek husus “atamalar ilişkin usul ve esaslardır”, görevden almaya ilişkin usul ve esaslar için bir düzenleme söz konusu değildir.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile İlgili Düzenleme

Bu konuda yapılan değişikliklerden üzerindeki düşüncelerimi açıklamak istediklerime ilişkin değişiklik düzenlemesini aşağıya alıntıladım.

“MADDE 14 – 2709 sayılı Kanunun 159 uncu maddesinin başlığı ile birinci ve dokuzuncu fıkralarında yer alan “Yüksek” ibareleri madde metninden çıkarılmış; iki, üç, dört ve beşinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş; altıncı fıkrasında yer alan “asıl” ibaresi madde metninden çıkarılmış; dokuzuncu fıkrasında yer alan “kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere” ibaresi “kanun ve diğer mevzuata” şeklinde değiştirilmiştir.

“Hâkimler ve Savcılar Kurulu onüç üyeden oluşur; iki daire halinde çalışır.

Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, üç üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca; üç üyesi Yargıtay üyeleri, bir üyesi Danıştay üyeleri, üç üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. … “

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri, yedi yıl önce, 2010 yılında halkoylamasına sunulan Anayasa değişikliğinde “22 asil ve 12 yedek üye” olarak belirlenmişken şimdi yedek üye olmaksızın 13 e indirilmiştir. Yedi yıllık sonra bu değişikliğin yapılma nedenlerini ben bilmiyorum.

Yine ABD’den örnek vermek gerekirse, Üst Mahkemelere atanacak yargıçlar da ABD’de Senato’nun onayını almak zorundadır. Bu onay sürecine ilişkin oturumlar basına ve kamuoyuna açık olarak yapılır, hatta televizyonlarda yayınlanır. Bu süreç, Üst mahkemelerde görev yaparak ülke hukukuna ilişkin önemli kararlar almak durumunda olan görevlileri belirler. 2010 yılına kadar Başkanlar, ABD Yargıtay/Anayasa Mahkemesi konumundaki mahkemeye 1793-2010 yılları arasında gösterdikleri 151 adaydan 29 u Senato’dan onay alamamıştır[11]. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyen okurlar, bir önceki son notta yer alan aramayı yapabilirler.

Son on beş yıldır Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na kaç kişi atandığını bilen var mı? Kaç hâkim ve savcının FETÖ soruşturmaları nedeni ile görevden alındığını bilen var mı? Kaç hâkim ve savcının FETÖ üyesi olduğu savı ile kanun hükmünde kararname ile görevden alındığını anımsayan var mı? FETÖ üyesi olduğu ileri sürülen bu hâkim ve savcıların atamasını kimler yapmıştı?

Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun 13 üyesinin kimler tarafından atanacağına ilişkin yukarıya alıntılanan metninin anlamı şudur; Cumhurbaşkanı tarafından atanacaklar Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve birinci sınıf hakim ve savcılar arasından 3 kişi ve 1 kişi de birinci sınıfa ayrılma yeteneğini yitirmemiş idari hakim ve savcıları arasından olmak üzere toplamda 6 kişidir. Geri kalan 7 kişiyi ise TBMM dolayısı ile iktidar partisi tarafından atanacaktır. Cumhurbaşkanı da artık Partili olabileceğine göre Hâkimler ve Savcılar Kurulunun tüm üyeleri gerçekte iktidarda bulunan parti tarafından atanmış olacaktır. Bu durumda, Anayasa’nın Yargı Yetkisi ile ilgili 9 uncu maddesine “bağımsız” ibaresinden sonra “ve tarafsız” sözcüklerinin eklenmesi sizce bir anlam taşıyacak mı?

Bütçe ve Kesin Hesap yasalarını hazırlama görevinin Cumhurbaşkanına devredilmesi

Anayasa değişikliğinde bütçe ve kesin hesap yasalarına ilişkin Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri aşağıda yazılı olduğu gibi düzenlenmiştir.

“MADDE 15 – 2709 sayılı Kanunun 161 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“A. Bütçe ve kesinhesap

“MADDE 161 – Kamu idarelerinin ve kamu iktisadî teşebbüsleri dışındaki kamu tüzel kişilerinin harcamaları yıllık bütçelerle yapılır.

“Malî yıl başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, uygulanması ve kontrolü ile yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve usuller kanunla düzenlenir. Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz.

“Cumhurbaşkanı bütçe kanun teklifini, malî yılbaşından en az yetmişbeş gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Bütçe teklifi Bütçe Komisyonunda görüşülür. Komisyonun ellibeş gün içinde kabul edeceği metin Genel Kurulda görüşülür ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır.

“Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır.

“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Genel Kurulda kamu idare bütçeleri hakkında düşüncelerini her bütçenin görüşülmesi sırasında açıklarlar, gider artırıcı veya gelirleri azaltıcı önerilerde bulunamazlar.

“Genel Kurulda kamu idare bütçeleri ile değişiklik önergeleri, üzerinde ayrıca görüşme yapılmaksızın okunur ve oylanır.

“Merkezî yönetim bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek tutarın sınırını gösterir. Harcanabilecek tutarın Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle aşılabileceğine dair bütçe kanununa hüküm konulamaz.

“Carî yıl bütçesindeki ödenek artışını öngören değişiklik teklifleri ile carî ve izleyen yılların bütçelerine malî yük getiren tekliflerde, öngörülen giderleri karşılayabilecek malî kaynak gösterilmesi zorunludur.

“Merkezî yönetim kesinhesap kanunu teklifi, ilgili olduğu malî yılın sonundan başlayarak en geç altı ay sonra Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur. Sayıştay genel uygunluk bildirimini, ilişkin olduğu kesinhesap kanun teklifinin verilmesinden başlayarak en geç yetmişbeş gün içinde Meclise sunar.

“Kesinhesap kanunu teklifi ve genel uygunluk bildiriminin Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olması, ilgili yıla ait Sayıştayca sonuçlandırılamamış denetim ve hesap yargılamasını önlemez ve bunların karara bağlandığı anlamına gelmez.

“Kesinhesap kanunu teklifi, yeni yıl bütçe kanunu teklifiyle birlikte görüşülür ve karara bağlanır.”

Bütçelerin en önemli niteliklerinden birisi, vatandaşların ödedikleri vergilerin nasıl ve hangi önceliklere göre harcanacağının karara bağlamasıdır. Aynı şekilde, bütçe açıkları da vatandaşın geleceğe yönelik olarak üstlenmek zorunda kalacağı ek veya yeni vergi yükünü ortaya koyarlar. Vatandaşın mevcut ve potansiyel vergi yükünü ortaya koydukları için de Meclislerin devredilemez görev ve sorumluluklarından birisi de bütçe hakkıdır. Vergilerin harcama önceliklerini gösterdiği gibi vatandaşın mevcut ve potansiyel vergi yükünü belirlediği için de Meclislerdeki bütçe oylaması güven oylaması olarak kabul edilir. O nedenle de demokratik ve hukuk devleti olan gelişmiş ülkelerde bütçe hakkı devredilmemiştir.

Bütçelerin Meclislerde kabul edilmediği veya erken seçim gibi durumlarda, Meclisler geçici bütçe ile Hükümetlere geçici süre ile bir önceki yıl bütçesinden nasıl harcama yapabileceklerini belirleyen sınırlar korlar. Bu düzenlemenin gerisinde de yukarıda açıkladığım gibi halkın vergilerinin hangi önceliklere göre harcanacağı konusunda Hükümetlere açık çek vermeme kararlılığı vardır.

Halk oylamasına sunulan yukarıdaki metinde yer alan, “Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır.” düzenlemesi, bütçe kanununun yürürlüğe girmemesi belirli aşamalar gerçekleşmez ise Cumhurbaşkanına bir önceki yılın bütçesini bir katsayı (yeniden değerlendirme katsayısı) uygulayarak uygulama yetkisi vermektedir. Bu bütçe hakkının Cumhurbaşkanına devri anlamına gelmektedir.

TBMM Bağımsızlık Savaşı ortamında göreve başlamıştır. Düşman ordusunun Ankara sınırlarını zorladığı ve Ankara’da Hükümet Merkezi’nin daha doğuya taşınması düşüncelerinin ortaya sürüldüğü en zor günlerde dahi TBMM Hükümetlerini bütçe kanunsuz veya geçici bütçe kanunsuz bıraktığı tek bir gün bile olmamıştır. O nedenle böyle bir durumu tarihinde yaşamamış bu Devletin Anayasası’na bütçe hakkını TBMM’den alıp devreden böyle bir hüküm konulması bence kabul edilemez.

Başkanlık sisteminin öncüsü ABD’de zaman zaman bütçe krizleri yaşanmıştır. Bunlardan en sonuncusu 2013 yılında yaşanmıştır. Krizin nedeni 16,394 milyar dolarlık (13 trilyon 394 milyar dolar) sınırın Ocak 2013 te aşılması ile başlamıştır[12]. Federal Devlet yönetimi maaş ödemeyecek duruma bile yaklaşmıştır. Bu kriz de Kongre’nin çözüm üretmesi ile aşılmıştır. Ancak, Başkan’a bütçe hakkının aşılması veya borç tavanını yükseltme yetkisini devretmek kimsenin aklına gelmemiştir. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyen okur bir önceki son notta belirtilen şekilde arama yapabilir.

Anayasa’da yapılması öngörülen değişiklikler konusundaki diğer hususlar konusunda yazılabilecek hususlar vardır. Ancak bu kadarla yetinmek istiyorum.

Gördüğünüz üzere halkoylaması ile sizlerin önüne getirilen Anayasa değişiklikleri ile, TBMM temeline dayanan demokratik lâik ve sosyal hukuk Devleti yapısından partili olan bir Cumhurbaşkanına, idareyi, yasamanın bir bölümünü ve yargıyı neredeyse tümüyle tek elden ve sorumluluk taşımadan belirleme, yönetme ve yönlendirme yetkisi verilmek istenmektedir. Bu denli kapsamlı yetkilere sahip olacak partili Cumhurbaşkanının karar, atama ve eylemlerinin TBMM’de tek parti çoğunluğuna olanak verecek sayıda milletvekili bulunsa bile, sağlanabilmesi çok zor öneri ve yeter sayıları ile neredeyse denetlenemeyecek konuma gelmektedir. Aynı durum bakanların denetlenmesi için de söz konusudur.

Bu değişiklikler kabul edilip yürürlüğe konulsa ve izleyen dönemlerde uygulamada sorunlar yarattığı görülse ve bu durum siyasi krize yol açsa bile, bu krizden çıkabilmek için yeniden Anayasa’da değişik yapılması için gereken 550 veya 600 milletvekilinin 3/5 üne uzlaşabilmesi çok zor olabilir.

Unutmamak gerekir ki, TBMM’ne dayalı demokratik, lâik, sosyal hukuk devletinin kurulması ve yaşaması için bu ülke çok sayıda şehit vermiştir. Aksadığı, sorunlar yaşadığı dönemler yaşanmış olsa bile TBMM’ne dayalı Hükümet modeli çok değerli bir bilgi ve deneyim birikimine sahiptir. 94 yıllık TBMM’ne dayalı Hükümet uygulamaları, zor dönemler, krizler yaşamış olsa bile bunları aşabilmiş ve Türkiye demokrasisi çok büyük ve çok zengin bir demokrasi kültürü oluşturmuştur. O nedenle de bu deneyimi ve birikimi göz ardı eden bir sürece girilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Buraya kadar sunduğum bilgiler, değerlendirmeler ve gerekçeler ışığında 16 Nisan 2017 halkoylamasında “hayır” oyu kullanacağım.

Hikmet Uluğbay


[1] İmlâ Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yayınları:525, Ankara 1996.

[2] Nilay Vardar ve Çiçek Tahaoğlu, “Mecliste en genç AKP, en yaşlı MHP”, Bianet 13 Haziran 2011

[3] “İşte Meclis’teki en genç 6 milletvekili”, Milliyet.com.tr, 21 Haziran 2015.

[4] TBMM Zabıt Ceridesi, Yüz On Altıncı İçtima, 24 Kasım 1337 (1921), sayfa 321 ve sonrası.

[5] TBMM Zabıt Ceridesi, Yüz Yirminci İçtima, 1 Aralık 1337 (1921), sayfa 423 ve sonrası.

[6] TBMM Zabıt Ceridesi, Yüz Yirmi Birinci İçtima, 3 Aralık 1337 (1921), sayfa 4-5.

[7] 1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları, www.adalet.gov.tr/duyurular/2011/eylul/anayasalar/1982.pdf.

[8] TBMM Zabıt Ceridesi Otuzuncu İçtima 6 Nisan 1340 (1924 ve TBMM Zabıt Ceridesi Otuz Birinci İçtima 7 Nisan 1340 (1924).

[9] T.C. Resmi Gazete, 31 Mayıs 1961, sayı 10816 Halkoyuna Sunulacak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası.

[10] TBMM Zabıt Ceridesi, 19. İçtima, 23 Mart 1924.

[11] Arama motorlarında sorulacak soru: “Unsuccessful nominations to the Supreme Court of the United States”.

[12] Arama motorlarında “United States debt-ceiling crisis of 2013” sözcükleri ile arama yapılabilir.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)