Köy Enstitüleri: Türkiye’nin alın yazısını değiştirecek kurumlardı | Feyziye Özberk



Köy Enstitüleri, “Üreten köylü efendimizdir” anlayışını yürekten benimsemiş; halka dayanan, halka güvenen Atatürkçü eğitimcilerin eseridir. Bu kurumu yaratan aydınların en önemlileri: Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’tur. Biri o dönemin Milli Eğitim Bakanı, diğeri İlköğretim Genel Müdürü’dür. Köy Enstitüleri Türkiye’nin alın yazısını değiştirecek, tamamen ülkemize, özgü kurumlardır. Bu özellikleriyle onlar dünya eğitim tarihine de önemli bir katkıdır. Bilimin, aklın ve vatanseverliğin yol göstericiliğinde yaratılan bu kurumlarda; ülkemizin içinde bulunduğu koşullar, halkın ihtiyaçları ve insanlığın evrensel kültür mirası dikkate alınıyor.



Hedef köyü aydınlatacak köylü önderler yetiştirmek

Bu kurumlarda uygulanan eğitimin hedefi, köyü içinden aydınlatacak köylü önderler yani yeni tip bir aydın yetiştirmektir. Çok şey öğrenmiş olan değil, öğrendiklerini bir görüş, bir inanış haline getirmiş, kısaca bilimi yol gösterici olarak içselleştirmiş aydınlar yetiştirilmek isteniyor. Burada eğitilen gençler köydeki koşulları, yani gerçeği araştırarak bulmayı bilmeli ve bu koşulları değiştirecek, kişilik özelliklerine sahip olmalılar. Halkçı, inançlı, kararlı, mücadeleci… Güçlüklerden yılmamalılar. Mutluluğu; çalışmada, öğrenmede, paylaşmada, dayanışmada, sanat ve edebiyatta bulmalı, zorbalıktan korkmayan özgür ruhlu insanlar olmalılar.

“İş içinde eğitim” deniyor. Yalnızca bu tanımlama Köy Enstitülerinde verilen eğitimin ruhunu tam olarak anlatmaya yetmiyor. Onların yaptığı iş: akılla yüreği birleştiren, günü ve geleceği kurmayı hedefleyen bir çalışmadır.

Kendi okudukları okulları inşa etmekle yetinmiyorlar, “imece” olarak adlandırdıkları, başka köy çocuklarının okuyacakları Köy Enstitülerinin yapımına da severek, coşkuyla, canla başla katılıyor, iş bitimlerinde birlikte başarmanın mutluluğunu ve heyecanını yaşıyorlar. Kendilerine ve birbirlerine olan güvenleri güçleniyor. Ütopyaları yani gönüllerinde yatan aslan ise: öğretmen olacakları köyü, içinde yaşayanlarla birlikte neredeyse yeniden yaratmak… Köyün, köylünün kaderini değiştirmektir.

Enstitülerde öğrencilerden herhangi bir ücret alınmıyor. Hatta staj ve benzeri çalışmaların sonunda gençlere küçük de olsa ücret ödeniyor, ayrıca gençler, yurdun dört bir köşesine yapılan gezilerle ödüllendiriliyorlar. Yurtlarını, farklı kültürleri tanıyor ve mutlu oluyorlar. Devlet de öğretmen maaşları dışında önemli bir harcama yapmıyor. Eğitim giderlerini yıldan yıla gelişen olağanüstü bir üretim çalışmasıyla öğretmenler, ustaöğreticiler ve çocuklar hep birlikte yaratıyorlar.



Köylü kendi yazgısının demircisi olabilecekti

Köy Enstitülerinde uygulanan eğitimi kendisiyle bir söyleşi yaptığım Emin Özdemir şöyle açıklamıştı: “Eğitimin belirleyici özelliklerini iki ana noktada yoğunlaştırabiliriz. Birisi iş içinde eğitim, yaparak, yaratarak, üreterek öğrenme. İnsanın öğrenebilmesi işe katılmasına, yaratmasına bağlıdır. Yaparak öğrenme, öğrenmelerin en etkilisidir. Oysa geleneksel eğitimde sadece kitapçıl, belleğe dayanan, yaşamdan kopuk bir eğitim izlenirdi. Köy Enstitülerindeki eğitim belleyici insan tipini yaratan, bu yoldan ayrıldı.

“Köy Enstitülerindeki eğitimin ikinci özelliği ise büyük ölçüde okumaya yani insanın kişiliğini, duygu ve düş dünyasını değiştirmeye yönelik etkinliklere önem vermesiydi. Matematik, tarih, toplumbilim gibi derslerin yanı sıra öğrencilerin okumasına, kitaba yönelmelerine büyük önem veriliyordu. Çünkü yetiştirdikleri öğretmenlerin, okuyarak kendi duygu dünyasını geliştirecek kişiler olmaları, amaçlanıyordu. Bu eğitimin bir de sanat boyutu vardı. Öğrencilerin yazması, müzikle uğraşması, tiyatroyla uğraşması isteniyordu. Bir yandan toprağı sürüyor, üretiyor, öte yanda kitapların dünyasında soluk alıp veriyorduk. Tarım derslerine, inşaat çalışmalarına bile koltuk altımızda birer kitapla gidiyorduk.

“Köy Enstitülerinde öğretim, kesinlikle bugünkü klasik okullardan farklı bir nitelik taşıyordu. Diğer okullarda gözlene gelen dayak, baskı yoktu. Kişiliğin özgürce geliştirilmesi, düşündüğünü, tasarladığını, duyduğunu rahatça söyleme, Köy Enstitülerinde yaratılmak istenen bir havaydı. Öyle ki her haftanın sonunda, bir genel değerlendirme toplantısı yapılırdı. Sizin dikkatinizi çeken olaylar; neler olmuş, anlatırdınız. Yönetimi bile eleştirirdiniz. Örneğin ben, ne bileyim, yemeklerin soğuk çıkmasını kalkar eleştirirdim, ama okul idaresi de cevap verirdi: ‘Bizim olanağımız bu kadar bu nedenle soğuk yemek yiyorsunuz.’ Ya da toplu oyunlar oynanırdı, toplu müzik saatleri vardı, bunları az bulup artırılmasını isterdik. Okul hayatını, okul ilişkilerini, öğretmenleri rahatça eleştirirdik.”



Tonguç; eşitlik ve cesaret eğitimi verilmesine önderlik ediyor

İsmail Hakkı Tonguç, enstitülerde toplantıların, oyunların ortada, herkesin eşit durumda izleyebileceği bir ortamda yapılmasını istiyor. Konuklarla, öğretmenlerin önde, öğrencilerin arkada oturduğu eski düzene karşı çıkıyor. Eğlencelerin ‘müsamere’ anlayışıyla değil, doğal ve özgün yöntemler ve geniş katılımla yapılmasını öneriyor, bunun uygulanmasına özel bir önem veriyor. Biçimsel gibi görünen bu düşüncesinin nedenini, “Biz Anadolu’da korkuyu yenmek için savaşıyoruz” diyerek açıklıyor Tonguç. Onun eğitimde, dayak ve aşağılamaya karşı mücadelesi de ezik olmayan, kendine güvenen, dolayısıyla yaratıcı gençler yetiştirme, amacıyla örtüşüyor. Emin Özdemir’in de vurguladığı gibi öğrenciler, “Cumartesi toplantıları”nda kimseden çekinmeden korkmadan konuşmayı, özgürce tartışmayı öğreniyorlar. Çünkü amaç geleneksel kaderci, her şeye boyun eğen, soru sormasını bilmeyen eleştirmeyen insan tavrını kırmak, tam tersine soran, sorgulayan, başı dik insan yetiştirmektir. Ancak bu anlayışla yetiştirilen aydınlar köyü uyandırabilir, yoksulluğun, ezilmenin kader olduğunu düşünen anlayışı yıkabilirlerdi. Köy Enstitülerine karşı olanların istemediği işte tam da bu anlayıştı. Çünkü onların istediği yurttaş değil, kuldu.



Köy çocuklarının içindeki cevheri açığa çıkaran kurumlar

Fakir Baykurt enstitülerinin, köy çocuklarında yarattığı olağanüstü gelişmeye dikkat çekiyor: “Enstitü diğer okullara benzemiyor. Köy çocukları, orada yediveren gülü gibi açılıyor.” Baykurt çocukların içindeki cevheri açığa çıkaran etkenin, gördükleri çok yönlü kültürel eğitim olduğunu açıklıyor: “İranlı Şeyh Sadi’nin, Rus Maksim Gorki’nin, Romen Panait Istrati’nin kitaplarını okuyorduk… Dünya klasikleri arasında Euripides, Sophokles, Seneca, Plautus, Shakespeare, Goethe, Moliere ile birlikte Gogol, Çehov sonra Turgenyev, Dostoyevski, Tolstoy da yer alıyordu”

Beş yıllık eğitimden sonra kendinizde ne gibi bir değişiklik oldu sorusuna yanıt olarak yazdığı kompozisyonu, Talip Apaydın şu cümleyle bitiriyor: “Kendimi kurtarmak fikri toplumu kurtarmak, toplumu iyiye doğru değiştirmek fikrine dönüştü enstitüde”

Niyazi Berkes, 1941–42 yıllarında birkaç Köy Enstitüsünde inceleme çalışmaları yapıyor. Kolay beğenen bir kişi olmayan Berkes’in izlenimleri olağanüstü: “Rauf İnan bir harikaydı. Ben o zaman ömrümde o denli çalışkan, çalıştırmasını bilen adam görmemiştim. Onda ateşe benzettiğim bir kişilik vardı. (…) Bu bir direktörün işi olamazdı. Çocukların kendilerindeydi. İlk kez içime Türk insanının geleceği üzerine bir iyimserlik doldu. Bir toplum doğru yolda gidilirse bu denli kısa zaman içinde değişebilirmiş.”



Öğrenciler farklı etnik kökenden ve farklı kültürlerdendir

Köy Enstitülerinin önemli bir özelliği de yurdun doğu, batı, kuzey, güney her bölgesini kapsayacak şekilde planlanarak kurulmalarıdır. 40 bin köyün çekirdeği olan 21 enstitünün her birinde, 800–1000 öğrenci eğitim görür. Bunlar aydınlanmanın ışığını o bölgeye götürürler. Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’in: “Türkiye haritamızın 21 köşesinden bize bakan akıl ve umut gözleridir” diyerek tanımlar onları. Enstitülerde; Türk, Kürt, Alevi, Sünni çocuklar aynı teknede karılırlar. Aynı ülküyü benimseyerek yetişen ve birbirini anlayan, seven gençlerin birleşik, kaynaşmış bir ulus oluşturmada etkileri önemlidir… Ama ne yazık ki bu kurumların kapatılmasıyla bu çaba da yarım kalır.

Köy Enstitüleri üzerinde inceleme yapan Fay Kirby ve başka birçok araştırmacı yapılanları “mucize” olarak adlandırır. Ülke, İkinci Dünya Savaşı’nın tehdidi altındadır. Ordu, her an savaşa hazır bekletiliyor. Bütçe harcamalarında zorunlu olarak ordunun ihtiyaçları öncelikli… Uzun savaşlardan çıkmış genç Cumhuriyet’te pek çok yokluk, yoksulluk var. Bu zorun zoru koşullarda başarılanlar gerçekten olağanüstüdür. Mucize gibidir.



Köy Enstitülerinin kapatılması

Köy Enstitüleri kendi özgün sistemi içinde ancak altı yedi yıl çalışabiliyor. 1946’da iyice güçlenen, belirginleşen Amerikancı ve gerici politikaların sonuçlarından biri de bu aydınlanma yuvalarının kapatılması kararıdır. 1946’da Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün kapatılmasıyla vurulan ilk öldürücü darbeyi, karşı çıkışları zayıflatmak amacıyla zamana yayılarak adım adım uygulanan diğer budama kararları izliyor. Kurulduğu 1940 yılından eğitim anlayışının, niteliğinin tamamen değiştirilerek; adlarının öğretmen okuluna dönüştürüldüğü, 1954 yılına kadar Köy Enstitülerinden 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişiyor.

Tonguç’a yöneltilen soru

İsmail Hakkı Tonguç’un aktardığı bir anı, bu mucize olarak değerlendirilen kurumların neden kapatıldığını açıklıyor. 1942 yılında “Köy Okulları ve Enstitüleri Kanunu”nun görüşmeleri sırasında Meclis koridorunda, Tonguç’a rastlayan bir grup milletvekili, aynen şöyle der: “Yahu Hakkı Bey, senin hiç işin yok mu? Bu kadar hergeleyi okutursanız bize kim hizmet edecek?”



Kaynaklar:

Engin Tonguç, Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları, İzmir 2009, s.322.

Fakir Baykurt, Unutulmaz Köy Enstitüleri, Literatür Yayınları, İstanbul 2016, s.109.

Feyziye Özberk, Ortakçının Oğlu, Talip Apaydın, Kaynak Yayınları, 2. Basım Aralık 2012, İstanbul.

Feyziye Özberk, Emin Özdemir’le söyleşi, 18 Nisan 2014 tarihli Aydınlık gazetesi.



Feyziye Özberk
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Sekreter Yardımcısı

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)