En Önemli Doğal Kaynak #İnsan Beynidir - #HepimizİçinLaikEğitim


Başlıktaki tümceyi kurarken, eğitilmiş insan beyninin “en değerli kaynak” veya “en kıt kaynak” olduğunu vurgulayan sözcükleri bilinçli olarak kullanmadım, bunların yerine, “en önemli” tanımlamasını seçtim. Çünkü, insan beyninin değerini doğumdan ölüme kadar geçen sürede aldığı öğrenimin bilimsel, lâik, sosyal ve kültürel niteliği belirlediğini düşünüyorum. O beyin, aldığı öğrenimin bilimsel ve lâik niteliğin en üst düzeyine yakınlığına ve kültürel zenginliğine göre Sokrates, Einstein, Mozart, Montaigne düzeyinde birçok insan ortaya çıkarabildiği gibi, o nitelikler yerine çok farklı ve şiddeti özendiren bilgiler yüklendiğinde de zorba, zalim, katil, sapık, terörist, Hitler zihinsel tapısına sahip insanlar üretebilir veya bu tür yaratıklara dönüştürülebilir. Yine öğrenimin niteliğine ve içeriğine bağlı olarak yoğun insan kitleleri yelpazesinin bu iki uç grubun arasında dağılan kümelere dönüştürür. Kümelerin nitelik yapılarına göre de toplumun uygarlık içindeki konumu belirlenir gözlemini yaşamım süresince edinmiş bulunuyorum.

İnsan beynini “doğal kaynak” olarak niteleme gereğini de şu nedenle duydum, enerji, maden, mineral ve verimli tarım toprakları, su kaynakları gibi doğal kaynakların coğrafyalar, ülkeler ve bölgeler arasındaki dağılımı son derece dengesizdir. Ancak insan beyninin ham halinin coğrafyalar, ülkeler ve toplumlar arasındaki dağılımının çok daha dengeli ve adaletli olduğunu söyleyebilirim. İnsan beyninin o ham haline başta aileler, eğitim-öğrenim kurumları, sonra aydınlar ve ülkeyi yönetenler bilimsel ve lâik eğitimin en nitelikli boyutlarını sürekli sunar ve sunulanın içeriğinin ve niteliğinin sürekli gelişmesine, yükselmesine de özen gösterirlerse, o beyinler ülkelerinin ekonomik ve sosyal gelişmesi için gereken diğer tüm doğal kaynakları kolayca bulur, işler ve toplumlarını ülkelerini dünyadaki en zengin ve en uygar ülkesi düzeyine taşırlar ve o konumu sürekli korumasını güven altına alırlar. Bu nitelikli beyinler kendi ülkelerine olduğu kadar insanlığa da büyük hizmetler sunabilirler. Bireylerinin bu niteliklere sahip oluş boyutu da, ülkelerin insan hakları, demokrasi, hukuk, sosyal ve ekonomik boyutlarda dünyanın örnek gösterilen ülkeleri arasında ilk sıralarında yer almasını ve o konumlarını korumasını sağlaya geldiğini gözlemleye geldim.

Dünyanın insan hakları, demokrasi, sosyal hukuk devleti, lâik toplum olma bakımından önde gelen birçok ülkesinin enerji, maden, mineral ve benzeri doğal kaynak fakiri olmalarına karşın en güçlü ekonomiler arasında yer aldığı ve teknoloji ile bilimsel gelişmelere önderlik ettiği görülmektedir.

Bu konuda bazı veriler sunarak değerlendirmelerime devam etmek istiyorum. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın yayınladığı İnsani Gelişme Raporu 2015 yer alan verilerinden seçtiğim bazıları ile yine aynı kaynaktan seçtiğim ülkelere ait bilgiler Tablo 1 A ve B yer almaktadır. Tablo 1 de yer alan verileri tek tabloda sunmak daha doğru olacaktı. Ancak, bu şekilde sunduğumda web sitesindeki görümü zor izlenebilecekti, o nedenle kolay izlenebilmesi için ikiye bölerek veriyorum.

Tablo 1 A dan da görüldüğü üzere, doğal kaynak yoksunu ülkeler, Tablo 1 B yi incelerken göreceğimiz üzere nüfuslarının çok büyük kesimine bilimsel ve lâik eğitim verme yanında yüksek düzeyde kültürel olanaklar sundukları için “İnsani Gelişme Endeksi’nin önde gelen sıralarında yer almaktadırlar.

Tablo 1 A yı inceleyen okurlar şu savı ileri sürebilirler; bu ülkeleri çoğu geçmişte sömürgecilik yapmış ve böylece biriktirdikleri haksız kazançlarla bu konuma ulaşmışlardır. Okurlar bu savlarında tümüyle haklıdırlar. Ancak bu sömürgeci ülkeler, sömürerek elde ettikleri kaynakları, “lâle devri” yaşayarak tüketmemişler, onun yerine önce sömürü düzenini sürdürebilmek için askeri güçlerine, sonra demiryolu, kara yolu, suyolu, havayolu, liman ve sanayi gibi ülkelerinin alt yapı yatırımları ile birlikte bilimsel araştırmaya ve eğitime ve kültürel zenginlikleri toplumlarına sunmaya harcamışlardır. Bu harcamaları sıra ile yapmak yerine çoğu kez eş zamanlı olarak yapmışlardır. Bu süreç içerisinde ülkelerindeki çalışma koşullarını iyileştirmeye, sosyal hakları geliştirmeye, hukuksal yapılarını iyileştirmeye ve geliştirmeye, demokratik yapıları güçlendirmeye, hukuktan eğitime oradan kültüre uzanan yelpazede lâik kurumları kurup güçlendirmeyi de sürdürmüşlerdir. Tablo 1 A ve B de yer alan ülkelerin birçoğu, petrol ve doğal gazı, maden ve mineralleri yer yüzüne çıkaracak ve işleyecek teknolojileri geliştirdikleri gibi, öğrenim yaşamımızda severek ve ilgilenerek değil de çoğunlukla geçecek not alacak düzeyde öğrenip, belki daha doğru deyimle ezberleyip geçtiğimiz “Element Tablosu”nda yer alan maddeleri kendi ülkelerinde olduğu kadar sömürdükleri ülkelerde de arayıp, bulup, nerelerde kullanabileceklerini keşfeden ülkeler olmuşlar ve insanlığın ortak bilgisine sunmuşlardır.

Tablo 1 A
Kaynak: Human Development Report 2015, Table 3 Inequality-adjusted Human Development Index sayfa 216-217.

Tablo 1 A da yer alan “Eşitsizlik Düzeltmesi Yapılmış İnsani Gelişme Endeksi” tanımlamasının anlamı, İGE verisinin hesaplanmasında kullanılan gelir, öğrenim ve ömür beklentisi gibi temel öğelerin her birinin dağılımındaki eşitsizlik etkisini gidermek üzere dağılım duyarlılığı yüksek bir endeksle çarpılarak düzeltilmesi sonucu bulunan değeri göstermesidir. Bu teknik açıklamanın UNDP’nin yayınında yer alan tanımı parantez içinde yer almaktadır (The Inequality-adjusted Human Development Index (IHDI) adjusts the Human Development Index (HDI) for inequality in the distribution of each dimension across the population. It is based on a distribution-sensitive class of composite indices proposed by Foster, Lopez-Calva and Szekely (2005), which draws on the Atkinson (1970) family of inequality measures. It is computed as a geometric mean of inequality-adjusted dimension indices).

Tablo 1 A da yer alan İGE ile eşitsizlik düzeltmesi yapılmış İGE arasındaki fark 0.100 den ne kadar düşük ise o ülkelerde eşitsizliğin toplumsal sıkıntı yaratması da o denli düşük olması beklenmektedir.

Tablo 1 B incelendiğinde de şu gözlemleri yapabiliriz. Aynı ülkelerin öğrenim görünümüne göz attığımızda, seçilen ülkelerin çok büyük çoğunluğunda hem kadınların hem de erkeklerin çok büyük bölümünün en az lise ve dengi düzeyde eğitim aldıklarını gözlemliyoruz. Diğer bir deyişle her iki cinsin beyinsel yeteneklerine bilimsel ve lâik ortamlarda önemli yatırım yapılmış olduğunu görüyoruz. Bu ülkelerin eğitimlerinin nitelikleri sürekli yükseltmek için sürekli arayış içinde oldukları da zaman serilerinde yer alan verilerindeki gelişimden gözlenebilmektedir.

Kaynak: Human Development Report 2015 Table 4 ve 5 Gender Development Index sayfa 220-224.

Tablo 1 B söz konusu ülkelerde kadınların ve erkeklerin satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen milli gelirlerinin İsviçre hariç açık ara kadınlar aleyhine olmasını şaşırtıcı ve üzücü bir sürpriz olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gelir farkının bu ülkelerde temelde eğitim-öğrenim farlılığından kaynaklanmadığı da Tablodan anlaşılmaktadır. Geriye dört olasılık kalmaktadır. İlki yüksek ücretli işlerin ve görev kademelerinin yoğun olarak erkeklerin elinde olmasıdır. İkincisi, gelişmiş konumda olmalarına rağmen bu ülkelerde cinsel ayırımcılık etkisinin azaltılabilme sürecinin yavaş işlediği/işletildiği olasılığıdır. Üçüncüsü ise kadınların aktif politik yaşama ve işgücüne katılım oranlarının göreceli düşüklüğünün bu farkı yarattığı akla gelmektedir. Dördüncüsü ise bu ülkelerde çocuklu annelerin çalışma yaşamlarının bir bölümünde pay-zamanlı işleri seçiyor olmaları da bu sonucu yaratmada rol oynadığı akla gelmektedir. Bu dört unsurun bir arada ortak etkisi olma olasılığı da yüksektir. Daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler 2015 Human Development Report’a başvurabilirler.

Tablo 1 den kadınların parlamento üyesi olma oranlarının da kadınların işgücüne katılımına paralel bir görünüm gösterdiği de görülmektedir. Kadınların parlamento üyesi olma oranlarının düşük olduğu ülkelerin (İngiltere hariç) Japonya, Güney Kore ve İsrail gibi diğer ülkelerden kültürel farklılık gösterdikleri de gözlemlenebilmektedir.

İnsani Gelişme İndeksi sıralamasında 72 inci sırada yer alan Türkiye’nin konumu Tablo 1 B de yer alan verilerin doğal yansıması olduğu da çok açıktır. Ayrıca, Türkiye’deki eğitim içeriği ve kalitesinin de Tablo 1 de yer alan diğer ülkelerden geride olduğu da ileride göreceğimiz PISA ve TIMMS verilerinden açıkça gözlemlenecektir.

Şimdi de benzeri tabloları doğal kaynak varsılı ülkeler açısından düzenleyip onların durumunu değerlendirebiliriz. Bu amaçla Tablo 2 A ve B düzenlenmiştir.

Tablo 2 A

Doğal Kaynak Varsılı Ülkeler ve

İnsani Gelişim Endeksleri 2014 yılı
Kaynak: Human Development Report 2015, Table 3 Inequality-adjusted Human Development Index sayfa 216-217.

Tablo 2 A da yer alan seçilmiş doğal kaynak varsılı ülkelerden bir bölümüne ilişkin İGE değerleri UNDP’nin tanımladığı Çok Yüksek İGE sahip iken, diğer bazıları da Yüksek, Orta ve Düşük İGE sahiptir. Bu ülkeler için de 2 B Tablosuna bakıldığında doğal kaynak varsılı ülkelerin neden bu geniş yelpaze içinde dağıldıkları kolayca anlaşılacaktır. Suudi Arabistan ile Kuveyt’in İGE değerlemesinde çok yüksek grubu içinde ye almasında, sanırım petrol fiyatlarının yüksekliğinin neden olduğu zenginliklerinin bir şekilde ağırlığını hissettirdiği akla gelmektedir. Tablo 2 B nin incelenmesinden de görüldüğü üzere, Angola ve Sierra Leone gibi ülkelerde toplumun eğitim düzeyi ilkokulu bile tamamlayamamış konumdadır. Brezilya, Endonezya, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde toplumların eğitim düzeyleri 8 yıllık temel öğretimi bile tamamlayamamışlardır. Bu iki gruba giren ülkelerin ilk ve ortaokul düzeyi ile ortaöğrenim eğitimlerinin içeriğinin gelişmiş ülkelerin benzeri düzey okullarında verilen öğrenimin bilimsel, pedagojik ve lâiklik düzeyinin çok uzağında olduğunu da hatırda tutmak gerekir. Doğal kaynak zengini “gelişme yolundaki ülkelerin” (yayınlarda kullanılan bu sıfat, bana göre, geri kalmış ülke deyişinin kırıcılığını yumuşatmanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır) halklarının ulusal çıkarlarını anlayıp koruyacak düzeyde ve nitelikte eğitim yapısına ulaşmamaları için 18-19 uncu yüzyıldan beri sömürgeci ülkelerin bilinçli olarak izledikleri politikaların önemli rolü olduğu yadsınamaz. Bu olguyu en anlamlı olarak dile getiren kişi Kenya’nın ilk Cumhurbaşkanı Jomo Kenyatta olmuştur; “Misyonerler Afrika’ya geldiklerinde onların elinde İncil ve bizim elimizde de topraklarımız vardı. Onlar bize gözlerimiz kapalı olarak dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bizim ellerimizde İncil vardı ve onlar topraklarımızı ele geçirmişlerdi.[1]” Ancak bu ülkelerdeki eğitim geriliğini yalnızca eski sömürgeci ülkelere fatura etmek, önemli bir gerçeği gözden uzak tutmak anlamına da gelir. Zira, bu ülkelerin sahip oldukları zenginliklere rağmen nitelikli eğitime gereken önemi vermemelerinin gerisinde yatan en önemli nedenlerden birisi de ülke yönetimini demokratik yöntemlerle ele geçirenlerin, ele geçirdikleri bu gücü yitirmemek için kısa sürede diktatörlük yöntemlerine başvurmalardır. Böylece bu doğal kaynak varsılı ülkeler cehalet, ekonomik geri kalmışlık, demokrasinin gelişemediği, siyasetin yozlaştığı ve otokrasiye dönüştüğü kısır döngüsü içinde dış güçlerle birlikte iç güçlerin yağmasından kurtulamamışlardır. Bu durumu bazı yazarlar doğal kaynak laneti olarak tanımlıyor ise de bence yaşananlar cehalet ve hırsın laneti olarak tanımlamak daha doğru olacaktır.

Tablo 2 B

Doğal Kaynak Varsılı Ülkeler ve

Bazı İnsani Gelişim Endeksleri 2014 yılı
Kaynak: Human Development Report 2015 Table 4 ve 5 Gender Development Index sayfa 220-224.

Bu ülkelerin doğal kaynaklarının denetiminin ele geçirilip sürdürülebilmesi için, vahşi sömürgecilik dönemi sonrasında, izlenen yollar ise doğrudan yatırım, yerel sermaye ile birlikte ortak yatırım, uzun vadeli satış anlaşmaları şeklinde olagelmiştir. Bu yöntemler yanında bu ülkelerin yönetimlerinin kimlerin elinde olacağına açıktan veya örtülü olarak yapılan karışmalar da söz konusu olagelmektedir. Gelişme yolundaki ülkelerin hidrokarbon (petrol ve doğal gaz) kaynakları, maden ve mineral yataklarını işletme hakları tek başına veya yerli ortaklar ile birlikte denetleme olanağını ele geçiren yabancı sermaye yatırımcıları, bu kaynakları çok büyük ölçüde ve çok uzun süre ile ham madde olarak ya kendi ülkelerindeki veya gelişmiş diğer ülkelerdeki katma değer yükseltme tesislerine (rafineriler, maden ve mineral işleme) göndermişlerdir. Böylece bu kaynakların tüketim piyasalarına sürülmesine kadar yapılan tüm üretim aşamalarının yarattığı katma değerler kendi ülkelerinin zenginleşmesini sağlamışlardır. Yirminci yüzyılda aşama aşama bağımsızlıklarını kazanan bu sömürgelerde topluma verilen eğitimin içeriği ile niteliği de temelinde bu sömürgeci ülkelerce belirlenmiş ve yönlendirilmiş olduğu için de bağımsızlık sonrası ülkeleri yönetimine gelecekler de bu sürecin yetirdiği kişiler olmuştur.

Rusya’da 1917 devriminden sonra, sömürülen ülkelerin kaynaklarının denetimini elde tutmak için emperyalist ülkelerin yaklaşımını çeşitli ortamlarda eleştirme yanında, bu doğal kaynakların en az bir kısmını denetleyebilmek için kaynak varsılı az gelişmiş ülkelere ekonomik yardım yapma yanında bu ülkelerde komünist parti örgütlenmesi yaklaşımını da kullanmıştır. Şimdi de Çin kendisi birçok doğal kaynakta varsıl olmasına rağmen gereksinim duyduğu farklı doğal kaynakları edinebilmek için gelişmekte olan birçok Güney Amerika, Asya ve Afrika ülkesine demiryolu, karayolu, köprü, liman gibi altyapı yatırımlarına düşük faizli, uzun vadeli kredi verme yanında, maden işletmeciliği dahil sanayi alanında ortak yatırım yapmak için yüzlerce milyar dolarlık kaynak ayırmaktadır. Gelişmiş ülkeler arasında yer almak için yoğun çaba harcayan ve yatırım yapmakta olan ve 2035 dolayında milli gelir (Gayrı Safi Milli Hasıla) boyutu ile ABD’yi geride bırakacağı kabul edilen Çin üzerinde ilerleyen sayfalarda daha fazla bilgi sunmaya özen göstereceğim.

Şimdi de her iki gruba giren ülkelerin eğitim kalitelerini karşılaştırmalı olarak görebileceğimiz verilere kısaca göz atmakta yarar görüyorum. Bu amaçla fen bilimleri (science), anadilde okuma-anlama ve matematik dallarında 15 yaş grubu öğrencilere ilişkin ortak sınav sonuçları verileri içeren OECD’nin araştırması PISA-2015 belgesini temel alacağım ve bu belgede veri bulunmayan Suudi Arabistan, Kuveyt ve Güney Afrika için de TIMSS-2015 verilerinden yararlanacağım. Bu üç ülkenin verileri farklı kaynaktan olduğu için Tablodaki veriler italikle yazılmış olacaktır. Bu amaçla Tablo 3 A ve B düzenlenmiştir.

Tablo 3 A’nın incelenmesinden de görüldüğü üzere, 15 yaş grubu öğrenciler bakımından İspanya matematik sınavında OECD ülkeleri ortalamasının biraz altında ortalama tutturmuşken, İtalya ise matematik hariç diğer sınav ortalamalarında ondan daha düşük not ortalaması sağlayabilmiştir. Türkiye ise OECD ülkeleri ortalama notlarında, matematik, anadilde okuma anlama ve fen bilimlerinde ciddi ölçekte düşük not ortalamaları sağlayabilmiştir.

PISA-2015 raporu okuma sınavına ilişkin olarak şu açıklamayı içermektedir; “okuma değerlendirmesi, öğrencilerin gerçek yaşama ilişkin yazılı bilgileri kullanma yetenekleri üzerinde durmaktadır. PISA okuma okur-yazarlığını şu şekilde tanımlamaktadır; ‘bir kişinin hedeflerine ulaşabilmek için, kişinin topluma katılımda ve bilgisini ve potansiyelini geliştirmede yazılı metinle ilgili olarak anlama, kullanma’[2].” Bu veriler, ülkemiz eğitimine ilişkin programları ve uygulamaları çok ciddi şekilde sorgulamamızı gerektiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca üzerinde çok önemle durulması gereken bir husus da yazıldığı gibi okunabilme özelliğine ve kolaylığına sahip anadilde okuma anlama not ortalamamızın düşük düzeyidir.


Tablo 3 A

Doğal Kaynak Yoksunu Gelişmiş Ülkelerin 15 yaş grubu öğrencilerinin Fen bilimleri, ana dilde okuma ve matematik ortalama Sınav notları





























Kaynak: PISA-2015 Results in Focus, Snapshot of performances in science, reading and mathematics.


Tablo 3 A nın en çarpıcı yönü ise Güney Kore ve Japonya’nın her üç alandaki not ortalamaları ile diğer OECD ülkelerinden açık ara önde bir başarı elde etmesidir. Her iki ülkenin anadilde okuma notlarındaki yükseklik ayrıca dikkat çekmektedir. G. Kore’nin 1970 yılında kişi başına milli gelirde Türkiye’nin gerisinde iken, şimdi nominal değerle toplam milli gelir büyüklüğü ile dünyanın 12 inci sırasına yükselmesinin sırrının eğitiminin lâik ve bilimsel niteliğine yapılagelen önemli yatırım olduğunu açıkça göstermektedir.

Tablo 3 B

Doğal kaynak varsılı seçilmiş ülkelerin 15 yaş grubu öğrencilerinin Fen bilimleri, ana dilde okuma-anlama ve matematik ortalama Sınav notları

Kaynak: PISA-2015 Result in Focus Snapshot of performances in science, reading and mathematics ve TIMSS-2915 International Results in Mathematics and Science Exhibit 1.2: Distribution of Mathematics and Science.

Tabloda Çin’in yanına yazılmış bulunan bu harfler, B-S-J-G, bu ülkenin sadece Beijing-Shanghai-Jiansu-Guandong eyaletlerinde yapılan sınavların ortalamalarını göstermektedir[3].

Tablo 3 B de dikkati çeken husus, Kanada ve Çin’in seçilmiş eyaletleri not ortalamalarının OECD ülkeleri ortalamasının çok üzerinde olmasıdır. Suudi Arabistan ve Kuveyt’in not ortalamaları ise OECD ortalamasının çok gerisinde bulunmaktadır. Bunda anılan ülkelerin eğitim sistemlerinin lâik ve bilimsel nitelikten uzak olmalarının önemli etkisi olduğunu düşünüyorum. Brezilya ve Endonezya, Suudi Arabistan ve Kuveyt’le birlikte Türkiye’nin not ortalamalarının oldukça gerisinde olması ise ülkemiz eğitimi için bir avunma nedeni olamaz.

Tablo 3 A ve B de yer alan veriler insan beynine eğitim yoluyla yapılan yatırımın içeriği ve niteliğinin ülkelerin diğer göstergelerdeki konumunu belirlemede ne denli yaşamsal öneme sahip olduğunu açıkça göstermektedir.

Kaynak yoksunu ve varsılı ülkelerden bazıları bir yandan üniversite ve üniversite üstü eğitimde kendi ülke üniversitelerini geliştirirken diğer yandan da gerek ekonomilerinin gereksinim duyduğu gerekse üniversite akademik kadrolarının güçlenmesi için yurt dışına öğrenci göndermeye de ağırlık vermektedirler. Bu konuda bir fikir vermesi amacıyla Tablo 4 düzenlenmiştir.

Tablo 4

2014/15 Öğrenim yılında ABD üniversitelerine kayıtlı en fazla öğrencisi olan 15 ülke

Kaynak: ICEF Monitor Fastest growth in 35 years for International enreolment in U.S. Open Doors 2014/15

Tablo 4 ün incelenmesinden de görüldüğü üzere, birçok ülke beyin güçlerine yatırım yapmada gelişmiş ülkelerin üniversitelerine lisans, doktora ve araştırma amaçlı önemli sayıda öğrenci göndermektedir. Tablonun dikkat çeken yönü, Çin, Hindistan, G. Kore ve S. Arabistan’ın ABD üniversitelerine gönderdiği öğrencilerin yüksek sayılarıdır.

Tabloda yer alan ülkeler ABD yanında diğer gelişmiş ülkelere de lisans ve lisansüstü düzeyde eğitim için öğrenciler göndermektedir. Bu bağlamda Çin’den örnek vermeye devam edersek, Çin’den yurt dışına lisans ve lisans üstü öğrenim için giden öğrencilerden 1978-2013 aralığında 1.4 milyonu geri dönmüştür. Sadece 2013 yılında geri dönen öğrenci sayısı 350,000 den fazladır[4]. İşin ilginci, Çin’in giderek artan sayıda yabancı öğrencileri üniversitelerine kabul etmekte oluşudur. Bu bağlamda Güney Kore Çin’e lisans ve lisansüstü öğrenim için bu ülkeye 2001 yılında 16,000 dolayında öğrenci göndermişken bu sayıyı 2012 yılında 63,000 e yaklaştırmasıdır[5].

Çin’in yurt dışına gönderdiği öğrenciler konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere aşağıdaki dip notta yer alan iki makaleyi öneririm[6].

Yabancı öğrenciler için bir çekim merkezi olan ABD de yurt dışına öğrenci göndermektedir. 2014/15 öğrenim yılında bu ülkenin tabancı ülkelere gönderdiği öğrenci sayısı 304,467 ye ulaşmıştır[7]. ABD’nin yurt dışına gönderdiği öğrencilerin gittiği ülkelerin başında yer alanlar ise şöyledir; İngiltere (38,189), İtalya (33,768), İspanya (28,325), Fransa (18,198), Çin (12,790), ve Almanya (11,010) dur[8].

Şimdi de insan beynine yapılan nitelikli yatırımın ürettiği ve gerek birey ve gerek toplum olarak günlük yaşamımızı kolaylaştıran ve konforumuzu sağlayan birçok araç gerecin üretilmesini ve zaman içinde geliştirilmesine çok önemli katkılarda bulunan buluşlar için verilen patentlere ilişkin olarak bilgi sunmak isterim. Bilindiği üzere patent alabilen buluşlar geniş ölçüde bilimsel, teknik ve teknolojik çalışmaların rafine ürünlerini oluşturdukları için nitelikli eğitilmiş beyinlerin ürettiği ürünlerdir.

Tablo 5

1.1.1977-31.12.2015 döneminde ABD Patent ve Ticaret Markası Tescil Bürosu’ndan Patent tescili alan bazı ülkeler

İlk olarak ABD Patent Bürosu tarafından 1.1.1977-31.12.2015 döneminde diğer bir deyişle 39 yılda verilen toplam patent sayılarına ilişkin veri tabanında seçtiğim bazı ülkelerin bilgileri Tablo 5 de yer almaktadır.

Bu amaçla ilgili olarak ABD veri tabanındaki bilgileri önce sunmamın nedeni ise, 40 yıla yakın uzun zaman dilimine ilişkin toplam verileri içerdiği için ülkelerin bu yaratıcılık isteyen alandaki durumlarını daha net görmeyi sağlayacağını düşünmemdir. Tablo 1 ve 2 de yer alan ülkelerin İnsani Gelişme Endekslerindeki sıralamaları ile Tablo 5 deki ABD’den aldıkları patent sayıları arasında büyük paralellik olduğu da görülmektedir.

Patentler konusunda tamamlayıcı bir bilgi olarak da, Dünya Telif Hakları Örgütü’nün (World Intellectual Property Organization) yayınladığı WIPO IP Facts and Figures 2016 Raporunda yer alan verilerden yine Tablo 1 ve 2 de yer alan ülkelerin benzeri bilgilerini Tablo 6 da sunmak istiyorum. Bu tabloda yer alan bilgiler ilgili kategorilerde ülkelerin 2015 yılı sonuna kadar çeşitli başlıklar altında yaptıkları birikimli telif hakkı başvurularını göstermektedir. Tabloda yer alan “Utility Model” başlığı altında yer alan veriler de bir tür patent hakkını göstermektedir, Ancak bu başlık altındaki patentler, normal patent başvuruları için aranan koşullardan daha yumuşak nitelikte olup, o nedenle de korunma süreleri de kısadır.

Tablo 6

Dünya Fikir Hakları Örgütü’ne (WIPO) seçilmiş bazı ülkelerin

2015 sonu itibariyle fikri mülkiyet hakkı tescil başvuruları

toplam olarak (birikimli)

Kaynak: World Intellectual Property Organization, WIPO IP Facts and Figures 2016, Statisitcal Tables Applications by Office.

Tablo 6 nın ilk sıralarında yer alan ülkeler Çin hariç Tablo 3 e paralellik göstermektedir. Bu Tabloda Çin’in yüksek rakamları daha önceki tablolarda yer alan bu ülkenin insan beynine yapageldiği nitelikli yatırımların doğal sonucu olduğu ortadadır. Bu Tablonun dikkat çeken boyutu, Türkiye’nin başvurularında ağırlığı patentten çok marka tescili ve endüstriyel tasarım üzerine yoğunlaştırdığını ortaya koymasıdır. Bu yaklaşımda da Türkiye’de üretilen birçok ürünün aynı zamanda coğrafyamızda bulunan ülkelerde de üretilmesi nedeni ile yaşadığı rekabette hak kaybına uğramama anlayışının önemli yeri olduğunu akla getirmektedir. Türkiye’nin patent ve endüstriyel tasarım konusunda gösterdiği gelişmenin gerisinde Cumhuriyet ile birlikte geliştirilen lâik eğitim sisteminin çok önemli katkısı olduğu yadsınamaz.

Ülkelerin beyne yaptıkları yatırımların sonuçlarını yansıtan diğer önemli iki gösterge de milyon kişi başına düşen AR&GE’de çalışan bilim insanı sayısı ile atıf yapılabilir bilimsel makaleler ve makale başına ortalama atıf sayısıdır. Bunlara ilişkin bilgiler Tablo 7 de yer almaktadır. Tablo 7 nin incelenmesinden de görüleceği üzere, atıf yapılabilir makale, yapılan atıf sayıları ile makale başına atıf ortalamaları ile ilgili ülkede milyon kişi başına düşen ARGE araştırmacı sayılarının yüksek olduğu ülkeler bilimsel ve lâik öğrenime önem verenlerdir. Bu bağlamda dikkati çeken husus, milyon kişi başına düşen ARGE araştırmacı sayısında İsrail, G. Kore ve Japonya açık ara ile önde bulunmaktadır. Japonya’nın 126 milyonu aşan nüfusu göz önüne alındığında bu ülkedeki ARGE araştırmacı sayısının boyutu dikkat çekici düzeye ulaşmaktadır. Türkiye’ye ilişkin veriler ise, ülkemizin İslâm ülkeleri arasında açık ara önde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Unutmamak gerekir ki, ülkemizin bu rakamlara ulaşabilmesinin temel nedeni de toplumuzun Cumhuriyet ile birlikte kavuştuğu demokratik lâik ve sosyal hukuk devleti yapısı ile bilimsellik boyutunda birçok noksanı olmasına rağmen lâik eğitim yapılanmasının sonucudur.

Tablo 7

1996-2015 döneminde yayınlanan toplam atıf yapılabilir makale

sayısı, atıf sayısı ve makale başına ortalama atıf ve milyon kişi

başına düşen ARGE araştırmacısı


Kaynak: SJR Scimago Journal&Country Rank ve Index Mundi Researchers in R&D per million people.

Ülkelerin beyinsel yeteneklerinin bilimsel boyutunu gösteren ve aynı zamanda taçlandıran diğer önemli bir gösterge de Nobel Ödülüdür. Bu ödülün özellikle bilim (kimya, fizik ve fizyoloji veya tıp) alanında olanları bilimsel boyuttaki başarıların da en belirgin taçlandıranıdır. Nobel Ödülü bu üç bilimsel alanın yanında edebiyat ve barış alanında da verilmektedir. Şimdiye kadar Tablolarımda seçtiğim ülkeleri temel alarak Nobel ödülüne ilişkin veriler Tablo 8 de yer almaktadır. Tablo 8 de “Tüm alanlar” başlığı altına dahil edilen ödül sayıları bilim alanının yanında barış ve edebiyat ödüllerini de içermektedir.

Tablo 8 e diğer tablolarla uyumlu olması için aynı ülkelerin ödüllerine yer vermeye çalıştım. Ancak diğer tablolarda yer alan bazı ülkeler Nobel ödülü almadıkları için bu tabloda yer alamadı. Bununla birlikte Nobel ödülü alan bazı ülkelerin adını bu arada anmakta, Türkiye’nin konumunu daha net görebilmek için yarar görüyorum. Avusturya 21, Danimarka 14, Norveç 13, Macaristan 9, Finlandiya 5, Çek Cumhuriyeti 5, Arjantin 5, Romanya 4, Mısır 4.

Nobel edebiyat ödülleri ile barış ödülleri zaman zaman tartışma konusu olabiliyor. Ancak bilim ödüllerinde benzeri tartışmalar ya hiç olmamakta veya çok seyrek görülmektedir.

Tablo 6 da yer alan ve yüksek sayıda Nobel Ödülü almış ülkelerin hemen tamamının, İnsani Gelişme Endeksi’nde de yüksek göstergeye sahip olmaları şaşırtıcı değildir. Aynı şekilde yüksek sayıda Nobel Ödülü alan ülkelerin yine hemen tamamı demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti niteliklerini özümsemiş devletlerdir.

Tablo 8

Nobel Ödüllerinin seçilmiş ülkeler arasındaki dağılımı

(adet olarak)

İnsan beynine yapılan yatırımların sonuçlarına ilişkin diğer önemli bir gösterge de satranç şampiyonalarında gösterilen başarıdır.

Bu konudaki verileri değerlendirmeye geçmeden önce 2017 yılı başlarında ülkemizde kısa bir tartışmaya neden olan bir bilgiyi de okurlara anımsatmak istiyorum. Bir tarikatçının ““Satranç oynayan lanetlenmiştir, oyunculara bakan da domuz eti yemiş gibidir[9]” şeklindeki bir söyleminin olduğunun basında yer alması üzerine Diyanet İşleri Başkanlığının “Satranç oynayan lanetlenmiştir, oyunculara bakan da domuz eti yemiş gibidir, şeklinde söylenen söz, hadis değil uydurmadır. Peygamberimizden satrancı yasaklayan sahih hadis gelmemiştir. Dinimizde eğlenmenin ibadetleri ve asli görevleri terk ve ihmale yol açacak şekilde birinci plana alınmaması öngörülmekte ve oyunun yararlı olması tavsiye edilmektedir. …[10]” açıklaması yaptığı yine basında yer almıştır. Satranç gibi insan beyine önemli nitelikler kazandıran ve stratejik düşünme ve çok bilinmeyenli denklem çözme yeteneklerini geliştirmeye büyük katkısı olan bir oyun için bu tür düşüncenin ülkemiz gibi istisna olarak dile getirildiği ülkelerde sorun yaratması beklenemez. Ancak bu tür düşüncelerin yaygın ve egemen olduğu geri kalmış toplumların ülkelerindeki stratejik ham maddeler konusunda ve bunların dünya pazarına sunulduğu coğrafyaların denetimi ve ele geçirilmesi için oynanan Büyük Ortadoğu Projesi gibi kaynak savaşlarını çözebilme yeteneğinin gelişmesi mümkün olmadığı gibi bu konularda çok önemli bilgiler içeren bazı kitapları yazabilmek bir yana, okuyup anlayıp ulusal çıkarlarını koruma bilincini geliştirebilme de çok zordur. Bu parantezi kapatmadan önce birkaç kitap adını anmak isterim. Zbigniew Brzezinski’nin dilimize çevrilmiş “Büyük Satranç Tahtası” İnkılâp Kitapevi, Michael T. Klare’in “Kaynak Savaşları” (Resource Wars” A Metropolitan/Owl Books, William Engdahl’ıin “Ölüm Tohumları” Bilim+Gönül Yayınları ve Alfred E. Eckes Jr.’ın “ABD ve Mineraller için Küresel Çekişme” (The United States and the Global Struggle for Mineral” University of Texas benim bilebildiğim kadarı ile kaynak savaşları konularındaki temel kitaplardan önemli bazılarıdır.

Bu kısa parantezi kapatıp yeniden satranç şampiyonalarına dönersek, bu konudaki verileri de Tablo 9 A, B ve C de sunuyorum.

Tablo 9 A

1475-1821 ve 1821-1937 Dönemlerinde Erkekler arası Satranç Şampiyonluklarının ülkeler arası dağılımı

Kaynak: Wikipedia, List of World Chess Champions maddesi.

Satranç ile ilgili bu ve izleyen Tablolarda geçecek olan FIDE sözcüğü 20 Temmuz 1924 tarihinde Paris’te kurulan Uluslararası Satranç Federasyonu’nun Fransızca dilindeki baş harflerdir. Şimdi de İkinci Dünya Savaşı sonrasında düzenlenen uluslararası satranç şampiyonalarını kazanan ülkelere ilişkin bilgileri Tablo 9 B de sunuyorum.

Tablo 9 B den de görüldüğü üzere, 1948-2015 dönemindeki şampiyonluklar geniş ölçüde Rusya’nın (SSCB dahil) ve eski SSCB üyelerinin (Latvia, Ermenistan, Azerbaycan, Özbekistan, Ukrayna ve Bulgaristan) tekeli altındadır.

Bu ülkelerin bu boyutta başarılı olmalarında, bu ülkelerde satranç öğrenimine ve ülke içi yarışmaların yanında eğitim kurumlarında bu konuda öğrenime özel önem verilmesinin de önemli rol oynadığını düşünüyorum.

Tablo 9 B

1948-2015 dönemi Erkekler arası satranç şampiyonluklarının ülkeler arasında dağılımı























Tablo 9 A geniş ölçüde Osmanlı Devleti’nin yükselişinden yıkılışına değin geçen süreyi kapsamaktadır. Bu satranç şampiyonalarına ilişkin bilgiler içinde Osmanlı Devleti’nin adının geçmemesi nedeni ile bu geniş zaman dilimi içinde Osmanlı toplumunda satrancın durumu hakkında bilgi edinmek istedim. İlk olarak Türkiye Satranç Federasyonu’nun web sitesindeki Tarihçe Bölümüne göz attım. 1954 yılında kurulan bu Federasyon’un Tarihçe bilgileri içinde Osmanlı Devleti dönemine ilişkin bilgi bulamadım. Aramalarımı sürdürdüğümde, Yavuz Sultan Selim’in şehzadeliğinde kimliğini gizleyerek İran Şahı İsmail ile satranç oynayıp yendiği gibi bazı efsane türü bilgilere rastladım. Daha sonra çeşitli sitelerde ve basın organlarında “Osmanlı zamanında uygulanan 21 yasak” başlığı altında kahvelerde oynanan çeşitli oyunların yanında satranç oynanmasının da yasaklandığına ilişkin bilgiler gördüm. Bu arada Reşat Ekrem Koçu’nun Tarih Dünyası Dergisinin 1950 yılında yayınlanan bir sayısının ekinde “Osmanlı Tarihinde yasaklar” başlıklı incelemesinin yer aldığını gördüm, ancak kaynağa erişemediğim için, Koçu’nun incelemesinde satranç yasağına değinilip değinilmediğini öğrenemedim. Bu arayışlarımın sürdüğü sırada 2015 yılında Türk Dil Kurumu’nun yayınladığı, Firdevsî-i Rûmî’nin “Satranç-Name-i Kebir” (Satranç Büyük Kitabı) isimli kitabına rastladım. Tanıtım bilgilerine göre, Firdevsî bu kitabı 1503 yılında yazıp Osmanlı Padişahı II. Beyazıt’a sunmuştur. Türk Dili Kurumu’nun yayınladığı 730 sayfalık kitabın düzenlenmesine Suat Boztepe’nin katkıda bulunduğu belirtilmektedir. İnternette yaptığım Osmanlı dönemine ilişkin kısa araştırmada kayda değer başka bilgiye rastlamadım. Bu durumda Türkiye Satranç Federasyonu yönetimine Osmanlı döneminde satranç konusunu araştırarak, tarihçesini zenginleştirmesini önermek istiyorum. Bu kısa parantezi burada kapatarak, şimdi de 1927-2016 döneminde “Kadınlar arası Satranç Şampiyonları” konusunu içeren bilgiler Tablo 9 C de sunmak istiyorum.

Tablo 9 C den de açıkça görüldüğü üzere, Dünya Kadınlar arası satranç şampiyonluklarını çok açık ara ile eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) üyeleri ile peyk devletlerinin tekelinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Gerek erkekler ve gerek kadınlar arası dünya şampiyonalarında eski SSCB üyeleri ile peyk devletleri uyruklarının elinde olması da biraz önce yaptığım değerlendirmeyi doğrular niteliktedir. Tablo 9 C bir ülkenin eğitim sisteminde bir konuya yoğun önem vermesinin somut sonuçlarının da nasıl sürekli ve kalıcı başarılara yol açabileceğini kanıtlamaktadır. SSCB’nin dağılmasından sonra Birlikte ayrılan ülkeler eğitim programlarında satranca verdikleri önemin ne yönde değişim gösterdiğinin bilmiyorum. Bu konuda bilgi edinebilmek için SSCB’nin dağılmasından sonra yapılan uluslararası yarışmalarda ayrılan ülkelerin sergiledikleri başarı/başarısızlık çizgisi bilgilendirici olacaktır.

Tablo 9 C

1927-2016 dönemi Kadınlar arası Satranç Şampiyonluklarını kazanan ülkeler





























Satranç, insan beyninin çok bilinmeyenli denklem çözme yeteneğini geliştiren önemli bir araçtır. O nedenle okullarda öğretilmesine özen gösterilmesi yanında ülke çapında belirli yaş aşamalarına ilişkin şampiyonalar düzenlenmesi toplumumuzun sosyal ve ekonomik gelişmesine çok ciddi katkılar sağlayabilecektir.

Ülkelerin müzik ve özellikle de klasik batı müziği kompozisyonları konusunda insan beynine yaptıkları nitelikli yatırım da sosyal ve kültürel gelişmeyi olduğu kadar beynin diğer niteliklerinin gelişebilmesi için büyük önem taşımaktadır. Bu önemi belirtmek üzere, ülkemizin önde gelen tarihçisi Halil İnalcık’tan bazı alıntılar yapmak istiyorum. Önce İnalcık’tan bir saptama “… eski zamanlardan beri müzik sanatı, felsefe, matematik bilimlerini oluşturan dört bilimden biri sayıldığı için Doğu’nun ünlü Ortaçağ bilginleri kendi kitap/ansiklopedilerinde müzik teorisine mutlaka bir yer ayırıyorlardı. Esas mesleği müzik olmadığı halde dahi, müzik nazariyesi ile ilgili bir kitabın yazılması, o dönemde bilginin mükemmellik seviyesinin önemli bir göstergesi idi. Ar-Razi, Horezmî, İbn Sinâ, Nasîteddîn Tûsî, Kutbeddîn Şirâzî gibi birçok Ortaçağ astronom, riyâziyeci, tıp uzmanı, filozoflar müzik üzerine risâle yazarları idiler.[11]” İnalcık’ı okumaya devam edelim. “Kutbeddîn Şirâzî, … Mecelletun fi’l Mûsika risâlesinde … musiki sanatının matematik bilimi ile olan bağlantıları, ünlü matematikçi ve astronom Nasîreddin Tûsî, Euklides, Nicomacus, Pythagora, Aristo ve Eflatun’un müzikle ilgili görüşleri aktarılmaktadır. Özellikle, Fisagor’un müzik ilmini ortaya koyduğu, gezegenlerin hareketlerinde müziğin duyulduğu ve bu sanatın/ilmin amacının sadece eğlenmek için değil, icat sebebinin ruhları birbirine alıştırması olduğu iddia edilmektedir. … Risâlenin birinci bölümünde te’lif (beste), aralıklar, sayısal nisbetler, cem’ler, Safiyuddin Urmevi’nin 17 perdeli ses sisteminin açıklaması, matematik ağırlıklı ifadelerle anlatılır.[12]” İnalcık’ın söz konusu kitabının 48-59 uncu sayfalarında 15 inci yüzyılda Osmanlı Devleti’nde müzik konusunda yer alan gelişmeler ve buluşlarla ilgili bilgi de verilir.

Müziğin matematikle ilgisinin antik çağdan beri kurulmasına şaşırmamak gerekir zira çok sesli her bir beste aslında çok bilinmeyenli bir denklem çözmektir. Eseri seslendirmekte kullanılacak enstrüman sayısı kadar bilinmeyeni olan bir denklemi besteci çözmektedir. Senfoni orkestralarında, yaylı çalgılar (keman, viyola, çello ve kontrbas), nefesli çalgılar (flüt, piccola, obua, cor anglais, klarinet, bas klarinet, E flat klarinet, kontrbas klarinet, basson, kontrbassoon ve saksafon), brass çalgılar (horn, trumpet, trambon, bas trambon ve tuba) ve vurmalı çalgılar-percussion (timpani, percussion, harp, davul, keyborads) bunlara piyano da eklendiğinde 25 ve daha fazla çalgı görev almaktadır. Bu kadar çok ve farklı çalgının geniş gam yelpazesi içinden seçilecek notalarla çıkaracağı seslerin bir gürültü yerine duyguları besleyen ve harekete geçiren bir ses uyumuna (ahenk) dönüşerek senfoni haline gelmesi için Beethoven, Brahms, Wagner, Mozart gibi bestecilerin kaç bilinmeyenli denklem çözdüklerini bir düşünün!

Bu konuyu tamamlamak için ülkelerin klasik müzik bestecilerinden oluşan bir tablo hazırlamayı düşündüm. Bu amaçla arama motorlarında bilgi toplamaya başladığımda, böyle bir tablonun en az bu yazı uzunluğuna ulaşacağını gözlemledim ve vaz geçtim. Dileyen okur, arama motoruna “classical music composers by country” yazarak kendi gözlemlerini yapabilirler. Bunu yaptıklarında gelişmiş ülke olarak tanımlananlardaki besteci sayısının boyutunu göreceklerdir.

Yukarıdaki bilgiler ışığında başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyeti kuranların lâik devlet yapısı yanında lâik ve bilimsel eğitime önem verme yanında Köy Enstitüleri dahil okul ders programlarına müzik ve resim derslerini neden zorunlu dersler olarak koyduğunun mantığı çok daha iyi anlaşılır. Köy Enstitülerinde bir öğrenci okulu bitirdiğinde en az bir çalgıyı iyi düzeyde öğrenmiş olurdu. 1950 li yıllara kadar okulların birçoğunda müzik dersleri uygulamalı olarak yapılıyordu.

Beyne çok bilinmeyenli denklem çözme yeteneği kazandıran sanat dallarından bir diğeri de resimdir. Bir tabloda kullanılacak renklerin seçimi ve yan yana getirilmesi de aslında bir çok bilinmeyenli denklem çözmedir. Tüpten çıkan renlerin yanında bu renkleri karıştırarak elde edilen yeni renkler ise denkleme yeni bilinmeyenler ekleyebilmektir.

Eğitim öğretim programlarına siyasi gözlükle bakılarak yapılan karışmalar sonucunda başta müzik ve resim olmak üzere güzel sanatlara yönelik uygulamalı derslerin seçmeli ders konumuna taşınması ve bu seçmeli derslere sınıf açılabilmesi için sayısal sınırlar getirilmesi çocukların beynine yeni yetenekler kazandırmayı yadsımak yanında, onlara stratejik düşünüp analiz yapabilme ve çözüm üretebilme yeteneğini vermeyi reddetmek anlamına gelmektedir.

İnsan beynine lâik ve bilimsel eğitimle yapılan yatırımların ülkelerin sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmesini nasıl olumlu etkilediğine yönelik olarak sunulacak daha birçok kategoride bilgi mevcuttur. Ancak buraya kadar sunduğum bilgiler söz konusu ilişkiyi yeterince aydınlığa kavuşturduğu için yeni kategorilerde yeni sayısal veriler sunarak okurları yormak istemiyorum.

İçinde bulunduğumuz çağda doğal kaynakları kullanmak ve denetlemek için birçok ülke arasında kıyasıya bir çekişme yaşanmaktadır. Bu çekişmeler birçok doğal kaynak zengini gelişmekte olan ülkelerde inanç ve etnik farklılıkları kaşınarak iç çatışmalar ve hatta savaş çıkarılarak siyasi istikrarsızlık ortamına düşürülerek ulusal çıkarlarını ve doğal kaynaklarını koruyamaz duruma düşürülmektedir.

Türkiye de dünyanın ilk yirmi büyük ekonomisinden birisi olarak mevcut konumunu korumak ve hatta daha ön sıralara çıkabilmek için gereksinim duyduğu giderek kıtlaşan doğal kaynaklardan yeterli payı edinebilmek ve kendi ülkesinde sahip olduklarının denetimini elinde tutabilmek için büyük çaba göstermek zorundadır. Bu nedenle de giderek kıtlaşan doğal kaynakları denetlemek isteyen ülkelerin hazırladıkları tuzaklara düşmemek için sahip olduğu beyin yeteneklerini süratle geliştirmek mecburiyetindedir. Bunu başarabilmek için de lâik ve bilimsel eğitimin her aşamasında gençlerine yaptığı yatırımın kalitesini süratle geliştirmek için hem öğretmen eğitim programlarını geliştirmek hem de ailelerin çocuklarının eğitim kalitesini denetleme konusunda bilinçlenmesine büyük önem vermekte daha fazla zaman kaybetmemesi gerekmektedir. Bu konuda sergileyeceği tavır ülkemizin 21 nci yüzyıldaki konumunu belirleyecektir.


Hikmet Uluğbay



[1] Kenya Quotes İnternet.

[2] PISA 2015 Results Excellence and equity in education Volume 1 sayfa 146.

[3] PIS-2015 Results in Focus OECD 2016, Excellence and equity in education sayfa 4.

[4] ICEF Monitor, “Chinese enrolment in the US shifting increasingly to undergraduate students”, 27 May 2015,

[5] Rubin Kyna, “The Changing Tide of South Korean Student Flows”, March-April 14 International Educator sayfa 31.

[6] Amelie F. Constant, Bienvenue N. Tien, Klaus F. Zimmermann and Jingahou Meng, “China’s Latent Human Capital Investment: achieving milestones and competing fort he top” Journal of Contemporary China 2013, Vol.22 No. 79 ve “EU-China Student and Academic Staff Mobility: Present Situation and Future Developments”, Joint study between the European Commission and the Ministry of Education in China April 2011.

[7] ICEF Monitor, “Fastest groth in 35 years for international enrolment in US”, 17 November 2015.

[8] Redden Elizabeth, “International Student Numbers Top 1 million”, Ibside Higher Ed. November 14, 2016.

[9] Özgenç Meltem, “Diyanet: Satranç hadisi uydurma”, Hürriyet online 18 Ocak 2017.

[10] Özgenç, y.a.g.h.

[11] İnalcık Halil, “Has-bağçede ‘ayş u tarab” alt başlık “Nedimler, Şâirler, Mutrîbler”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları sayfa 56-57.

[12] İnalcık, a.g.e. sayfa 57.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)