Demokrat görünümlü olunca her şey mübah

Başbakan hemen her yerde Suriye’yi eleştiriyor. “Beşaaar” diyor “Gün gelecek sen de gideceksin, o koltuklar baki değil.” Sonra ekliyor “Halkının sesini dinle, muhalefete kulak ver, sana karşı olanları hapse tıkma.”

Erdoğan Esad’ı “Kendi halkına karşı savaşmakla da” suçluyor “Bu korkaklıktır” diyor, Kaddafi’yi örnek göstererek “sonun öyle olur” demeye getiriyor.

Erdoğan’ın çaresi şu: “Kur sandığı, al halktan oyunu, aç demokrasinin önünü.”

Esad babasından devraldığı Suriye yönetimini sürdürüyor. Ülkede “bildiğimiz” anlamda demokrasi yok. Esad tek adam. Asker onun, bürokrasi onun, yargı onun, ekonomi onun iki dudağına bakıyor, üniversiteler ona bağlı, medya var da Esad’ın medyası.

Türkiye’de durum farklı mı? Değil. Ordu artık bir güç değil, (tabii ki doğrusu bu) sivil otoritenin hizmetinde. Başbakan yargının tamamına, bürokrasiye, üniversitelere hâkim. İş dünyası Başbakan’ın ağzının içine bakıyor, ondan habersiz yatırım bile yapamıyor. Medya bırakın baskı altında olmayı, bizzat iktidar ortaklarının sahipliğinde.

Sokak eylemlerini bastırmakta da aynı gibiyiz. Suriye’de Esad halkın üzerine yürüyor. Türkiye’de de sokağa çıkıp gösteri yapmaya artık kimsenin yüreği yetmiyor. Çıkanın başına balyoz gibi iniliyor. Yediği coplar, gözüne kaçan biber gazları yanına kâr kalıyor.

Suriye’deki olaylarda ölenler oluyor. Bizde çok şükür ölüm neredeyse yok gibi. Demek ki polisimiz bu konuda daha deneyimli ve yetenekli, öldürmeden halledebiliyor.

Suriye ile farkımız şu. Türkiye’de demokrasi var.

Suriye’de demokrasi yok.

Garip bir durum ama demokrasinin olması, demokratik olmayan her türlü tutum ve davranışların örtüsü gibi oluyor.

Suriye’de demokrasi olmadığı için, Esad’ın yönetim biçimi yerden yere vuruluyor.

Türkiye’de demokrasi olduğu için benzer tutum ve davranışlar alkışlanıyor.

Yine garip bir durum Dersim tartışmalarında yaşanıyor. Başbakan bugün yapacağı konuşmada Dersim’e çok geniş yer vereceğini açıkladı. Merakla bekliyoruz tabii.

Ama şu ana kadar söylediklerinden bugün ne söyleyeceğini tahmin edebiliriz. Yine “katliam” diyecek, yine “CHP’yi eleştirecek.”

Yandaşlar da “halkına bomba yağdıran Atatürk” diye koro halinde tempo tutacak.

İyi güzel de, bunlar konuşulurken televizyon haberlerinde büyük bir iştahla “Jetlerimiz Tunceli’de bombalama yapıyor” haberlerini veriyordu. Yandaş gazeteler “teröristlerin sıkıştırıldığını, 800 teröristin imha edilebileceğini” yine aşkla heyecanla yazıyorlar.

Genelkurmay büyük bir gururla “270 teröristi öldürdük” diye açıklama yapıyor, milletçe sevinç gösterisi yapıyoruz.

Türkiye’de demokrasi var, ama kendi vatandaşını öldürmek bu kapsamda değil herhalde.

Neden öldürüyoruz? Terörist olmaları dağ başlarında ağır bombardımana tutulup öldürülmelerini mi gerektiriyor? Evet, askerimizi, polisimizi, kadınlarımızı öldürdüler onlar. Ama demokratik bir devletin görevi onları yakalamak ve yargılamaktır, öldürmek değil.

İyi ki Suriye değiliz.

*****


Trafik cezası yemişsem Beşiktaş ödesin

Atalarımız “büyük lokma ye, büyük konuşma” derler. Aynen öyle. Bazen “asla yapmam” dediğiniz bir şeyi yapıverirsiniz, yapmak zorunda kalırsınız.

Yıllardır trafikle ilgili yazılar yazarım. Hiçbir şekilde alkollü araç kullanmadığımı, emniyet şeridine girmediğimi, hız sınırlarına uyduğumu belirtirim. Bunlara uymayanları da kıyasıya eleştiririm. Bu hafta “Mavi lambalı arabalardan illallah” başlıklı bir yazı yazacaktım. Hani tepesindeki mavi lambayı yakıp da emniyet şeridinde gitme hakkını kendinde bulanlar.

Son zamanlarda o kadar çoğaldı ki, emniyet şeritleri cayır cayır masmavi ışıklarla dolu trafiğin sıkıştığı her an.

Ama ne oldu, “magandalar” diye öfkelendiklerimin yaptığını yaptım. Yapmak zorunda kaldım. Utanıyorum ama, nafile; oldu bir kere.

Nasıl mı? Pazar günü Ümraniye Altunizade yolundayım. Tam Çamlıca tüneline geldim ki trafik durdu.. En sağ şeritteyim. Yol daralıyor, tünelde emniyet şeridine girmemek için sola yanaşmaya çalışıyorum.

Arkamdan bir polis otosu geldi, emniyet şeridine girdi. Hemen arkasından siyah bir makam arabası, derken bir otobüs. Otobüs geçti, baktım Beşiktaş. Maça gidiyorlar. Ama bitmiyor ki, hemen arkasında otobüse koruma yapan çevik kuvvet otobüsü, herhalde yönetici araçları. İleride otobüse yol açmak için normal şeritteki trafiği durdurmuşlar, kimse kıpırdayamıyor.

Birden megafonla bir anons duydum, bana “Yürü” diyor. Sola giremiyorum, önüm emniyet şeridi, arkamda “yürü” diyen polis.

Girdim tabii mecburen. Önde Beşiktaş, maça gidiyor, arkasından geliyorum. Yerde nal gibi EDS yazıyor, tepede kameralar.

Şimdi Beşiktaş’a ve o konvoya ceza yazmazlar da, aradaki benimkine yazıverirler. Üstelik fotoğraf da var, gel de anlat derdini.

Önümüzdeki günlerde elime fotoğraflı bir ceza kâğıdı tutuştururlarsa Beşiktaş’a götüreceğim “Ödeyin bunu sizin yüzünüzden ceza yedim” diyeceğim.

İşe bakın ki, Beşiktaş’ın Başkanı aynı zamanda bizim de patronumuz.

Saygılar efendim.

*****


Medyum polisler

14 gazetecinin yargılandığı Odatv davası dün başladı. Gidecektim, gitmedim. Çünkü gürültüsü çok çıkan bir kesim sadece yargılanan iki ismin peşinde, diğerlerini ise baştan suçlu ilan etmiş durumda. Amaçları fikir özgürlüğü değil, dolaylı AKP yandaşlığı.

Duruşmadan önce bir şey öğrendim. Sanıklardan Müyesser Yıldız gözaltına alındıktan iki gün sonra sorgulanmış. Yapılan her işlem dakika dakika kayda geçirilmiş.

Çok ilginç; polisler Yıldız’a bilgisayarındaki bazı yazılarla ilgili 11 soru sormuşlar. “Neresi ilginç?” diyeceksiniz. Şurası; kayıtlara göre Müyesser Yıldız’ın bilgisayarındaki inceleme, bu sorular sorulduktan sonra yapılmış.

Yani polisler daha incelemeden bilgisayarda olanları biliyorlarmış. Demek ki ya polislerde medyumluk var ya da iddia edildiği gibi bu gazeteci arkadaşlarımızın bilgisayarlarına virüsle bazı dosyalar atıldığı doğru.

*****


Haydi hayırlısı

Bedelli isteyenlerin arzusu gerçekleşti, Başbakan sonunda kararını verdi, bedeliyi de açıkladı.

Hasretle bekleyenler 30 bin liraya ne diyecekler bilemiyorum tabii. Bankalar kredi verseler de maaşı 2-3 bin lira olanların eğer başkaca birikmişleri yoksa bu parayı ödemeleri kolay değil. Bu nedenle kaç kişinin başvuracağını da merakla bekliyorum.

Başbakan’ın kararını açıklarken yüzünde beliren ifade ve milletvekillerinin hararetli alkışları da çok hoştu. Daha üç ay önce “Şehit kanları varken bedelliye imza atmam mümkün değil, referandum bile olabilir” dedikten sonra “21 günlük eğitimi bile kaldırmak” bize özgü bir davranış herhalde.

Eğer askerliğimi yapmamış olsaydım ve parasını bulup bedelliye yazılsaydım, “Tezkeremin iyisinden bir albayla gönderilmesini rica ederim” diye bir dilekçe yazardım.
ın bilgisayarlarına virüsle bazı dosyalar atıldığı doğru.

*****


CHP’nin yaptığı her şeyi kötü olarak gören bir zihniyet var. Bu durumda CHP’nin bu millete yaptığı en büyük kötülük “Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak” oluyor! (Gani Yıldız)

Can Ataklı
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)