Doğu Perinçek yazdı:"Atatürkçüler Niçin Gafil Avlandı?"

Deneyimli bir gazeteci arkadaşım, yıllar önce sormuştu: Türkiye’nin 1945 sonrasında Atlantik sistemine bağlanmasına ve karşıdevrim sürecine Atatürk devrimcileri içinden niçin ciddi bir direnme gösterilmedi?
Bu gerçekten önemli bir sorudur.
Kemalist Devrim yarım kaldı
Aslında CHP’nin 1935 yılı Mayıs ayında yapılan 4. genel kongresi, yeni bir devrimci atılımın hazırlıklarını içerir. CHP, köklü bir toprak reformunu programına alır. Atatürk, kongreyi açış konuşmasında, “arasız devrimler” vurgusu yapar. Hedef çağdaş uygarlıktır. Arkasından 1937 yılı Şubat ayında, Altı Ok, Anayasa’nın 2. maddesine yerleştirilir, Türkiye’nin devrimci bir devlet olduğu en başa yazılır. Büyük toprakların neredeyse tazminatsız kamulaştırılmasını mümkün kılan düzenleme, Anayasa hükmü olur. Ancak 1938 yılında devrim önderini kaybeder ve arkasından Dünya Savaşı gelir.
Dünya Savaşı’ndan sonra toprak reformu, Köy Enstitüleri gibi devrimi tamamlama yönündeki ataklar, Atatürk’ün partisi içinden çelmelenir. Yalnız daha sonra DP’li olanlar değil, CHP yönetimi de Ortaçağ’la hesaplaşma yönünde bir kararlılık göstermez ve Atlantik uzlaşmasına dahil olur. 1946’dan sonra, Türkiye’nin ABD denetimine girmesine CHP içinden karşı koyan bir kuvvet çıkmaz. Böylece Kemalist Devrim yarım kalır.
Tanımlanmayan ‘arasız devrimler’
İstiklâl Savaşı, o zaman daha dün gibidir; 23 yıl geçmiştir. Buna rağmen devrimin öncü partisinin içinden bağımsızlığa sahip çıkan bir gücün çıkmayışı, Atatürk devrimcilerinin gafil avlandıklarını gösteriyor.
Bu gafletin ideoloji ve program düzlemindeki nedenlerini tartışmak, bugün büyük önem kazanmıştır.
CHP, “çağdaş uygarlık” hedefini koymuştu. Ancak bu hedefini ve Atatürk’ün “arasız devrimler” vurgusunu tanımlamamıştı. Atatürk’ün “sınıf, ırk ve renkler arasındaki farkların kalmadığı bir dünya” özlemleri zaman zaman ortaya konulmakla birlikte, o dünyaya giden sistem, programda açıkça belirlenmedi.
Millî demokratik devrimin tamamlanması için sonrasının da saptanması gerekiyor. Çünkü devrim aşamasını tamamlamak, sonraki aşamayı bilmeyi gerektirir. Kemalist yönetimin bu saptamadan niçin kaçındığı sorusuna bazı cevaplar verilmiştir. En belirgin açıklama, Atatürk’ün “pratik ve gerçekçi” olmasıdır. Kuşkusuz bu “pratiklik ve gerçekçiliğin” de felsefî ve sınıfsal temelleri bulunmaktadır. Bu özellikler nedeniyle Kemalist Devrimciler, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında içine girdiği sürece cevap veremeyen bir konuma düşmüşlerdir. Hem de Atatürk’ün Sovyetlerle dostlukta ısrar vasiyetine rağmen.
1945 sonrasına hazır değilmiş
1920 ve 1930’larda Türkiye’de keskin sınıf çelişmelerinin bulunmadığı doğrudur. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye’de emperyalizme bağımlı bir kapitalizmin gelişmesi sonucu, sınıflar arasında derin farklar oluşmuştur. Bu durumda, 1945’ten sonra hâlâ 1930’ların “Sınıfsız, imtiyazsız bir kitleyiz” saptamalarında kalanlar, yeni programlar üretemedikleri gibi, halktan ve halkçılıktan da uzaklaşmışlardır. Bu gerçek, Kemalizmin 1945 sonrası gelişmelere hazır olmadığını gösterir. Atatürkçülüğün kireçlenmesi ve aşınmasının nedenleri arasında, “pratik olmak” adına savunulan teori ve program yetersizliklerinin bulunduğu ortadadır.
Palazlanan vurguncu takımı
Kemalist Devrim önderliği, gerçekleştireceği “arasız devrimlerin” ne olduğunu kesin çizgilerle belirlemediği için önündeki sürecin çelişmelerini çözme olanağını da yitirmiştir.
Atatürk ve arkadaşları, demokratik devrim mevzilerinde, toprak ağalığının ve şeyhliğin Cumhuriyet için bir tehdit oluşturduğunu 1930’larda saptamış ve 1937 yılındaki Anayasa değişikliğiyle toprak reformu için taarruz hazırlığını tamamlamışlardı. Ancak emperyalist kapitalist sisteme özgü yeni sınıflaşmaların getireceği sorunlar üzerinde pek durmamışlardı. Bu nedenle Cumhuriyet, 1945 sonrası gelişmeler karşısında denebilir ki gafil avlandı.
Fransız Devriminin saatinin durduğu yer
Fransız Devrimi felsefesinin saati, kapitalizmin hâkimiyetinin devam ettiği yere kadar işler, ötesinde hayat durmuştur. Gerçi Atatürk’ün Fransız Devrimindeki köklerini araştıracak olursak, halkçı felsefesi ve Sovyet Devriminin etkileri nedeniyle, Robespierre’den çok, emekçilerin çıkarlarını savunan Babeuff’e yakın durduğunu söyleyebiliriz. O, “kimsesizlerin kimsesi” olan bir Cumhuriyet kurmuştur. Ama o Cumhuriyet, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan “Küçük Amerika” sürecinde, emperyalizm, işbirlikçi burjuvazi ve Ortaçağ güçleri tarafından yıkıma uğratılmıştır. Aslında Atatürk, Büyük Nutuk’un sonlarındaki Gençliğe Hitabe’si ve Bursa Nutku’nda bu tehlikeyi de görmüştü. Ne var ki teori ve programı, o tehlikeyi cepheden göğüslemede yetersiz kaldı. Çünkü “arasız devrimler” sözü edilmiş, fakat içerikleri belirlenmemişti.
Ama Kemalist Devrimin tasfiyesine Atatürkçüler içinden 27 Mayıs dışında kuvvetli bir direnmenin çıkmayışı, hatta devrime önderlik eden CHP’nin Batı sistemi tarafından denetim altına alınması, Kemalizmin felsefede, teoride ve programdaki yetersizliklerini gösterir.
Nitekim, Kemalist Devrimin yıkılmasına, 1946’dan başlayarak bugüne kadar en önde ve tutarlı olarak Bilimsel Sosyalistler direnmiştir.
Bunun anlamı üzerinde herkes düşünmelidir.
10 Kasım, Atatürk’ü yitirdiğimiz gün değil, yeniden kazanacağımız gündür.

Doğu Perinçek
Hakimiyeti Milliye
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)