Feza Tiryaki yazdı:"Asker Duası"

“İkindi namazından sonra köy meydanında asker duası okunacaktır.” diye duyuru yapıldı camiden. Hemen fotoğraf makinamı alıp fırladım. Boynuma kocaman bir eşarbı doladım. Sonrasında örtü yapmak için. Sımsıcak bir öğleden sonrası. Kasım ayının yirmi ikisi. Deniz pırıl pırıl… Gökyüzü masmavi. Etraf hâlâ yemyeşil, çiçekli… Kadınlar, köy bakkalının önünde, bir masanın çevresindeki sandalyelere oturmuşlar. Kimi oyasını işliyor, kimi çocuğunu kucağına almış, kimi öyle lâflıyor…
“Nerede yapılacak dua?” diye sordum. Burada , bekle dediler.
Sonra birden hareketlendiler. Köy okulunun karşısına erkekler birkaç sıra olarak sıralandılar. En önde asker Halil, bir yanında babası, bir yanında cami hocası durdular.
Kadınlar hemen yan tarafta toplandılar. Genci yaşlısı, yürüyeni, yürüyemeyeni… Tekerlekli sandalyesiyle engelli bir gencimiz bile vardı meydanda.
Önce fotoğraf çekeyim, bu anı resimleyeyim dedim, bu yüzden dua başladıktan sonra ancak katılabildim kadınların arasına. Ayşe Hanım, yılların kaptanı Kaptan Saadet’in eli kınalı, zeytin gözlü genç hanımı boynumdaki örtüyü alıp elleriyle sardı başıma. Duaya ben de katıldım.
“Ecdadımızın din ve namus duygusunu vatan ve millet sevgisini ve birlik ve beraberlik ruhunu bizlere de evlatlarımıza da nasip eyle “Ya Rabbi.”
Her dua sözünden sonra “amin “ deniliyordu bütün toplananların ağzından, bir ağızdan…
Duanın burasında, asker uğurlama törenlerinde genellikle, İstiklâl Marşı’nın şu dizeleri okunur ve ardından duaya çevrilir:
“Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kimbilir, belki yarın, belki de yarından da yakın.
*
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”
dedirten şuuru bizlere ve nesillerimize nasip eyle “Ya Rabbi!”
Askerlerimize sağ salim birliklerine varmayı, gördüklerinden ibret almayı, vazifelerini seve seve canla başla yaptıktan sonra şan ve şerefle evlerine dönmeyi, ana-baba kardeş ve bütün sevdiklerine kavuşmayı nasip eyle “Ya Rabbi!”
“Dualarımızı dergâh-ı izzetinde kabul eyle “Ya Rabbi!”

Duayı böyle bitirdikten sonra töreni Fatiha okuyarak tamamladılar…
Ardından asker genç, duaya katılanların sırasıyla elini öpmeye başladı. Önce babasından başladı. Sırayla geldi. Babası oğlu gibi güçlü kuvetli bir adam. Mert, dediğini bilen, sözü sohbeti ayarında… Anası yanda. Gencecik bir ana. Başı yemeniyle köy usulü örtülü. Alın saçlarına, dayatılan Arap modasına uyup kara çaput bağlayan, aman tek kıl göstermeyeyim diye çabalayanlardan, taklitçilerden değil anamız…Belli ki çocuk yaşlarda evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış, çok genç… Herkes avucuna vereceği harçlığı, kâğıt parayı sıkıştırmış, asker gencin cebine sokuşturuyor. Ceketinin dış ceplerine, iç cebine… Kadınlar, “Allah hayırlısıyla tamamına erdirsin, sağ salim görevini yaptırsın, anababasına kavuştursun, diyorlar. Halil’in sırtını sıvazlıyorlar. Sonra anasına gidip onu da kutluyorlar… Asker anası olduğu için, bu kutlu günlere erdiği için…
Bir hafta kadar önce de asker yemeği vermişti aile. Camide mevlidi de okunmuştu. Asker mevlidi. Asker yemeğine de bütün köy davetliydi. Aksine o gün yağmur yağıyordu ama evlerinin önüne çıkma yapıp üstünü örtüvermişlerdi. Keçi kesilmiş. Kazanlarda pişmiş et yemeği, önden çorbası, keşkek, zerde, hoşaf, ayran sırasıyla çeşit çeşit yemek yer sofralarında sunulmuştu… Sofralar kurulup kurulup kaldırılmıştı… Kadınlar imece yapmışlardı. Asker evi dolup dolup boşalmıştı, gelenin gidenin ardı kesilmemişti…
Bugün yapılan duasının ardından da akşam Finike’ye uğurlanacak, oradan otobüs yolculuğuyla Ankara Mamak’taki birliğine varacak Halil. Görseniz nasıl iri yarı, güçlü, dağ gibi bir delikanlı. Kumral, kızıla çalan uzamış saçları var. Gözleri buraların yaygın rengi bal renginde. Güleç, aydınlık yüzlü…
Köyün öte mahallesinden bir genç daha asker olmuş: Mustafa. Onun duası bir gün önce evinde yapılmış. Mevlidi de orada okunmuş. Sabah erkenden uğurlamışlar onu. Safranbolu’ya gidiyormuş, acemi birliği oradaymış…
Bu asker adaylarımız, köylerinde günlerdir, haftalardır hazırlanıyorlardı bu büyük güne. Kasabaya gidenler, özellikle Cuma günleri, kasabanın hafta pazarı olduğu gün, arabaların üstüne bayrak asıyor öyle gidiyorlardı.
Geçen Cuma böyle bir araba önümde durdu. Arabada iki genç. Alışılmışın aksine suratları asık. Yan koltuktan inene sordum: “Hanginiz asker? “ Genç, arabanın direksiyonunda oturan zayıfça, esmer karayiğiti gösterdi. “İşte asker!”
“Niye böyle durgunsunuz? “
“Bilmiyor musun, bedelliyi duymadın mı?” dediler bana. Kızgın kızgın da baktılar… Sorduğuma soracağıma pişman oldum…
Köydeki asker duasında da öyle bir burukluk vardı aslında. Sırtından hançerlenmiş insanın gizli küskünlüğünü görebilirdiniz ana babanın, askere gidenin duruşunda…
Dün bir ülkenin tek otoritesi, tek söz söyleyeni ve tek karar vereni edâsıyla önceden yapılan duyurulardan sonra, mikrofonlar önünde, televizyonların ortak – canlı yayınlarında bedelli şartları açıklanırken iktidar liderinin ağzından, aynı anlarda bir şehit haberi de düşmüştü haberlere.
“Mardin’de Bir Başçavuş Şehit!”
Haberin açıklaması şöyleydi: “ Mardin Valisi Turhan Ayvaz, Nusaybin’de hareket halindeki bir araca kimliği belirsiz kişi veya kişilerce düzenlenen silahlı saldırıda bir başçavuşun şehit olduğunu, sivil bir memurun yaralandığını söyledi.”
Bu haber hemen sonra da kaldırıldı bilgiağı gazetelerinden, devletin radyo haberlerine bile girmedi. Dün yalnızca, Tarih boyunca Türklüğün düşmanı olmuş İngilizlerle, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden Cumhurbaşkanlığının, her ne hikmetse masallardaki gibi bir törenle bin bir gösterişli numarayla kucaklaşmasının insanı buran, acı veren, düşündüren haberleri vardı baş haber olarak. Şehidimizin, Mardin’in Nusaybin ilçesindeki terörist saldırıda şehit olan Astsubayımız, Başçavuş Oktay Aydoğan’ın Ankara’daki evini görmemeyi, olayı bilmemeyi tercih etmişleri yaygın basın yayın… Şehit evine asılan Türk bayrağını bile göstermediler. Haber yapmadılar!
Bu şehit haberi üzerinde, haberin ne doğru dürüst konuşanı oldu, ne olanı biteni duyuranı, ne terör örgütünün elemanlarının yakalandığını, yakalanacağını, ne bileyim arandığını falan bildiren oldu…
Tıpkı daha önceki şehit haberleri gibi bir görünüp bir kayboldu, bilgiağı gazetelerinden, baş haber bile olamadı birkaç dakikalığına olsun…
En çok da insanı sarsan, üzen, bedelliyi ödeyenlerin bunu para olarak ödeyecekleri. Üstelik isterlerse taksit taksit ödeyecekleri. Hem de tek gün asker olmadan. Türk askeri olamadan!
Yurtdışındaki gençlerimize de bir darbe vurulmuş bu arada. Güçlü bir tokat vurulmuş!

Vatanla olan bağları kesilmiş. Üç haftalık için de olsa onlara vatanlarının askeri olma şerefi verilmiyormuş artık. Asker elbisesi giyemeyecekler, silah çatamayacaklar, kütüğe adlarını çakamayacaklar. Törenle asker yemini edemeyecekler. Analarının babalarının gururla izlediği, filme çektirip gelenine gidenine gösterecekleri askerlik resimleri olamayacak artık kimsenin. Vatan bir malmış gibi, bir satılık malmış gibi parayı atıp işi bitirecekler. Ben Türküm, ben Türk askeriyim, ben askerlik yaptım dedirtmeyecekler gurbetteki yakınlarımıza… Gurbette yetişen ama gönülleri vatan millet sevgisiyle dolup taşan gençlerimiz, Türk milletinin bir bireyi olmanın haklı gururunu yaşayamayacaklar!..
Ne için? Kim istedi diye? Gençlerin çalıştıkları ülkeler buna izin vermiyorlar diye mi? Var mı böyle şey? Yok!
Gençler böyle mi istiyormuş? Hayır! İstemiyorlar! Belki birkaç bölücü, birkaç kansız bunu istemiştir. O halde niye?
*
Bir yanda asker Halil’in asker duası okunuyor. Haliller askere uğurlanıyor…
Bir yanda parayı veren, bir gün asker olmadan, yemin etmeden, asker kasketi takmadan, asker selâmı vermeden, asker karavanasından lokma yemeden, kendisiyle gurur duyamadan askerlik yapmış sayılacak!
Bir yanda da gurbetçi gençlerimize, sen bu vatanın evlâdı falan değilsin, ver parayı al teskereyi, denecek!
Durumumuz aslında düşündüğümüzden daha da kötü… Daha da kötü günler gelecek…
Böyle giderse bütün işlerimiz duaya kaldı. Yapımız çatırdıyor… Ülkemiz gitti gidiyor…
Ziya Gökalp, 1912 yılındaki Balkan Savaşında, Bulgar’la , Sırp’la, Yunan’la, Karadağlılar’la savaşan Türk askerine dua etmiş bu dizelerle.
Biz şimdi bu durumda nasıl bir dua edelim? Ne diyelim?


Kumandan, zabit, babalarımız.
Çavuş, onbaşı, ağalarımız.
Sıra ve saygı, yasalarımız.
Orduyu düzgün eyle Yârabbi!
Sancağı üstün eyle Yârabbi!
Cenk meydanında nice koç yiğid,
Din ve yurd için oldular şehid,
Ocağı tütsün, sönmesin ümid,
Şehidi mahzun etme Yârabbi!
Soyunu zebun etme Yârabbi!

Feza Tiryaki, 23 Kasım 2011
İLK KURŞUN
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)