Reşit Çağın yazdı:"Diktatör(!)den Birkaç Anı!"

Günümüzde diktatörün alâsı dururken, bu vatana ömrünü vakfetmiş bir deha ile neden uğraşılır? Çünkü Ondan gelecek bir tehlike yok. Çıkar da yok. O bedenen yaşamıyor. Cevap veremiyor.
Ama diğeri bu geçici dünyada şimdilik hancı. Hem çok korkutuyor, hem de hoşuna gidecek şeyler söyleyenlere ulûfe dağıtıyor. Karı-Koca o kanaldan bu kanala koşturup küpü dolduruyorsunuz. Yeter ki, vicdan, utanma, ahlâk, namus gibi günümüzde “para etmeyen” zararlı(!) taraflarınız olmasın! Şimdi o diktatör(!) den birkaç anı aktaralım da dincilerin, bölücülerin, kısacası kendilerini bu topluma ve bu topraklara ait hissetmeyen emperyalizmin cici çocuklarının O’nu neden sevmeyip her fırsatta o kirli dillerine doladıklarını anlatmaya çalışalım(*): “Lozan Barış’ından sonra idi. Bir akşam Atatürk’ün sofrasına Özel Kalem Müdürü telaşla yaklaştı ve bir şifreyi okudu. Çanakkale Valiliği’nden geliyordu. İki büyük devlet Çanakkale’nin bazı yerlerine kendi bayraklarını asacaklarını bildirmişler. Vali de bunu haber veriyor ve ne yapması emredileceğini soruyordu.Mesele mühimdi.Türk topraklarına yabancı milletlerin bayrakları asılacaktı.Atatürk telgrafın mahiyetini öğrenince: ‘Acelesi yok’ cevabını vererek Özel Kalem Müdürü’nü yolladı. Oysa Vali acele kaydı ile şifreyi çekmiş ve acele cevap istiyordu. Bayrak asılırken bir linç olayından veya çıkacak kavgalardan çekiniyordu. Özel Kalem Müdürü aralıklarla beş defa daha olayı hatırlattı ise de aldığı cevap aynı idi. Nihayet gün ağarırken Atatürk Özel Kalem Müdürü’nü çağırttı ve sordu: ‘Şifreye cevap verdiniz mi?’ ‘Hayır.’ ’Öyleyse yazınız. Çanakkale Valiliği’ne, Çanakkale topraklarına yabancı bayrağı çekmek isteyenler kim olurlarsa olsunlar, derhal ellerine kelepçe takarak Ankara’ya sevk ediniz’ dedi ve sordu: ’Ne yapacaksınız şimdi?’ “Şifreye şifre ile cevap vereceğiz.’ ‘Hayır’ dedi. ’Şifre ile değil, bu telgrafı açık çekeceksin.’ Telgraf çekildi ve yabancı devlet bayrakları ne bahsedilen saatte ne de hiçbir zaman çekilmedi!”
“23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da Büyük Millet Meclisi daha yeni açılmıştı. Memleketin her tarafından birçok mebus gelmişti.Gelenlerin bir kısmı, Ankara’da hiçbir şeyin olmadığını görünce yeise düştüler. Ne para var, ne yatacak otel, eski bir şehir. Buna mukabil İstanbul’da Dolmabahçe’de oturan bir Padişah, hazine, ordular ve cephane. Burada ise bir tek adam var. O da Mustafa Kemal Paşa… Bazılarına bu dava çürük gelmiş olacak ki, memleketlerine dönmeye karar verdiler.Bunlar geri dönerlerse Meclis’te bir huzursuzluk olacağını anlayan Atatürk bir oturumda kürsüye çıktı. O gün pek heyecanlı idi. Belki Atatürk’ün hayatında böyle canlı bir tablo daha doğmamıştı. Mebuslara hitaben: ‘İşittim ki bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla Milli Meclis’e davet etmedim. Herkes kararlarında hürdür. İstedikleri gibi hareket edebilirler. Bunlara başkaları da katılabilir. Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatıyla buradan, bir daha bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta hepiniz gidebilirsiniz.Asker Mustafa Kemal! Mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, bu şekilde Elmadağ’a çıkar… Orada tek kurşunum kalana kadar vatanımı müdafaa ederim. Kurşunlarım bitince bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna and içtim.’ deyince herkesi bir heyecan aldı ve bir daha O’nun yanından ayrılmadılar.”

“Atatürk 1923’te irticayı şöyle tanımlamaktadır: Hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki; her iyi, her güzel şey karşısında onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim dilimizde buna ’irtica’ derler. İyi bir şey yaptınız mı biliniz ki bunu imha etmek için karşınıza muhalif, mürteci bir kuvvet çıkacaktır. Bundan dolayı yapmadan evvel, çıkacak kara kuvvetin imhası tedbirini de almak lazımdır. Bütün millet emin ve müsterih olsun ki, bugünkü inkılâbı yapanlar ve onu tamamlamaya karar verenler, karşılarına çıkacak menfi kuvvetleri çıktığı noktada ezebilecek kudrete, kabiliyete, tedbire maliktirler. Bundan dolayı, tekrar katiyetle beyan ederim ki, milletin hakimiyeti ebedidir. Onu bozacak ve ona zarar verebilecek kuvvet yoktur ve olamaz!”

Böyle yüce bir Türk’ü neden unutturmak istediklerini, ondan neden hala korkup nefret ettiklerini ve kendi sıfatlarını O’na yakıştırmaya kalktıklarını bu örneklerden daha güzel ne anlatabilir acaba?

Reşit Çağın
İLK KURŞUN
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)