Ruhat Mengi yazdı:"AKP ve CHP kavgayı bıraksın, füze kalkanını konuşsun!"

Gerçekten akıl sır ermez bir durum, “bugün, yarın biter, nasılsa görevlerini hatırlarlar” diyorsunuz, bitmiyor. Adeta yaklaşan bir seçim öncesinde oy kapma meselesi varmış gibi; bir konu tutturuyorlar ve karşılıklı hesap sormalarla (ki bu hesap sorma inanılmaz şekilde ‘dinine, inancına kadar’ dayanabiliyor), hakaretler ve onlara verilen cevaplarla günler, haftalar geçiyor.

Dün de söz ettim, deprem için artık çadır olmadığından (ekonomimiz bu kadar iyi de nasıl oluyor), yeni anayasa için kesin anlaşmaları-uzlaşmaları ve birlikte çalışmaları gerekmesine, ülkede kadına-çocuğa ve her canlıya karşı şiddeti (daha doğrusu “vahşet”tir) önlemek için acil ve somut önlem çıkarmalarına, İran’ın tehditlerini düşünmelerine kadar sayısız sorun var ortada.. Ama Meclis yok..

İran son olarak İngiltere, ABD, İsrail’le birlikte Türkiye’yi tehdit etti. Hem de “Bize saldırı kimden gelirse gelsin önce Türkiye’nin Füze Kalkanı sistemini vuracağız” dedi. Bu tehdit hiç yapılmamış, Türkiye toprakları ve vatandaşları için tehlike yokmuş gibi söz konusu bile edilmiyor. Sanki tam zamanı buymuş ve kendileri de “herşeyi araştırmış tarihçiler”miş gibi tutturmuşlar “Dersim” diye, karşılıklı verip veriştiriyorlar, o olmasa başka konu çıkarırlar.

İktidar ve Ana Muhalefet partilerinin artık fazlasıyla sıkıcı olmaya başlayan kavgalarına son vererek, ortak ve hızlı çalışma yaparak yukarıdaki sorunları çözmesi gerekiyor. “İran tehditleri” ve AB ülkelerinde kimse kabul etmediği , bizim nedense yine öne atılarak ediverdiğimiz “Füze Kalkanı ve tehlikeler” konusunda bir açıklamayı da öne alarak!

*****


Kadına şiddet konusunda ‘imza’ neyi hallediyor?

Türkiye’nin “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni parlamentosunda onaylayan ilk ülke olması büyük bir heyecanla sunuldu. Bu sözleşme önemli bir yenilik getiriyor, artık “şiddete uğramış veya zamanında korunmamış mağdurların” avukatları yanlış mahkeme kararları sonunda hak aramak için AİHM’ye gideceklerine, devlete “tazminat ödemesi için” dava açabilecek.

Ama öte yanda Türkiye daha önce imzalanmış sözleşmelere uymadığı için AİHM tarafından mahkum edildiğinde de tazminat ödüyor, yani Anayasa Mahkemesi ve diğer mahkemelerin verdiği bir yanlış kararın cezasını millet ödüyor, sonuç aynı değil mi?

SÖZLEŞMEYİ VE ANAYASA’YI TAKMAYACAKSAN..

Bu konuda “henüz yeni fark edenlerden değil” yılların deneyimine sahip, TCK ve Medeni Kanun’da yapılan değişiklikler için de kadın hareketiyle birlikte çalışmış, benim de görüşlerine çok güvendiğim Türk Kadınlar Birliği Başkanı Avukat Sema Kendirci’yle konuştum. Bir örnekle başladı; “Anayasa Mahkemesi ‘kadının kızlık soyadını kullanması’ konusunda Türkiye’nin 1986’da imzaladığı ‘Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Tür Ayırımcılığın Önlenmesi (CEDAW) Sözleşmesi’ne aykırı karar verdi. AİHM de kabul etmesine rağmen ona da aykırı karardı ve üstelik Anayasa’da ‘öncelikle uluslar arası sözleşme kurallarına uyma’ şartı olduğu için bizzat AYM’nin kendisi Anayasa’ya da aykırı karar vermiş oldu.

Adalet Bakanlığı, AYM’den böyle bir karar çıkmasının yanlış olduğunu biliyordu ama hiç tepki göstermedi, sivil toplum kuruluşları ise gösterdi. Defalarca korunma istemiş ve bu yapılmadığı için hayatını kaybetmiş olan Nahide Opuz cinayetinde de AİHM Türk devletini ‘tazminata mahkum’ etti. Aynı ihmaller sürmüyor mu?

Birleşmiş Milletler’in ‘Çocuk Hakları Sözleşmesi’ de 90’lı yıllarda imzalandı ama hala N.Ç davasında olduğu gibi mahkemelerde mağdur, hem de tarifsiz şekilde mağdur edilmiş çocuklara karşı bile inanılmaz haksızlıklar yapılıyor, yanlış kararlar çıkıyor, Yargıtay dahi onayabiliyor. Eğer sözleşmeleri umursamayacaksanız, iç hukuk kurallarını onlara uygun hale getirmeyecekseniz, Ceza Yasası’nı değiştirip daha ağır cezalar vermeyecekseniz, sözleşmenin getirdiği bütün yükümlülükleri kanunlara monte etmeyecekseniz 10 tane daha sözleşmeyi ilk biz imzalasak neye yarar?”

ENSEST VE HADIM

Sema Kendirci’nin söyledikleri harfine kadar doğru, peki bu durumda AP’nin yeni sözleşmesi “avukatların tazminatı devletten isteyebilmesi” dışında ne değiştirir, nasıl bir ümit taşıyabiliriz?

Belki “aile içi şiddet” konusu önemle ele alınmak zorunda olduğu için bu kez “ensest” denen “aile içi çocuk tecavüzü”ne gözler kapanamayacak. Olabilecek en büyük vahşetle karşılaşan bu çocukları kurtarmak için “40-50 yıl hapis” cezaları veya “hadım” çözümü bulunacak.

Artık toplantılar yapıp konuşmak yerine acilen “yasaların değişmesi”ne gelmeli sıra. Çok vaat dinledik ama eylemde hala bir gelişme yok. Kadın Bakanlığı’ndan “kadın” sözcüğünün bile çıkarılmasından sonra fazla mı ümide kapılıyoruz diye düşünmemek elde değil!

*****


Şişli, Beşiktaş, Sarıyer, Tuzla, Bakırköy ve diğerleri..

Uzunca bir süre “bazı belediyelerin diğerlerine göre ‘hayvana karşı şiddeti önleme ve sokak hayvanlarını koruyacak önlemleri alma’ konusunda daha iyi olduklarını, iyi niyetle ve çağdaş yaklaşımla çözüm üretmeye çalıştıklarını” düşündüm. Buna inanmaya çalıştım. Aynen “bütün veterinerlerin ‘hayvanları sevdikleri için’ bu mesleği seçtiklerini” düşündüğüm gibi. Her ikisinde de yanılmışım.

Çoğu “görünüşü kurtarmak ve çağdaş görünmek” için konuya eğilmiş gibi yapıyor, çoğunun parklarında, barınaklarında hayvanlar şiddetin ve ilgisizliğin alasıyla karşılaşıyor. Mesela birçok hayvanseverden Bakırköy Belediyesi’nin bu konuda sabıkalı olduğu, hayvanlara çok kötü muamele edildiğini anlatıyor, aksi doğruysa hemen bana haber versinler, yaptıklarını izleyelim.

Şişli Belediyesi’nin Maçka Parkı’nda, veterinerleri Gönül Koç’un hayvanların yuvalarını nasıl bozduğuna, onları trafonun yanına taşıttığına ve aynı gün aralarında parmak kadar hayvanların olduğu onlarca kedi ve köpeğin ortadan kalktığına ben şahidim (trafonun içine giren kedilerin öldüğünü de görenler anlatıyor) ki bu hayvanların hepsini tek tek biliyordum..(Sakın hiç kimse oraya kedi, köpek atmasın artık, acıyın.)

Gönül Koç, parkta düzenlemeyi yapıyor ama “hepsi nereye kayboldular, çıkarın nereye attıysanız” diye sorunca “Ben bilmem, veterinerim” diyor. Yazın tepkiler geldiğinde “Yunanistan’a gidiyorum, dönünce düzenleyeceğim, söz” demiş, kısa süre sonra yine çok sayıda hayvan ortadan kaybolmuştu, söz ettiği çözüm (!) bu olmalıydı.. Bunları Mustafa Sarıgül’e anlattık, 1 Ekim’de Ayazpaşa’da büyük bir hayvan parkı açacağını da bildiren Sarıgül “Hiç merak etmeyin, o parkı düzenleyeceğiz, hayvanları kurtaracağız” demişti. Bunlardan haberi yok mu acaba? (Yarın aynı başlıkla konuya devam edeceğim.)

Ruhat Mengi
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)