Ruhat Mengi yazdı:"Bir özür modasıdır gidiyor, ya diğer özürler?"

Moda başladı ya, duygu sömürüsüne, öne atılıp tribünlere oynamaya bayılırız, özür dileyen dileyene.. Son olarak, CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce “yine ilginç olmaya çalışan” bir çıkışla özür dilemiş. 1937-38 yıllarında Meclis kararıyla yapılan bir “isyan bastırma” olayı için bugün “devlet adına” ama tek başına özür dileyen Başbakan ile CHP Genel Başkanı arasındaki “özür” polemiğine kendisi balıklama dalmış ve “Atatürk ile İsmet İnönü” den bir CHP milletvekili olarak “9 yıldır bunları yenip iktidar olamadıkları için” özür dilemiş.

‘Hayatınızda benzer bir saçmalık duydunuz mu’ diye soracağım ama son yıllarda “duyulmadık-görülmedik saçmalık” kalmadığı için soramıyorum. Sanki referandum öncesinden başlayarak partilerini fokur fokur kaynatan, “henüz kendi içinde bile istikrarı yakalayamamış parti” görüntüsüne sokarak ve yeni genel başkanlarını çalışamaz hale getirerek zarar veren kendileri değilmiş gibi özür diliyor. Bu “tamamen özel heveslere bağlı” çıkışlarına bari koca Atatürk’ü alet etmeye kalkmasalar.

KAFADAN SUÇLAMALAR!

Ve tabii 9 yıldır iktidar olamayışlarında özür dilemesi gereken ilk kişi, yıllarca “ikinci parti olmakla” yetinen, hiçbir değişim, yenilik getiremeyen, birçok önemli ismin ve de çok sayıda seçmeninin kaçmasına neden olan, kendisinin de pek yakın olduğu Deniz Baykal ’dır. Seçim öncesi İklim Bayraktar olayı gibi skandal olaylarla kendi partilerine oy kaybettirenler, hala da “Bakarsın Erdoğan taktiğiyle yürürsem lider koltuğu bana kalır” diye her fırsatta öne atılanlar, 3-5 kişi toplanıp partilerine karşı harekete girişenlerdir. Bunlar için özür diliyorlarsa mümkündür tabii..

Tarihte ne yazdığı, arşivler filan önemli değil, bizde adet “tarih konusunda bile kafana göre takıl”dır ya, ağzı olan konuşuyor, kendine göre tarih yazıyor. Mesela Necip Fazıl’ın kitabına takıyor ( ya da Seyit Rıza’nın torununun iki gün önce söylediklerini duymazdan geliyor) ama sosyolog, hukukçu ve devlet adamı olan Ahmet Cevdet Paşa ’nın “1865 yılında bile Dersim’in önemli sorun haline geldiğini, birçok yerden kaçan eşkiyanın Dersim’de konuşlanmayı seçtiğini ve ilçeyi kontrolden çıkardıklarını” anlatmış olduğuna hiç değinmiyorlar. Önemli olan papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayıp durmakmış gibi.. Elbette araştırılıp ortaya çıkarılmalı ama hiç kimse bir başkasını kafadan suçlamamalı..

AVRUPA SÖYLÜYOR BİLE..

Tekrarlayalım, zira kafadan suçlarsanız birileri de sizi “Ermeni İddiası” için kafadan suçlar, nitekim “2009 Kasım’ında Avrupa Parlamentosu’nda ‘Dersim Soykırımı’ toplantısı düzenlendiğini, bunun Ermeni Soykırımı’ndan ve Yahudi Soykırımı’ndan farkı olmadığının söylendiğini” dün Yılmaz Özdil yazmıştı. Tarihe bakmadan “isyan yoktu” der çıkarsınız, onlar da tarihe bakmadan “Türkiye durup dururken tek taraflı soykırım yaptı” der çıkarlar. “İsyan yoktu, talep vardı” derseniz birileri de “Terör yok, talep var” diyebilir. Bugüne kadar devletin suçlu olduğuna dair bir mahkeme kararı yokken tazminat ve toprak talebini de alırlar.

FÜZE KALKANI, ÇADIR DEPREM, TERÖR, SİLİVRİ VS.

İran yaptığı açıklamada “Bize karşı herhangi bir yerden saldırı olursa ilk Türkiye’yi, Füze Kalkanı sistemini vurur, sonra diğer hedeflere yöneliriz” diyor. Füze Kalkanı’nın NATO’nun değil, ABD’nin isteğiyle ve “İsrail’i koruma amacıyla” konduğunu (İsrail’e kızıyor muyuz, canımız pahasına koruyor muyuz), başta Türk halkı olmak üzere dünya kamuoyunun aldatıldığını söylüyor. Türkiye AB ülkelerinin istemediği Füze Kalkanı’nı topraklarına alırken TBMM bu konuyu (ve biyolojik tehlikeleri) tartıştı mı? Türk halkı için bu tür tehlikeler olduğunu ve önlemlerini açıkladı mı? Hayır.

Bakanlar “Bir deprem daha olmasın, çünkü çadırımız yok” diyor, süper güç olduğu tekrarlanan Türkiye’ye bunun yakışmadığı tartışılıp çözüldü mü, Van’da çadırlarda bir çocuğun daha donarak ölmemesi için her tür önlem alındı mı, hayır. PKK kış geldiği için “silah bırakmış gibi” yapıyor, terör konusu nasıl çözülecek (bedelli askerlik daha önemliymiş gibi günlerce konuşuldu, terör ise ancak 20-25 kurban verildiğinde) tartışılıyor mu, hayır. Silivri’de 4 yıldır tutuklu bekletilen insanlar için TBMM’de bir tartışma yapılıyor mu, hayır.

Eğer parlamenterler özür dileme yarışına gireceklerse bunlar için girsinler. Dersim konusunu da “önce tarihçilere” bıraksınlar, çelişki olmasın!

***


Şiddetin her türüne karşı!

Türkiye’de “kadına ve çocuğa karşı şiddet”in önlenmesi için artık daha etkili bir hareket ortaya çıktı, 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü”nde gösterilen tepkilerde de bu görülüyor. Kadına yönelik ve aile içi şiddetin önlenmesine ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne ilk imza atan ülkeler arasında “parlamentosunda ilk onaylayan” ülke olmuşuz, bu da güzel ama.. Çok önemli “ama”lar var, 20 yıllık mücadele (ve bu konuda yüzlerce yazı, TV programı) deneyimiyle bakınca. Bunları yarın yazacağım. Bugün, yine “şiddet” olayı ama “ağzı dili olmayan ve şiddete uğradığında derdini bile anlatamayan” sokak hayvanlarına karşı şiddetten söz edeceğim bir kez daha..

Kadına karşı şiddet konusu şimdi nihayet duyarlılık yarattı diye bu konuda ön saflara çıkanların hayvanlara karşı şiddeti önlemek için de öne çıkması gerektiğini söyleyeceğim. Şiddet, şiddettir çünkü ve çocuklara karşı saldırılarla “onlar gibi çaresiz” yavru kedilere saldırı arasında bir fark yoktur. Aylardır bazı barınakları geziyor, aç ve sefil, tekmelerle ya da ilaçla uyutularak öldürülen hayvanlara çözüm üretmeye çalışıyorum. Son aylarda en çok Sarıyer Belediyesi’ne bağlı Kısırkaya Hayvan Rehabilitasyon Merkezi ve Maçka’ da Şişli Belediyesi’ne ait Sanat Parkı ile ilgiliydim biliyorsunuz.

BÜTÜN KEDİLERİ YOK ETTİLER

Ama üç gün önce yaşadığım şoktan sonra Maçka Parkı’na sadece ara sıra gidip neler olduğuna bakacağım, dayanılır gibi değil zira. Geçen yıl ilk gittiğimde orada 70-80 civarında kedi vardı ve “Kedi parkıdır aynı zamanda, gidin görün” diye bana öneren de Şişli Belediyesi Veterineri Gönül Koç’tu. Soğuk bir günde gittim, kediler ve köpekler soğukta, çoğu hastaydı. Olayı biliyorsunuz, duvarın üstüne yeşil renkte, neredeyse hiç dikkat çekmeyen uzun bir kedi evi yaptırdım.

Ama kolaycı, sorumsuz ve insafsız insanların “yeni doğmuş, gözü açılmamış bebekleri bile” getirip atmaları nedeniyle hayvan sayısı biraz artınca arkadaki üç apartmanın (Çınarcık, Erenler, İkizler) sakinleri tarafından gönderilen kapıcılar hayvanları sopalarla vurarak kovaladı, üzerlerine çamaşır suyu sıkarak ve ilaçlarla bir kısmını öldürdüler. Sonra bu evleri yıktırarak hayvanları ortada bıraktılar.

HAYVAN DÜŞMANLARI BİLİNMELİ

Aynı olaylara Park Şamdan isimli restoranın da karıştığı görenler tarafından anlatıldı. O arada biliyorsunuz Başkan Mustafa Sarıgül “Ayazağa’da büyük bir hayvan parkını acele açacağını” anlatmaktaydı, ben de olanca iyimserliğimle “bu hayvanları ve onlar gibi olan diğerlerini oraya göndererek hiç değilse hasta ve bebek olanları kurtarabileceğimi” sanıyordum. Hiçbiri gerçekleşmedi, veteriner Gönül Koç ile Başkan Yardımcısı Vasken Bey’in ortak gayretleriyle hayvanlar ortadan kayboldu, benim gördüğüm kadarıyla o hayvanların ve daha sonra parka bırakılanların yüzde doksanı öldü. Nişantaşılılar “hayvan düşmanı olanları bilsin” diye söylüyorum (ama elbette ‘her daire öyledir’ diyemem, yine de bunu başardılar); yukarıda ismi yazılı apartmanlar, parkın içinde açılan (ve olmaması gereken) kafe ile diğer restoran yüzünden..

Üç gün önce gittiğimde, son kalan 9-10 adet parmak kadar bebek ile tüm büyük kedilerin yok olduğunu, yuvalarının belediye tarafından dağıtıldığını görünce parkın ortasında o kadar ağladım ki, yaşanmış bu hikayeleri kitap haline getirmeyi düşünüyorum.


Ruhat Mengi
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)