Ruhat Mengi yazdı:"Hillary yeter ki istesin!"

Dün ABD’nin devamlı olarak Türkiye’nin sırtını sıvazlayıp, perde gerisinden “kendi isteklerini, istediklerini gerçekleştirmek üzere gaz verip durduğunu, şimdi de Time dergisi ve tüm medya imkanlarıyla ağzımıza bir parmak bal çalarak Suriye’ye karşı Türkiye’yi kullanma planı yaptığını” yazmıştım. Tesadüfe (!) bakın ki aynı gün; Hillary Clinton’ın bir Amerikan TV kanalına yaptığı açıklamada “Suriye’ye baskı sürecinin Arap Birliği ve Türkiye tarafından yürütülmesi gerektiğini” söylediği haberi çıktı.

Sözlerine gerekçe olarak “Türkiye ve Arap Birliği’nin Suriye halkı üzerinde daha etkili olacağı” gibi bir palavrayı da eklemeyi unutmamış. Unutmaz çünkü insanların “Hani siz Big Brother’dınız, dünyanın en etkili, en güçlü ülkesiydiniz, Irak’ından Afganistan’ına kadar her ülkeye müdahale ediyordunuz, şimdi neden bu tehlikeli ortamda devamlı Türkiye öne sürülüyor” diyeceğini biliyor. Nitekim aynı konuşma içinde “Suriye’deki durumun tamamen bir iç savaşa dönüşebileceği ”de söylenmiş.

AYNEN CLİNTON’IN SÖYLEDİĞİ GİBİ...

Öte yanda, Hürriyet yazarı Sedat Ergin dünkü yazısında Türk Dışişleri çevrelerinde “Suriye’deki rejimin yıkılma noktasına yaklaştığı ama Esad’ın gitmesinin kolay olmayacağı, Türkiye’yi de ciddi sıkıntıların beklediği” değerlendirmelerinin yapıldığını yazmış. Suriye Müslüman Kardeşler Hareketi’nin lideri Şakfa ise “Türkiye’den gelecek müdahaleyi kabul ederiz” diyor. Türkiye şu an için direkt bir müdahaleden söz etmemekle birlikte Başbakan “Arap Ligi ile ortak çalışma içinde olduklarını, bir yaptırımlar silsilesi uygulamaya başlayacaklarını” söyledi.

Kısacası, anlaşılan o ki Hillary Clinton’ın isteği aynen gerçekleşecek ve Beşar Esad’a karşı aktif görevi Arap Birliği ile Türkiye üstlenecek. Hatta bu konuda Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere büyük para yardımı yaptığı da gazetelerde çıkan haberler arasında. İyi de insan yine dayanamıyor; Van’da çadırda ısınmak için soba yakan (başka ne yapsınlar) bir ailenin üç çocuğu yanarak öldü, bir engelli çocuk donarak öldü, bizim çocuklarımız yanarken, donarken Suriye’ye harcayacağımız para ve zaman kendi sorunlarımıza harcanmalı değil mi? Para verilecekse örneğin, Türkiye yerine bunu “dünya lideri ABD” vermeli değil mi?

İÇ SAVAŞTA İŞİMİZ NE?

Suriye’de bir iç savaş çıkacaksa Türkiye bundan uzak durmalı değil mi?

Esad “Benim işime karışırsanız ben de terör örgütünü desteklerim” derken ve Suriye’nin bu desteği yıllarca verdiği bilinirken, öncelikli olarak bu konuya kafa yorulmalı değil mi? Umalım da ABD verdiği “şöyle büyüksün, böyle güçlüsün” gazlarıyla başımızı Suriye ile derde sokmasın. Elbette sıkıntıdaki bir topluma yardım eli uzatmak güzel şey ama; ilacımız varsa önce kendi kafamıza sürelim, Filistin sorununa öncelik verirken kaç genç askerimizi, sivilimizi yitirdik, aynı hataya düşmeyelim.

*****


Edirne’de ensest vahşeti ve vurdumduymazlık!

Bir tesadüf de burada; dün “ensest denilen aile içi çocuk tecavüzü olaylarının hala gündeme getirilmediğini, bundan ısrarla kaçınıldığını” yazmıştım. Yine dün “Edirne’de bir genç kıza 4 ağabeyi tarafından 9 yıl boyunca tecavüz edildiği, tecavüzlerin çocuk 12 yaşındayken başladığı” haberi vardı. Ve haber VATAN sitesinde “Edirne’de iğrenç olay” başlığıyla verilmişti. Doğru, olay iğrenç, olay vahşet , bir çocuğun hem de kendi ailesinden gelen bu sefil saldırılara (kendini kurtaracak yaşa gelene kadar) yıllarca katlanmak zorunda kalması bir felaket, yaşadıklarının hayatını bundan sonra da cehenneme çevirecek olması ayrı bir felaket...

NE MAHREMİYETİ, İNSAF YAHU!

Ama eğer bu ülkede çocukları koruması, kurtarması, bu vahşetlere önlem alması gereken devlet “aile içi tecavüz” denen vahşeti ağzına bile almıyorsa nasıl önleyecek, nasıl kurtaracaksınız? Bu konuları yakından izleyen kadın örgütleri ve avukatlardan ilgili bakanlıkların bu konudaki suskunluğuna neden olarak “aile mahremiyetine müdahale olması”nın gösterildiğini duymuştum. Ne mahremiyeti, bu olayda o kız çocuğun (ki gelen telefon ve mektuplar erkek çocukların da aynı aile içi; baba, ağabey saldırılarıyla karşılaşabildiğini ve annelerin çocuklarına yardımda çaresiz kaldığını anlatıyor, kaç kez yazdık) yıllarca çektiği azap, kim bilir bu dehşeti annesine bile söyleyemeden küçücük çaresiz haliyle yaşamak zorunda bırakıldığı cehennem dururken kim aile mahremiyetinden söz edebilir?

İDAM CEZASI VE ÜÇ MAYMUNLAR!

Bugüne kadar “tecavüz”e “tecavüz” demekten utandığımız, en ağır çocuk tecavüzü olaylarında “taciz” deyip çıktığımız gibi (yaşlı sapıkları, tecavüzcüleri böyle kurtardılar) enseste de “aile mahremiyeti” diye mi kılıf uyduracağız? Dün siyaset bilimci bir okurumuz, Bersan Özcan, yazdığı yorumda “idam cezası kaldırıldıktan sonra cinayetlerde ve özellikle kadın cinayetlerinde artış olduğunu, kravat takıp boynunu bükerek hakim karşısına çıkan katillere ceza indirimi yapıldığını, bunun da diğer katil adaylarını cesaretlendirerek cinayetleri yüzde 100 artırdığını, İnfaz Kanunu’nun da değiştirilmediğini” anlatmıştı.

Onunla tamamen aynı görüşteyim. Haydi idam cezasını bunca vahşetin aralıksız yaşandığı bir ülkede kaldırdınız, “ömür boyu hapis cezası” vermek yerine katile-tecavüzcüye her tür indirimi yaparak neden kurtarıyorsunuz? Karısının kafasına elektrikli testere düşürdüğünü söyleyerek (hiç duydunuz mu böylesini) ölümüne sebep olan, kız arkadaşını testere ile doğrayan , ayrılmak isteyen karısını kurbanlık koyun gibi kesen katillerin veya çocuklara tecavüz eden sapıkların ömür boyu hapis cezasını neden önlüyorsunuz?

Bu sorularım hem yasalar hakkında karar veren Meclis’e, verilen yanlış kararlara itiraz etmeyen ilgili bakanlara, hem de cezalar hakkında karar veren hakimlere... Başta “aile içi tecavüz” olmak üzere tecavüz ve cinayetler sürerken “üç maymunlar”ı oynayanlar suçlara ortak sayılırlar, bir kez daha tekrarlayayım!

Ruhat Mengi
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)