Ruhat Mengi yazdı:"Tarihçiler araştıracak, arşivler açılacak, olay budur!"

Hâlâ Dersim tartışması sürüyor ama tarihçiler yapmıyor tartışmayı, kulaktan dolma bilgilerle “babamdan duymuştum, amcamdan duymuştum, biri şöyle, öbürü böyle demişti” diye kafadan tarih yazanlar ve olayları 1937-38 yıllarına, o yılların şartlarına göre değerlendirmeyi de düşünmeyenler yapıyor. Bu arada da uyaranlara, “eğer basmakalıp çıkışlarla, kafanıza göre takılarak tarih yazmaya kalkarsanız Ermeni Soykırım İddiası’nda da böyle yazmanız istenir, PKK teröründe de” diyenlere saydırmayı unutmuyorlar.

Oysa sağduyulu herkes kabul eder ki olacağı budur. Tarihi ancak “tarihçilere inceleterek ve detayları toplumla paylaşarak” bulmak gerekir, hatırlayın; arşivlere, tarih belgelerine toplu olarak bakmak yerine örneğin “Mavi Kitap”a bakarak Ermeni İddiasına canla başla destek verenler, yıllar sonra Mavi Kitap’ı Ermeni lobisinin yazdırdığı ve yalanlarla dolu olduğu itiraf edilince apışıp kalmışlardı.

HÜSEYİN AYGÜN’ÜN SÖZLERİ ÇARPITILMIŞ

Dün Devlet Bahçeli Dersim konusunda ilk kez konuşmuş ve “Siyasiler değil, tarihçiler konuşmalıdır. Dersim’de katliam yapılmamıştır, bir isyan girişimiydi” demiş. Dersim isyanlarını tarih, arşivler anlatıyor, buna rağmen açıklama araştırmacılar tarafından yapılmalı. Ortadan polemiklerle, “kimine göre isyandır, kimine göre değildir” gibi sözlerle olmaz bu işler..

Mesela CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün konuşmasına ve siyasi niyetle fırsatçılık yapanlara dayandırılarak bugüne kadar “sanki Dersim olayından bugünün CHP’si, hatta Genel Başkanı sorumlu”ymuş gibi ona saldırıldı, günlerce köşe yazılarına onu konu edenler oldu, yine son zamanların modasına uyarak Atatürk suçlandı, yıpratılmaya çalışıldı ama dün Hüseyin Aygün’ün son açıklamasını duyduk;

“Ben tüm röportaj boyunca bu olayın Atatürk’e ve bugünün CHP’sine mal edilemeyeceğini söyledim ama Zaman gazetesi söylediklerimi çarpıtarak ve 10 gün sonra, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde yayımladı” diyor.

TÜRKİYE’DE BAŞKA IRK YOK MU?

Mesela AKP eski Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Neşe Düzel’e verdiği röportajda sözlerini aile fertlerinin, büyüklerinin anlattıklarına dayandırıyor; Dersim isyanı olduğunu reddediyor, bütün isyan bastırma harekatlarının “tek kimlikli bir ulus devlet yaratmak için, asimilasyon için yapıldığını” söylüyor. İsyan bastırmalar sırasında öldürülenleri sayıyor ama örneğin Seyit Rıza’nın kendisinin öldürdüğü aşiret reislerine, Dersim’de öldürülen askerlere hiç değinmiyor.

Türkiye kadar kozmopolit, sayısız farklı etnik kökenden insanın yaşadığı bir ülkede sadece Kürtler konusunda “tek kimlikli ulus devlet yaratmak için harekat yapıldığı” söylenebilir mi? Diğerlerine neden yapılmamış, onlar neden isyan etmemiş, etmiyor? Ya da Ermeni tehcirinde örneğin; neden sadece “savaş sırasında düşman ordularıyla birleşerek sorun yaratan” bölge dışında diğer Ermeni vatandaşlara dokunulmamış?

Bugün aynı “asimilasyon” söylemi BDP ile PKK’ya aittir, sayısız insanı katlettikleri saldırılardan sonra operasyon yapılınca “tek tip ulus yaratmak için, asimilasyon için operasyon yapılıyor” diye dünyayı inletiyorlar. Kılıçdaroğlu’nun “Tarihçiler araştırsın, arşivler açılsın” cevabı verebileceği en doğru cevaptı, kendisi tarihçi olmadığına göre açıklamaya zorlanamaz, uğraşan köşeci arkadaşların “arşivlerin açılması” için bastırmaları lazım. “Faili meçhul cinayetler”in ortaya çıkarılması için de gayret ederlerse iyi olur, kimin engel olduğu anlaşılır belki!

*****


Şu bedelli askerlik meselesi!

Yaşı 30’u geçen ve parası olan “askerlikten nihayet yırttık” diye seviniyor, yaşı tutmayan “eyvah ben yırtamadım” diye üzülüyor. Gerçi her ne hikmetse şehit ve gazi ailelerinin tepkisi duyulmadı ama bugüne kadar “yırtmayıp gidenler”in, bu ülkeyi korumak için canını hiçe sayanların veya zorla götürülenlerin günahı neydi?

Kaç erkek askerlik nedeniyle işine ve hayatına ara verdi, kaç erkek yeni evlendiği eşine veya yeni doğmuş bebeğine doyamadan hayatını kaybetti . Bin çeşit çare bularak geciktirmiş olanlar ise yapmadan kurtuldu. Peki bundan sonra siz olsanız, eğer erteleyecek gücünüz, geciktirmek için imkanlarınız varsa askerlik yapar mısınız? Çocuğunuz olsa yaptırır mısınız?

Yoksa “oğlum bekle bakalım, nasılsa yeniden bedelli gündeme gelir, baksana gücü olan kaçıyor, siyasetçi çocukları yapmıyor, zaten ‘paralı askerlik’ten de söz ediliyor, bu tehlikeli dönemde gitme, ertele, parası olan kurtulurken biz enayi miyiz” mi dersiniz? Hadi, samimi olarak cevaplayın bakalım, ne dersiniz? Ben gerçekten yoksul ve güçsüz ailelerin çocuklarına büyük haksızlık yapıldığına inanıyorum.

*****


Hayvan düşmanlarını protesto bilinci oluşturalım!

Kadın ve çocuklara karşı şiddetin önlenmesi ve yapanlara ağır cezalar getirilmesi ile ilgili “toplumsal bilinçlenme” bile yıllar aldı, çok uzun zaman “bir avuç insan” olarak mücadele ettik ama artık “şiddet”in her türlüsü için çok daha çabuk ve etkili hareket etmek zorundayız. Eğer “medeni” olduğumuzu düşünüyorsak sokak hayvanlarını “insanların şiddetinden korumak” için de çözüm üretmek, onları da korumak zorundayız.

NİŞANTAŞI DAHA BİLİNÇLİ OLSAYDI..

Örneğin birkaç gündür söz ettiğim Maçka Parkı Nişantaşı’nda.. Orada “bugün artık hemen hepsi hayvan düşmanı belediye görevlileri ve apartman sakinleri tarafından öldürülmüş” çok sayıda kedi ve köpek vardı, onlara yapılanlar gazetelerde anlatıldı. Anlatılmasa bile hiç değilse o semtte yaşayan gençler bu kedi-köpek parkını bilmeli ve onları korumaya çalışmalıydı, eğer Nişantaşı daha çok hayvanseverin ve şiddet karşıtının yaşadığı bir semt olsaydı Şişli Belediye Başkan Yardımcısı Vasken Baran parktaki çardağı “onun altında yaşamaya alışmış” kedilerin kafasına yıktırdığında.. Veterinerleri Gönül Koç kış ortasında zavallı yavruların yuvalarını dağıtıp kendilerini ortadan kaybettiğinde buna ciddi tepki gösterirlerdi.

Zaten belediyelerin bu konuda rahat olmaları ve gayet yüzeysel ve gösteriş şeklinde bir “hayvan koruma havasına girmeleri” bu yüzden, rahatlar çünkü o dili olmayan ve şiddete karşı duramayan zavallı hayvanları ciddi şekilde koruyan, hesap soran, kendileri dışındaki canlıların da “yaşama hakkı” olduğuna inanan bir toplum yok. Ama olacak, sanatçılar ve sorumlu insanlar artık “sokak hayvanlarını koruma” konusunu ciddiye almaya başladılar, mutlaka “hayvanları korumayan belediyelerin zarar gördüğü” günler gelecek.

CEVAP GELMEDİĞİNE GÖRE ÖLDÜRÜLDÜLER

Günlerdir Şişli Belediyesi’nin “parktaki hayvanların yuvalarını dağıtan kadın veterineri”ne o gün ortadan kaybolan 35-40 civarında kediyi ve yeni doğmuş yavruları soruyorum, “bir akşam öncesine kadar buradalardı, nereye götürdünüz, öldüler mi” diyorum, tık çıkmıyor, demek ki öldürüldüklerini biliyorlar, var mı başka açıklaması? Hayvansever görünen bir belediye için 2011 yılında böyle bir itlaf olayını kabul edebilecek hiçbir medeni insan, hiçbir anlayış olamaz. Şiddete ya karşısınızdır, ya değilsinizdir, ortası yoktur bunun.

Bu konuyu yazmaktan bundan sonraki yıllarda da hiç vazgeçmeyeceğim, yeniden televizyon programıma başladığımda da (ne zaman olursa olsun) kadın ve çocuklara karşı şiddet konusunun yanında “hayvanlara şiddetin önlenmesi ve onların korunması”nı, bu konuda başarılı ve başarısız belediyeleri ve şahit olduğum olayları anlatmayı hiç unutmayacağım. Misyonlarımdan biri olacak. (Devam edecek...)

Ruhat Mengi
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)