Suay Karaman yazdı:"Yalnızlığın Başbakanı"


Türk siyasetinin önemli ismi Bülent Ecevit, 81 yaşında hayata veda etti. 52 yıllık siyasi yaşamı boyunca beş kez hükümet kuran ve başbakan olan Ecevit, siyasi hayatımıza damgasını vurmuş, saygın bir kişilikti.

İlk kez 1973 seçimlerinden sonra başbakan olan Ecevit, Necmettin Erbakan ile ortak hükümet kurmuştu. Dinciliğe verilen ödünler bir yana, ülke için başarılı çalışmalarda bulunulmuştu. Özellikle Kıbrıs Barış Harekatı ile, Ecevit’in popülaritesi artmıştı. O tarihlerde ABD emperyalizmine karşı verdiği savaşım hala belleklerdedir.
Okuduğum üniversitede, dokuz ay süren boykot günlerinde, Haziran 1977 seçimleri öncesinde, CHP’nin hemen hemen tüm mitinglerine katılmaya çalışıyordum. CHP’nin büyük kentlerdeki mitingleri, Ecevit’in söylemleri, alanları dolduran yüz binler ve o günlerin coşkusu görülmeye değerdi. Özellikle 3 Haziran 1977 tarihindeki İstanbul mitingi, suikast tehlikesi altındaki Ecevit’e sahip çıkılan, çok görkemli ve heyecanlı bir mitingdi. Biz CHP üyesi üniversite öğrencileri, kent kent mitinglerde dolaşıyor ve “ak günler” için Ecevit’e destek oluyorduk. Ne yazık ki artık böyle mitingleri bulamıyor ve o inanılmaz coşkuyu tadamıyoruz. “Toprak işleyenin, su kullananın”, “Ne ezen, ne ezilen, insanca hakça bir düzen”, “Bu düzen değişmelidir”, “Emek en yüce değerdir” sloganlarıyla, halkın gönlünü kazanan Ecevit, solu kitlelerle buluşturup, %42 oy oranıyla iktidara gelmişti.
Ancak Ecevit, birkaç kez hükümet olmasına karşılık bir türlü iktidar olamamıştı. “Umudumuz Karaoğlan” efsanesi yavaş yavaş sönmeye başlamıştı. En yakın çalışma arkadaşları tek tek yanından uzaklaşıyordu. Süleyman Demirel ile, anlaşılmaz biçimde bir araya gelememeleri ve anlaşamamaları sonucunda, ülkenin yavaş yavaş ve alıştıra alıştıra 12 Eylül karanlığına sürüklenmesine katkı sağladılar. Ülkemiz, beceriksiz ve vurdumduymaz iki büyük parti liderinin bilinçsiz çabaları sonucunda karanlığa sürüklendi.
Siyaset sahnesinde 12 Eylül’den sonra farklı bir Ecevit gözlemlendi. Özellikle bir sindirim sorunu ortaya çıktı ve eski yaptıklarını, söylemlerini içine sindirememeye başladı. 27 Mayıs Devrimi’nden sonra en güzel kutlama yazılarını yazan ve devrimin en hızlı savunucusuyken, 1980 sonrasında 27 Mayıs Devrimi’ni eleştirmesini, düşman kesilmesini anlamak olanaksızdı. Hiç gereği yokken 12 Eylül sonrasında CHP’den ayrılması anlamsızdı. CHP’de hiziplerden bıkmıştı, aile partisi olarak kurulan kendi örgütünde hiçbir siyasi ismin konuşmasına izin vermedi. Hiziplerden şikâyet etmesine karşın partiyi eşiyle beraber iki kişilik düşünce kulübü olarak yürüten Ecevit, kendisine karşı genel başkan adayı olmak isteyen Sema Pişkinsüt’ün önünü kurultay içi kavgalarla kesmiş ve kurultayda konuşturmamıştır. Ecevit, solda birleşmeye hep soğuk bakmıştı ve bunun sonucunda “bir bölen” olarak yalnız kaldı. “Biz demokratik soluz, hâlbuki CHP sosyal demokrat” gibi hiç kimsenin anlayamadığı kavramlar yaratarak, şeriatçılara dolaylı olarak iktidar yolunu açtı. DSP Genel Başkanlığı sırasında “dine saygılı laiklik” gibi anlamsız bir kavramla tarikatlara sarıldı, Fettullah Gülen ve okullarına kucak açtı.
Dürüst Ecevit, eski başbakanlardan Tansu Çiller ile Mesut Yılmaz’ın aklanmasına aracılık etti. Kendi hükümetindeki bakanlarının yolsuzluklarını görmemezlikten geldi. Son başbakanlığı döneminde IMF tahsildarı Kemal Derviş’i yardımcısı yaparak, ulusal ekonomiyi terk etti. IMF’nin programını uygulamaya başladı ve bunun sonucunda da iç ve dış güç odaklarının, “tahkim” dahil tüm isteklerini yerine getirdi. Özellikle eşi Rahşan hanımın anlamsız kaprisleri yüzünden çıkarılan af ile, toplum vicdanı derin bir yara almıştır. Zaten Rahşan hanımın geçimsiz tavırları, Ecevit’e destek olmanın ötesinde, büyük zarar vermiştir. Ve Ecevit finali, son padişah Vahdettin’e sahip çıkarak, gerici çevrelere puan kazandırmasıyla yaptı.
1999 seçimlerinde %22 oy alarak iktidar olan Ecevit’in partisi, üç yıl sonra yapılan erken seçimde %1 civarında oy alarak, siyaset sahnesinde görülmesi çok zor bir olayı gerçekleştirmişti. Sayın Ecevit’in olumlu ve olumsuz yönlerine bakıldığında, olumsuzluğun daha ağır bastığını ve en azından kendimin kandırılmış olduğunu hissediyorum.
12 Eylül sonrasındaki yanlışlarına karşılık, kusursuz Türkçe’siyle Ecevit, birikimli ve kültürlü bir siyasetçiydi. Hakkında ne bir yolsuzluk, ne rüşvet, ne de dava vardı; yaşamı tertemizdi. Ecevit, kendi dönemindeki başbakanların hiç birisiyle kıyaslanamayacak kadar yalın ve aydın birisiydi. Bütün bu özellikleri, Ecevit’in saygı duyulan ve sevilen bir siyasetçi olmasını sağlamıştır.

Yaşamı boyunca sanatın yanında olan, siyasette gösteremediği hoşgörüyü sanatçılara gösteren Ecevit, hep çizgisini korumuştur. Şair Can Yücel, Ecevit’in başbakanlığı dönemini şu şiirle eleştirmiştir: “Kötü şairden iyi başbakan olmaz, iyi şair zaten başbakan olmaz.” Bu tip eleştirileri büyük bir olgunlukla karşılayan Ecevit, her zaman nezaket sınırının içinde kalmıştır.
Ecevit’in ölümünden sonra ilgili yasanın değiştirilip, Devlet Mezarlığı’na gömülmesi fikri de yanlıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın komutanlarının laiklikle, ulusallıkla, cumhuriyetle ve Atatürk’le kavgalı, başbakan ve meclis başkanlarıyla bir arada yatırılmasının önü açılmıştır. Üstelik eşi, özel bir anıt mezar yapılmasını istemektedir ve bunun için yer araştırılmaktadır. Bu durumda değiştirilen yasanın amacı nedir, neye hizmet etmektedir? Bunun sorumluluğu çok büyüktür.
Ölüm, hangi yaşta olursa olsun, çok zor ve ağır bir olaydır. Ölüm sonucunda, ölen insanın genellikle olumlu tarafları anımsanır. Ancak ölüm, önemli kişiler dahil hiç kimseye bir ayrıcalık kazandırmaz, ölen kişinin olumlu ve olumsuz yönleri masaya yatırılır. Ecevit için de, olaya böyle bakılması doğaldır. Yalnızlığın başbakanı ve sevgili genel başkanımız halkçı Ecevit, iyi ve kötü yönleriyle hepimizin anılarında yaşayacaktır.

Suay Karaman
İlk Kurşun Gazetesi, Aralık 2006, sayı : 14.
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)