İlker Başbuğ tutuklanmasa kaçar mıydı?


Türkiye tarihinde ve hatta dünya tarihinde ilk kez “Genelkurmay Başkanlığı yapmış” bir isim tutuklandı. Türkiye tarihine baktığımızda ve “başbakanı ile bakanları idam edilmiş” bir ülke olduğumuzu hatırladığımızda bu haber de bir “imkansız”ı anlatmıyor, her an beklenmedik her şeyin olabileceği bir dünya ülkesi burası..

Buna rağmen ve Ergenekon soruşturmasının gidişatına bakıldığında “uzun süredir tahmin edilen bir gelişme” olmasına rağmen yine de toplumda şok yaratan olaylardan biriydi İlker Başbuğ’un tutuklanması.. Nitekim basında olduğu gibi sosyal medyada da gündem tamamen bu olaya kilitlendi, yazılanlara bakınca bu tutuklamayı “haklı bulan ve hatta alkışlayanlar” da var, “silahlı terör örgütü kurma ve yönetme” ile suçlanmasına büyük tepki gösterenler de..

ÖCALAN, HİZBULLAH VE BAŞBUĞ!

Dikkat çeken tepkilerden biri “Hizbullah militanları ve lideri tutuksuz yargılanırken Genelkurmay eski Başkanı’nın tutuklanması” konusu.. Ki çok sayıda insan bundan rahatsızlık duyuyor, sadece Başbuğ için değil, haklarında kesin bir suç kanıtı gösterilememesine rağmen hala tutukluluğu israrla sürdürülen gazeteciler için de örneğin.. Acaba “tutuksuz” yargılansa İlker Başbuğ gibi Türk ordusuna yıllarca komuta etmiş bir ismin “kaçmayı kendine yedireceği” mi düşünülüyor?

Eğer bu düşünülüyorsa gerçekten de Hizbullah’çılar için neden düşünülmedi? Yalnızca onlar değil, bu ülkede küçücük çocuklara toplu tecavüz olaylarının sanıkları veya Hüseyin Üzmez gibi “suçunu kendisi itiraf etmiş” bir çocuk tecavüzü sanığı neden serbest bırakıldı?

Bunun yanında Başbuğ’un tutuklanmasından çok “terör örgütü kurma” iddiasıyla tutuklanmasına tepkiler çok fazla..Twitter’da “Öcalan ‘sayın’, Başbuğ ‘terörist’, olacak iş mi” diyenler, “Başbuğ terör örgütü kurduysa askerler terörist mi” ya da “Ben askerliğimi onun döneminde terörist olarak mı yaptım” diye soranlar hep aynı tepkiyi vurguluyor.

‘HERKES HUKUK KARŞISINDA EŞİTTİR’

Bakıyoruz her tutuklamada ve İlker Başbuğ’un tutuklanmasında da Cumhurbaşkanı, bakanlar hep “Herkes hukuk karşısında eşittir” sözünü ve “masumiyet karinesi”ni birlikte telaffuz ediyor. Peki madem ki herkes hukuk karşısında eşittir, yukarda söz ettiğim suçluların “tutuksuz”yargılanması, o azılı suçluların “kaçmayacağına” inanılması ama örneğin İlker Başbuğ ve ülkenin önemli gazetecilerinin “tutuklu” yargılanmasının açıklaması ne olabilir? Hangi hukuk kuralına göre bu çifte standart uygulanmaktadır? Devamlı sorulan bu sorunun cevabı mutlaka bir şekilde verilmelidir.

Çünkü elbette ortada bir suç varsa hukuki yaptırımı olacaktır, buna itiraz edilemez ama suç sabit görülene kadar “saygın görevlerde bulunmuş” insanları “terörist” suçlamasıyla hapsetmek de çok ciddi bir insan hakları ihlalidir, yargının bu “diğer demokratik ülkelerin ve dünya basın örgütlerinin de dikkat çektiği hukuk hatasını” israrla neden sürdürdüğü açıklanmalıdır.

‘ÇOK DOSYA’ VE ORDUDA CUNTA

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay “İlker Başbuğ’u biz atadık” diyor, “Yargının gecikme sorunu var, bundan yargı da şikayetçi, çok dosyaları var” diyor. Ve iddianamede “ordu içinde bir cunta yapılanması”ndan söz ediliyor. Öncelikle yüzlerce kişi soğuk hücrelerde yıllarca duruşma bekletilirken yargının “çok dosyam var” demesi kabul edilemez. Bu durumda “çok dosyası olmayan” savcılar, hakimler seçilir ve süreç hızla kısaltılır, insan hayatı yargının oyuncağı değildir. Kaldı ki bu davalara “özel yetkili mahkemeler”in baktığı da biliniyor, özel yetkiye daha özel ve hakka-hukuka uygun şartlar gerekir.

İlker Başbuğ’un tutuklanması konusunda anlaşılmayan noktalardan biri de “Genelkurmay Başkanlığı döneminde Hükümet üyeleriyle sık sık bir araya gelerek olayları tartışmış, birlikte çözüm aramış, uzlaşmış görünmeleri”ydi. Acaba o süreçte bu “tutuklama gerektirecek” kadar ciddi suç iddiası, “Hükümeti indirme amaçlı ve silahlı terör örgütü kurma, andıçlar yayınlama, ordu içinde cunta” ile ilgili hiçbir ipucu, kanıt yokmuydu ki “iyi anlaşan” bir görüntü içinde uzun bir süre geçti?

YA ÖZKÖK DÖNEMİ, 27 NİSAN?

Aslında bu “ordu içinde cunta” iddiası tabii ki eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök dönemi için de mevcut.. Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman darbe hazırlığı iddialarıyla ilgili olarak “Böyle bir şey olmuşsa bunu en iyi biz biliriz, bize sorulmalıdır” diyerek Özkök ve Büyükanıt’ın isimlerini de vermiş ama sonra susmayı tercih etmişti. Eğer İlker Başbuğ “cunta iddiası” ile sorgulanıyorsa diğerleri; mesela kendi dönemindeki iddia için “vardır da diyemem, yoktur da” sözüyle “bilgisi olduğunu” anlatan “ordudan sorumlu konumdaki” Özkök neden Başbuğ’la aynı şartlarda sorgulanmıyor bu da ayrı bir konu.. İnternet andıcı sorgulanıyorsa 27 Nisan ve “Ben yaptım” diyen Paşa neden sorgulanmıyor, 12 Eylül’cüler neden serbest bunlar da ayrı konu..

Herşey çok karışık, içinden çıkılacak gibi değil, bakalım yargı bunları daha kaç yıla yayacak!

*****


Gazeteciler yine tutuklu..

Son Oda TV duruşmalarının sonucu, gazetecilerin “her şeyi açık ve net anlatmalarına rağmen” tutukluluklarının devamına karar verilmesi “İlker Başbuğ’un tutuklanması” kararı aynı gün çıktığı için yeterince değerlendirilemedi.

Ama çok acı şekilde görülen o ki artık Türkiye’de gazetecilik bir korku mesleği haline dönüşmüştür ve gazetecilerin “yazdıklarından dolayı” tutuklanmaya, yıllarca cezaevinde kalmaya itiraz edebilmesi, suçsuz ise hakkını arayabilmesi neredeyse imkansızdır. Batı ülkelerinde yüzyıllar önce görülen ve “basın özgürlüğü ile ilgili arşivler”e giren, 21’inci yüzyılda ise sadece baskı rejimlerinde, üçüncü dünya ülkelerinde rastlanan bu tür olayların aynı yüzyılda Türkiye’de de yaşanması acı değilse nedir?

“Sözün bittiği yer” tam da bu olsa gerek!

*****


Bir ‘tilki’ fıkrası!

Mümtazer Türköne Atatürk Kurumu üyeliğinden istifa ederken “Cumhurbaşkanlığı makamına zarar gelmesin diye” bu kararı verdiğini söylemiş. O zarar durumunu yaratmamayı neden önce düşünmedi belli değil. Türköne “görevden alındı” ama olayın yankıları sürüyor.

LDP Genel Başkanı Cem Toker “Bana bu fıkrayı anımsattı” diyerek bir fıkra göndermiş, sizinle paylaşmak istedim, bu gerilimli günlerde biraz gülersiniz diye..

“Kümese müdür aranıyormuş. Tilki başvurmuş. Özgeçmişini beğenmişler. İşi teklif ederken ‘ne kadar maaş istersin’ diye sormuşlar. ‘Gülmekten konuşamayacağım. Siz ne isterseniz verin’ demiş.”

Ruhat Mengi
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)