Sarayları kullanalım!


HOLLANDA'da Leiden Üniversitesi'nin çıkarttığı "Leiden Journal of International Law" isimli akademik dergide, geçenlerde genç bir Türk akademisyenin çok önemli bir makalesi yayınlandı. Galatasaray Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. EmreÖktem, Türkçesi ile "Türkiye Osmanlı İmparatorluğu'nun vârisi mi yoksa devamı olan bir devlet mi" başlıklı İngilizce makalesinde meseleyi hukukî açıdan derinlemesine ele alıyor... Dr. Öktem'in makalesini son dönem tarihçilerine, uluslararası hukuk uzmanlarına ve meraklılara tavsiye ederim. Geçen gün bu "devamlılık" meselesini konuyu başka bir açıdan ele alıp yazmış, Avrupa'nın en demokratik memleketlerinin bile kendilerini eski devirdeki krallıkların yahut imparatorlukların vârisi olarak gördüklerini ve törenlerde o zamanın sembollerini kullandıklarını anlatmıştım. Sembollerin başında eski hâkimiyet günlerinin üniformalarını, armalarını ve merasim âdetlerini devam ettirmek geliyordu; üstelik sarayları da devlet başkanlığı yahut başbakanlık makamı olarak kullanıyorlardı. Tarihi geleneklere sahip olan devletlerin yapması gereken de zaten bu idi...
KULLANIMA AÇMALIYIZ! Türkiye de aynını yapmalı, yani İstanbul'da Meclis'e ait olan saraylar ve kasırlar artık sadece kuru birer müze olmaktan çıkartılıp devletin zirvesinin kullanımına açılmalıdır. Cumhurbaşkanının yaz aylarında yahut senenin belli zamanlarında İstanbul'a geldiği zaman Boğaz'ın tâââ bir ucundaki Huber Köşkü yerine Dolmabahçe Sarayı'nda kalması gerekir. Bu, sarayın cumhurbaşkanının şahsına değil, "makama" tahsis edilmesi demektir ve devletin prestijinin ve devamlılığının da göstergesidir. Hatırlarsınız, sarayın hemen yanıbaşında bulunan ve uzun zaman "Beşiktaş Kaymakamlığı" olarak kullanılan bina birkaç sene önce "Başbakanlık Ofisi" haline getirildiğinde birileri kıyametleri koparmış, hattâ işi "Saltanatı geri getirmek istiyorlar" demeye kadar vardırmışlardı... Türkiye'ye gelen yabancı başbakanlar ve bakanlar şimdi o binada kabul ediliyor ve bu sayede Türkiye'nin şâşaalı geçmişinin de kendiliğinden farkına varmış oluyorlar! Başbakan ve bakan seviyesindeki yabancı misafirler açısından prestijimizi yükseltmiş bulunuyoruz ama devlet başkanları için iş öyle değil! Resmî ziyaretler yahut uluslararası toplantılar için gelen cumhurbaşkanları ile kralları otellerde ağırlıyoruz!
OTEL NİRE, SARAY NİRE? Son derece şık ve lüks de olsa, "otel" yine de "otel"dir, mutantan bir saray ile arasında ifade etmeye bile gerek bulunmayan çok büyük farklar vardır ve İstanbul'a gelen yabancı liderleri ihtişamımızı gösteren saraylardan birinde ağırlamak ile lüks bir otele göndermek, prestijimiz bakımından son derece önemlidir. Unutmayalım: İstanbul'da Topkapı dışında kalan hemen bütün saraylar 1960 darbesine kadar kullanılmış, buralarda sadece protokol davetleri verilmemiş, cumhurbaşkanlarımız sık sık Dolmabahçe'de kalmışlardı... Burada, 1954 yılının bir gazete kupürünü görüyorsunuz: Ürdün Kralı Hüseyin Türkiye'ye gelmiş ve Dolmabahçe Sarayı'nda misafir edilmiş... Bugün de yapılması gereken budur ve geçen senelerde yaşadığımız "Ne yani? Amerikan Başkanı sıkıştığında tuvaletini Dolmabahçe'ye mi yapacak" gibisinden tuhaf tartışmalar prestijimizi yükseltmez, aksine elâlemin bizlere gülmesine yarar!

Murat Bardakçı
Habertürk

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)