Sarkozy de geçici, Erdoğan da...


Sultan Süleyman’a kalmayan dünya Sarkozy’ye de kalmayacaktır, Recep Tayyip Erdoğan’a da... Aradan on yıllar, yüz yıllar geçecek Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nu sadece tarihle ilgilenenler hatırlayacaktır.
O günün televizyonlarında “Kim 500 bin lira ister” yarışmalarında soru değeri bile taşımayacaklardır. Daha bugün Denktaş’ı bilmeyenler, yaşadıkları İstanbul’daki Ayasofya’yı Mimar Sinan yaptı zanneden yüksek okul mezunları Erdoğan’ı nasıl bilsin, Sarkozy’yi, Davutoğlu’nu nasıl bilsin..
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş Atatürk’e yapılan muamelelere baktığınızda ismi geçen şahısların gelecek siyasetçiler tarafından nelere muhatap olabileceklerini artık varın siz hesap edin...
Sarkozy’ler, Erdoğan’lar, Davutoğlu’ları iktidar gücünü kullanarak icraatlarını sürdürürken sıradan vatandaş tarlasında, fabrikasında işi gücü ile meşgul.
Fransız Senatosu’nun aldığı karar, Suriye’nin iç işlerine ABD ile birlikte Türkiye’nin müdahalesi, İran’ın canını sıkacak füze rampalarının topraklarına yerleştirilmesi, Barzani ailesinin Türkiye’deki önemli bir aile ile sigara kaçakçılığı yapması, bu kaçakçılığın Uludere’de 35 vatandaşın canına mal olması, askerin bir kısmının İsrail’le dirsek teması ve yine askerdeki emir-komuta zincirinin siyaset, tarikat ve cemaat eliyle felç edilmesi, Yazıcıoğlu cinayetinin perde arkası, NATO’nun Haçlı ordusu haline gelmesi, Hrant Dink cinayetini önlemesi gerekenlerin önlememesi, vazifeyi ihmal suçundan soruşturmaya muhatap olmaları gerekirken makam ve mevkilerinin yükselmesi, Resmi Gazete’de yayınlanan kanunların neler getirip neler götürdüğü onu, yani sıradan vatandaşı pek de fazla ilgilendirmez.
O biz ne yazarsak yazalım, başkaları ne söylerse söylesin devletin ve devletin icra organı olan hükümetin vatanın sınırlarını, halkın can ve mal güvenliğini, namusunu, sağlığını, tarih ve kültürünü korumak ve ekmeğini büyütmekle meşgul olduğu inancındadır ve bu inancın rahatlığı, kayıtsızlığı içerisindedir. Elbette bu kadar rahat olunmamalıdır amma öyledir işte. Tarlasında çiftini sürerken, atölyesinde somunu vidaya takarken, dairesinde evraka imza atarken, işyerinde sattığı malın para üstünü öderken işte böyle bir rahatlık ve teslim olmuşluk içerisindedir sıradan vatandaş. Televizyonu açar, dünya kan gölünde çırpınırken o evlilik programlarını içine düşecek kadar bir ilgi ile seyredebilir ve sıradan, bayağı esprilerle yüklü sitkom türü filmler izleyip kakara kikiri gülebilir.
Ama bu nereye kadar gider?
Bir gün tarla az ürün vermeye, alınan ürün değer bulmamaya, vidaya yerleştirdiği somun tam oturmamaya, atılan imza bir değer ifade etmemeye başladığında, “Ne oluyor yahu” diye yaptığı işten başını kaldırır, çevresine bakınmaya başlar..
İşler bu noktaya geldiğinde devlet adına icraat yapan hükümetler, “Sen nasıl baş kaldırırsın” paniği içerisinde “şiddet uygulamaya”, hakkını arayan halka cezaevlerini, polis coplarını, basınçlı su ve göz yaşartıcı gazları adres göstermeye başlarsa, kendileri de, ülkeleri de çarşafa dolaşır. Halka hakaret etmek, halka nankör demek, gözüne dizine dursun diye hakaret etmek çağın çoook gerisinde kalmış bir davranıştır ve Türkiye maalesef, bugün biraz bu noktadadır...
Bu kardeşiniz bu hale “Commode mantığı” demiştir, yıllar önce. Commode, miladın ikinci yüzyılındaki Roma İmparatorlarındandı. Kendince hekimlik yapar, herkesin canıyla oynardı. Hastalardan kan alır, ölümlerine sebep olurdu. Sonra da şöyle derdi:
“-İyilik etmek için kan alıyorum. İyiliğimin karşılığında ise para bile istemiyorum...”
Artık yönetenlerin “kan alma” metotları farklı. Vergi adı altında sofradan hak edilenin üstünde ekmek almak da bir kan almadır... Ülkenin başını savaş belasına, terör belasına bulaştırarak halkın kanını akıtmak da bir “kan alma” metodudur. Ülkenin imkânlarını başka ülkelere devretmek de bir “kan alma” metodudur ve Türkiye dün olduğu gibi bugün de bu usullerin tamamı ile sürekli bir kan kaybı içerisindedir... Sarkozy’yi geçelim.. Recep Tayyip Erdoğan, Davutoğlu velhasıl hükümet bu kan kaybını durdurmaz, durduramazlarsa tarihe farklı geçecek, durdururlarsa tarihe farklı geçecek...
Ama..
Şöyle ya da böyle...
“Geçecek” işte...

Hasan Demir
Yeniçağ

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)