Tayyip'e 3 hafta süre veriyorum!



SEVGİLİ okuyucularım, başkalarını bilmem ama benim işim biraz zordur! Ben öyle iki tıktık bir şıkşık yaparak yazı dolduranlardan değilim.
Magazin yazamam, yazsam sizlerden haklı olarak yoğun tepki gelir.

Kokteyllere gidip izlenim yazamam.
Tatil beldelerinden sosyete, manken, zampara, popçu haberleri veremem.
Başkalarını arayıp “Efendim siz bu konuda ne düşünüyorsunuz” diye sormam.
“Falanca bana dedi ki” diye onların bana anlattığını yazıp köşe dolduramam.
Günümün önemli bir bölümü göz nurumu, alın terimi ve emeğimi, gazetecilik bilgi ve deneyimlerimin süzgecinden geçirip okuyarak, öğrenerek, gündemi izleyerek ve yazarak geçer.
Yazılarım biraz uzuncadır!
Bilgisayarın başına oturunca her şey kendiliğinden akmaya başlıyor ve kısa yazamıyorum… Çünkü yazacak o kadar çok şey var ki.
Bu uzunluk konusunu başta gazete yönetimi olmak üzere çeşitli nedenlerle konuştuğum okuyucularıma da çok sordum:
“Daha kısa yazsam acaba daha mı iyi olur?”
Birkaç kişi dışında herkesten, hele okuyuculardan hep aynı yanıtı aldım:
“Uzun olsun, çok daha iyi!”
Aradan tam bir yıl geçti, bir gün olsun izin ve güzel bir gezi yapamadım.
Ahh, para babaları beni de biraz düşünse, büyük işadamları “Emin Bey bizim holdingin beş yıldızlı otellerde geçecek şöyle bir yurtdışı (veya yurtiçi) gezisi var, sizi de bekliyoruz”dese!..
Ama hep bekliyorum, demiyorlar ki!..
Onların yurtiçi ve yurtdışı davetlerine katılacaksın, seni krallar gibi ağırlayacaklar ve sen dönüşte şirketlerini veya kendilerini öven yazılar yazacaksın!..
Pek hoş olurdu yani!
Bir yılda pazartesi yazı günüm değil sadece iki gün yazı yazamadım, onda da şiddetli grip olmuştum, yazacak durumda değildim.
Yani kısacası, bir yıldan bu yana epeyce yorgun düştüm. Şimdi geldik ağustos ayının ortasına.
Neredeyse kış gelecek ve ben henüz bir kez olsun denize girebilmiş değilim.
Kafam yorgun, beynim yorgun.
Kafa yorgunluğu beden yorgunluğuna benzemiyor. Beden yorulduğunda gün boyu yatıp uyursunuz, dinlenir ve kendinize gelirsiniz.
Beyin yorgunluğunda ise bir ortam değişikliği yapmanız ve bu değişiklik boyunca yazı yazmamanız gerekiyor.
Benim anlayışıma ters düşen bir şey daha var:
“Ben tatile giderim, yazılarımı oradan yazarım.”
Tatilde isem yazı yazmam, yazı yazacaksam tatile gitmem.
Benim bir yazıyı bitirmem, gazeteleri okumak dâhil bütün çalışmalarım açısından net altı-yedi saatimi alıyor.
Her yazı bittiğinde eve bitik bir durumda gidiyorum çünkü iş sadece yazı yazmakla da kalmıyor. Önünüze gelen pek çok şeyi okuyacaksınız, konuklarınız olacak, telefon konuşmaları yapacaksınız.
Sevgili okuyucularım, bu yazıyı niçin yazdığımı zaten başlıktan anladınız. Ben bir süre izne çıkıyorum.
Gazetelerde standart bir uygulama vardır. İzin yapacağınız zaman köşenizin altına bir not düşerler:
“Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullanacağından yazılarına bir süre ara vermiştir.”
Bu kadar itici, okuyucuya böylesine saygısız bir ifade olamaz.
Bunu yapmak benim içime sinmez.
Ben her izne çıkışımda sizlerin karşısına yine bir yazıyla çıkıp durumu anlatmayı yeğlerim.
Bu hem sizlere, hem de mesleğime duyduğum saygının bir gereğidir.
İzin döneminde sizleri gerçekten çok özleyeceğim. Hele bazı günler öyle konular olacak ki, “Ah be, Ankara’da olsaydım, şu konuları mutlaka yazsaydım” diyeceğim.
Şimdi belki diyeceksiniz ki “Arkadaş kısa kes de, ne zaman döneceğini yaz!..”
Haklısınız.
Eylül ayının başında yine birlikte olacağız.
Evet, sizleri özleyeceğim.
Sizlerden bir de istirhamım olacak:
Yazılarıma başlayana kadar bana lütfen e-posta, mektup ve faks göndermeyin… Çünkü dönüşte onların yüzlercesi birikiyor ve adam gibi okuyup değerlendirmek mümkün olmuyor.
Sevgili okuyucularım, bana gönderdiğiniz mesajlara değinmişken, sizlere bir konuyu daha iletmek isterim. Bunu burada fırsat buldukça çeşitli zamanlarda yazdım.
Bana gönderdiğiniz her mesajı dikkatle, özenle okuyorum.
Ancak sizlere çoğu zaman yanıt veremiyorum, bir teşekkür bile edemiyorum…
Çünkü bunu yapacak zamanım gerçekten yok.
Bazı iletileri daha sonra yazmak için ayırıyorum ama araya öyle güncel olaylar giriyor ki, inanın unutuyorum!
Bunlar benim içimde çok büyük bir uktedir.
Çok büyük sıkıntılar yaratıyor ama ne yapayım, başka çarem yok.
Bana gönderdiğiniz mesajlardan sık sık yazı konuları çıkıyor ve yazıyorum.
O mesajlar benim ufkumu açıyor ama ne yazık ki size geri dönemiyorum.
Bu konuda sizlerden bir kez daha özür diliyorum ve istirham ediyorum, bu nedenle bana gönül koymayın, kırılıp darılmayın.
Evet efendim, işte böyle!..
Biraz denize gireyim, açık havada falan dolaşıp kafamı boşaltayım.
Hele denize girmeyi çok özledim.
Ben yazılara ara veriyorum ama sizler sakın ola ki Sözcü’ye ara vermeyin. Sözcü giderek yükseliyor, hak ettiği biçimde zirveyi zorluyor.
Eylül başında yeniden birlikte olabilmek umuduyla hoşçakalın sevgili okuyucularım.
Emin Çölaşan’ın son notu:
“Bak Tayyip, ben izinden dönene kadar Esad’ı devirdin devirdin! İşte sana üç hafta süre. Ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin. Eğer deviremezsen yazıklar olsun senin dünya liderliğine (!), şanına şöhretine, bastığın o havalara.”

Yorum Gönder

3Yorumlar
  1. bu ne biçim yazı

    YanıtlaSil
  2. tam yazı helalolsun EMİN aynen öyle hiç olmamış gibi kabuledelim devekuşu gibi kafamızı toprağa gömelim.

    YanıtlaSil
Yorum Gönder