Çağdaş’la iki gün!


Geçtiğimiz perşembe günü hapishanedeydim... Dün de adliyede!

Çağdaş için!

Muhabirimiz Çağdas Ulus aylardır Maltepe Cezaevi‘nde...

Israrla istediğim görüşme iznini nihayet geçtiğimiz perşembe günü alabildim ve başarılı avukat Hüseyin Ersöz ile cezaevi yollarına düştüm.

Yasa gereği, birinci derecede akraba olmayanlar savcılık izniyle ancak “kapalı görüşme” yapabiliyor!

Cezaevi kapısında kayıt işlemim bitti, retina taramam yapıldı, tepeden tırnağa arandım.

İçeriye hiçbir şey sokamıyorsunuz!

Parayı, cüzdanı, anahtarlığı bırakın; cebinizdeki buruşuk bir alışveriş fişine bile izin yok...

***


Çağdaş‘ın kaldığı binanın girişinde gözlerimi bir alete yerleştirdim, turnike kapı açıldı...

Aynı gün, üst katta “açık görüş” de varmış; aileler için...

İnfaz memuru beni ailelerle karıştırdı ve açık görüş alanına aldı! Ben de Çağdaş‘la karşılıklı oturup çay içebileceğimizi düşünerek bayağı bir keyiflendim!

Benim dışımda, herkesin beklediği geldi! Sarıldılar, kucaklaştılar...

Yarım saatten fazla bekledikten sonra görevli memurlara, Çağdaş‘ın neden gelmediğini sordum.

“Yanlış yerde bekliyorsunuz, alt kata ineceksiniz... Sizinki kapalı görüşme” dedi biri...

Sonra daha önce sadece filmlerde gördüğüm camlı ve tel örgülü hücreye girdim. Beton zemin ıslaktı, belli ki yeni yıkanmış...

On beş dakikaya yakın da orada bekledim. Sonra camın ve tel örgünün arkasında Çağdaş belirdi.

O benden tecrübeli, hemen kendi bölmesindeki ahizeyi alıp kulağına götürdü. Benim bön bön baktığımı görünce işaret etti, ben de aynı şeyi yaptım...

***


Hemen belirteyim, çakı gibi!

Geleceğimden haberi bile yoktu, yine de iki dirhem bir çekirdekti... Gardiyanlar geldiğimi haber verince şaşırmış, sevinmiş...

Nasıl saygılı, nasıl kibar ve gülmeye çalışan dudaklarına karşın nasıl da üzgün!

Sonrası yine filmlerden aşina olduğumuz diyaloglar:

“Dik dur...”

“Merak etme abi...”

“Az kaldı, sık dişini... Bir yol kazasına uğradın, bizim meslekte olur bu!”

Bu son söylediğim, bana bile trajikomik geldi...

Tamam bizim meslekte olur da... Neden oluyor!

Neden yüz yıldır gazeteciler, yazarlar, aydınlar, hep yol kazasına uğruyor?

İyi ki bu soruyu sormadı Çağdaş...

Verecek yanıtım yoktu çünkü!

Ellerimizi karşılıklı olarak aramızdaki cama dayadık, vedalaştık...

O kadar küçüktü ki henüz; onu orada bırakırken, kalbim sızladı!

***


Dün ilk duruşması vardı Çağdaş‘ın...

KCK‘nın medya ayağı kapsamında açılan davanın sanıkları arasındaydı.

Bu kez sabahın dokuzunda Çağlayan‘daki adliyedeydik avukatı Hüseyin‘le...

Onda başlaması gereken duruşma on bire sarktı...

Önce avukatlar alındı duruşma salonunun bulunduğu koridora, sonra BDP‘li vekiller... Nedense hepsi gülümsüyordu!

Tutuklu yakınları ve gazeteciler ise tam on bire kadar bekletildi.

Neden?

“Bize sormayın, Başkan Bey’in talimatı!”

***


Kavga gürültü, itiş kakış geçtim turnikeden...

Salonun kapıları açılmış, benden önce girenler sanık sandalyesinde oturan gençlere geldiklerini duyurmak ve kendilerini göstermek için çırpınıp duruyordu.

Tam otuz altı genç vardı sanık sandalyelerinde... Arkada olduğum için iyi göremedim ama bizim Çağdaş, galiba önden ikinci sıranın sağ başına oturmuştu... Bir ara arkasını döndü ve göz göze geldik... Ayağa kalkıp, elini salladı, gülümsedi...

***


Sonrası yine kaos...

Mahkeme Başkanı sözüm ona mikrofondan konuşuyordu ama sesi, bulunduğum arka sıralardan duyulmuyordu...

“Herkes otursun” diyordu ama oturacak yer kalmadığının bile farkında değildi...

Ve kızıp, oturuma 15 dakika ara veriyordu...

Sonrası... Protesto alkışları ve sloganlar!

***


Biraz daha bekledim, içeriden haber geldi sonunda:

“Duruşma on üçe ertelendi...”

Koşar adam çıktım; yüzlerce milyon dolara mal olan adliye sarayından!

Kafamda o anda tek şey vardı:

“Allah’ım bu çocuk bu hengâmede nasıl ‘adil bir şekilde’ yargılanacak ve suçsuzluğunu kanıtlayacak?”

***


Yüzlerce milyon dolar harcayıp modern adliye sarayları yapabilirsiniz... Parayı bastırıp, yüzlerce kişilik özel güvenlik orduları da kurabilirsiniz...

Ama dün gördük ki; “kafa” değişmedikçe, “curcuna” bitmiyor...

“Curcuna”nın hâkim olduğu bir ortamda, dağıtılacak adaletin sağlığını da varın siz düşün!

***


Hadi Çağdaş...

İki kez geldim peşinden... Sıra sende...

Çayları söylüyorum, çok bekletme!

*****


GÜNÜN SORUSU

Başbakan önceki gün yine kendisi gibi düşünmeyenleri “şerefsiz” ilan eden bir konuşma yaptı. Sözü Beytüşşebap’taki çatışmada öldürülen PKK‘lının cenazesi taşınırken, askeri lojmanlarda indirilen Türk bayrağına getirdi: “Birkaç erimiz bayrağımızı korumak niyetiyle oradan alıyorlar, hepsi bu... Bunu başka türlü yorumlamak alçaklıktır!”

Sorum kendisine:

Bayrak, toplanarak mı korunur?

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)