Atatürk Millî Mücadele Öncesi Dönemi Cepheler

Doğu Cephesi

Doğu Cephesi'ndeki savaşlar, Rusların 1 Kasım 1914'te saldırıya geçmeleriyle başlamıştır. Rusların bu saldırıları başarıyla durdurulduktan sonra, kesin sonuç almak amacıyla harekete geçilmiştir.

Doğu Cephesi'ndeki Makineli Tüfek Birliği-1915

Bizzat Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın komuta ettiği, 22 Aralık 1914 - 15 Ocak 1915 tarihleri arasında cereyan eden Sarıkamış Muharebeleri’nde Türk Ordusunun uyguladığı plan, bir kolorduyla düşmanın cepheden tespitini, iki kolorduyla kuzey kanadından kuşatılarak düşman cephesinin 30-35 km kadar gerisindeki Sarıkamış’ın ele geçirilmesiyle büyük düşman kuvvetlerinin imhasını öngörüyordu.

Tamamen karlarla kaplı, çok yüksek dağlık ve yolsuz bir arazide o günün koşulları altında yapılan bu harekât çok zor idi. Özellikle 10’uncu Kolordu birlikleri, Allahuekber Dağları’nı aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle gerek personel gerekse mevcut silahlar yönünden büyük zayiat vermiştir. Nitekim Türk kuvvetlerinin büyük bir bölümü soğuktan donarak şehit olmuştur. Sarıkamış’a girebilen kuvvetler de Ruslar tarafından geri atılmıştır. Bu başarısızlık karşısında Enver Paşa, 10 Ocak 1915’te 3’üncü Ordu Komutanlığını, Hafız Hakkı Paşa’ya devrederek İstanbul’a dönmüştür.

Rus Birliklerinin Doğudaki İlerleyişleri -1916

Rus ordusu aynı yılın ilkbaharında (Mayıs 1915) Malazgirt ve Van'ı ele geçirmiştir. Sarıkamış Harekatı ordunun bu cephedeki durumunu sarsmış, Karadeniz'deki Rus donanması, deniz ulaşımını engellediğinden Kafkas Cephesi'nin yeterince takviye edilmesi mümkün olmamıştır.

Ruslar, Ocak 1916'da tekrar saldırıya geçmişler, Batı cephelerinden ayırdıkları bir kolordu civarındaki kuvveti, denizden Doğu Karadeniz kıyılarına çıkarmışlardır. Karadeniz'deki limanlarımızda yeterli tahkimatın yapılmayışından yararlanmışlardır. Ruslar bu saldırıyla içte Muş, Erzurum ve Erzincan'ı, kıyı kesiminde de Trabzon'un batısındaki Harşit Çayı'na kadar olan toprakları işgal etmişlerdir.

Böylece Doğu Cephesi'nde savunma stratejisi yerine taarruz stratejisinin uygulanması başarılı olmamış, doğudaki Türk topraklarının geniş bir bölümünde iki yıl kadar sürecek olan Rus işgali başlamıştır. İşgal nedeniyle sadece Trabzon ve yöresinden yüz binlerce kişi göç etmek zorunda kalmıştır. Diğer yandan Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 16’ncı Kolordu Birlikleri 6 Ağustos 1916'da Rusların 4’üncü Kolordusunu yenerek Muş’u, 8 Ağustos'ta da Bitlis’i kurtarmışlardır. 1917’de Rusya’da ihtilalin patlak vermesi üzerine Rusya savaştan çekilmiş, kendi iç meseleleri ile uğraşmaya başlamıştır. Rusların yerini alan Ermeni çetelerinin saldırıları karşısında Mart 1918’de Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Kafkas Kolorduları tarafından Erzincan ve Erzurum (12 Mart 1918) kurtarılmıştır. 3 Mart 1918 Brest-Litovsk Anlaşması ile Osmanlı Devleti doğuda Rus işgali altındaki bölgeleri kurtarmıştır. 93 Harbi’nden itibaren Rus işgalinde bulunan Kars, Ardahan ve Batum’u geri almakla kalmayıp, Kafkasya içlerine ilerleyerek geçici bir süre de olsa Bakü’yü alan Osmanlı ordusu Hazar Denizi kıyılarına ulaşmıştır. Bölgede yeterli alt yapının olmayışı (ikmal ve ulaşım) bu cephede büyük sıkıntıların yaşanmasına neden olmuştur.

Irak Cephesi

İngilizlerin daha savaş başlamadan asker yığmaya başladığı cephe, Hint deniz yolunun güvenliğini sağlama ve petrol potansiyeli bakımlarından önemlidir. İngilizler buradan hareketle, müttefikleri Rusya ile birleşme ümidi taşımışlardır. Bölgede daha ziyade Arap kabilelerine güvenilerek az sayıda Türk askeri bulundurulmuştur. Ancak İngilizler de bazı Arap aşiretleri ile Osmanlı Devleti'ne karşı faaliyet için anlaşmışlardır. 22 Kasım 1914’te Basra’yı aldıktan sonra ileri harekata geçerek 23 Kasım'da Kurna'ya girmiş, 9 Aralık’ta hakimiyetini sağlamış İngilizlere karşı, Türk komuta kademesinin bölgeyle ilgili yeterli teknik dokümana sahip olmaması bir zafiyet yaratmıştır. Burada Yarbay Süleyman Askerî Bey, ön plana çıkıp mahalli gönüllü kuvvetlerle bir netice almaya çalışmıştır. İngilizlere karşı başlangıçta mevzii başarıları kazanan Osmanlı kuvvetleri 14 Nisan’dan başlamak üzere arka arkaya yenilgiler almıştır. İngilizler, 21 Mayıs’ta Amara, 25 Temmuz’da Nasıriye ve 28 Eylül’de Kut'ül-Ammare’yi almışlardır. 22 Kasım’da Selman-ı Pâk Muharebeleri'nde büyük bir başarı gösteren Osmanlı kuvvetleri Kut'ül-Ammare’de İngiliz kuvvetlerini kuşatmışlardır.

Kut'ül-Ammare’deki Türk Ordugâhı-1915

Eylül 1915’te Kut'ül-Ammare’ye yerleşmiş olan İngiliz kuvvetleri, 29 Nisan 1916’da komutanları General Townshend ile birlikte esir alınmıştır. Ancak bu gelişmelere rağmen Bağdat üzerine yürümek için sürekli asker ve mühimmat yığmak ile meşgul olan İngilizler Şattü’l Arab’ı kullanarak 13 Aralık 1916’da ileri harekata başlamışlardır. 11 Mart 1917'de Bağdat’ı ele geçirmek suretiyle de cephenin en etkili sonucunu almışlardır. 1917 yılı içerisinde başka ciddi saldırıda bulunmayan İngilizler, 30 Ekim 1918'de mütarekenin imzalanmasından sonra 3 Kasım’da Musul’u işgal etmişlerdir.

Kafkaslar’da soğuk altında yaşamını kaybeden Türk askeri, Irak Cephesi’nde sıcak ve koleradan dolayı kayıplar vermiştir. İlaç ve cephane eksikliği kuvvetlerin azmini kırarken İngilizlerin bağımsızlık vaatlerine ve altınlarına kanan pek çok Arap kabilelerinin hesapta olmayan saf değiştirmeleri cephenin kaderini tayin eden faktörlerden biri olmuştur.

Kut'ül-Ammare’de esir alınan İngiliz birlikleri içindeki Hintli askerler
cephe gerisine gönderiliyorken-1916


Çanakkale Cephesi

Birinci Dünya Savaşı'nda; Osmanlı Devleti’nin, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmeye ve İstanbul'u işgal etmeye yönelik İngiliz-Fransız ortak harekâtına karşı yürüttüğü Çanakkale Muharebeleri, dünya tarihinde ender rastlanan deniz ve kara savaşlarından biridir. Siyasi açıdan, birçok emelin, ihtirasın, idealin düğümlendiği; askerî açıdan, insan gücünün, azminin, inancının yanı sıra, alet, edevat ve teçhizatının yeterince denge kuramadığı; vatanını savunanlarla istilaya gelenlerin çarpıştığı; yarım milyonun üzerinde insan zayiatının olduğu ve sonuçları itibariyle de, geçmişte olduğu gibi, bir çok yanlış hesabın suya düştüğü bir savaştır. İtilaf devletlerinin deniz harekâtı 19 Şubat 1915'te başlamıştır. 17 Mart 1915'e kadar düşman gemileri Türk tabyalarını top ateşine tutmuş, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açmıştır. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu harekatın kolay olmadığını göstermiştir. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememiştir. Hava şartlarının düzelmesi ile birlikte yeni saldırılar düzenlenmiş, yine sonuç alınamayınca düşman gemilerine komuta eden Amiral Sackville Carden görevden alınmıştır. Yerine 17 Mart 1915 günü Amiral John Michael de Robeck atanmıştır. Yeni komutan, 18 Mart 1915 günü donanmayla Boğaz'a saldıracağını, yakında İstanbul'da olacağını Londra'ya bildirmiştir. İtilaf devletlerinin deniz harekâtı ile başlayan taarruzları karşısında Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa, 8 Mart sabah saat 05.00'ten itibaren Erenköy Koyu'na mayın hattı döşenmesi emrini vermiştir. Aldığı emir gereği Binbaşı Nazmi Bey, Nusret Mayın gemisi ile o gece yirmi altı mayını Erenköy Koyu'na on birinci hat olarak döşemiştir. Boğaz'daki mayın sayısı on bir hat olarak 400'ü aşmıştır. Nitekim alınan bu tedbirler 18 Mart 1915'te başlayacak harekatta kendini göstermiştir. 18 Mart 1915’te İngiliz ve Fransızlara ait savaş gemileri Amiral John Michael de Robeck komutasında iki hat hâlinde Boğaz’ı geçmek için harekete geçmiştir. Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlardan habersiz olan gemiler, Türk tabyalarının etkili atışları ve mayınlar nedeni ile yara almaya başlamışlardır. Türk savunmasının büyük direnişiyle, akşama doğru müttefik donanması boğazı geçemeyeceğini anlayarak geri dönmek zorunda kalmıştır. İtilaf devletleri, Çanakkale Boğazı'nı denizden aşmayı başaramayınca, bu kez hedefine kara yoluyla ulaşmayı denemiştir. İtilaf devletlerinin planına göre; Kuzey Çıkarma Grubu’nu oluşturan Anzak (ANZAC=Australia And New Zealand Army Corps = Avusturalya ve Yeni Zelanda Kolordusu) Kolordusu kuzeyde Kabatepe bölgesine, Güney Çıkarma Grubu ise Seddülbahir bölgesine çıkarılacaktı. Planlar, asıl taarruz güneyde olacak şekilde hazırlanmıştı. Türk savunmasının güney kanadını tespit maksadı ile bir Fransız tugayı Kumkale bölgesine çıkarma yapacaktı.

Gelibolu, Çanakkale-1915

İtilaf devletlerinin planı Gelibolu müstahkem mevkiine kısa sürede el koyarak, donanmayı savunmasız bir boğazdan geçirme ve İstanbul'a ulaşma düşüncesine dayanıyordu. 26 Mart 1915'te kurulan 5'inci Ordu’ya komutan olarak atanan general Liman von Sanders, Türk savunmasının esasını teşkil eden "düşmanın çıkmasına izin vermeden imhasını sağlama" şeklindeki ana fikri terk ederek, "kıyılarda nispeten zayıf kuvvetlerle düşmanı karşılama, derinlikte güçlü ihtiyatlarla imha" ana fikrini benimsemişti. Böylece düşmanın, 25 Nisan 1915'te giriştiği çıkarma harekatıyla kara muharebeleri başlamıştır. İtilaf kuvvetleri, sekiz ayı aşkın bir süre, devam eden kara muharebelerinde de başarılı olamamışlardır.

Gelibolu, Çanakkale-1915

Bu kez Mehmetçiğin azmi ve genç bir komutanın askeri dehasının yarattığı strateji ile karşılaşmıştır. 

Gelibolu, Çanakkale-1915

Churchill'in "kaderin adamı" olarak nitelendirdiği 19'uncu Tümen Komutanı Mustafa Kemal aynı gün, kolordu ve ordu komutanlarının emirlerini beklemeden 57'nci Alayı ileri sürerek Conkbayırı ve Kocaçimen tepelerine yaklaşmakta olan Anzak Kolordusunu geriye sürmüştür. Kolordunun ele geçirdiği bütün önemli noktaları geri almıştır. İngiliz Harp Tarihi’ni kaleme alan General Aspinall Oglander, Mustafa Kemal’in bu girişimini şu sözlerle anlatmaktadır: “19’uncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in 25 Nisan 1915’te Arıburnu bölgesindeki durumu derhâl kavramış olması ve inisiyatifini kullanarak 57’nci Alayla yapmış olduğu taarruz, Çanakkale Savaşı’nın sonucunu tayin etmiştir. Bir tümen komutanının kendi inisiyatifi ile giriştiği hareketler sonucu, bir savaşın ve hatta bir ulusun kaderini değiştirecek büyüklükte bir zafer kazandığı, tarihte pek az görülür.” Ağustos ayına gelindiğinde İtilaf devletleri ikinci bir taarruz dalgası ile Conkbayırı-Kocaçimentepe hattını ele geçirmek istemiştir. Bunun üzerine Anafartalar Grup Komutanlığı görevi ile bu bölgedeki tüm birliklerin komutasını üzerine alan Albay Mustafa Kemal düşman taarruzuna karşı koymaya başlamıştır. 9 Ağustos 1915'te Kocaçimentepe, Conkbayırı, Kanlısırt bölgelerinde çok şiddetli çarpışmalar yaşanmış ve bu çarpışmalar sonucunda Birinci Anafartalar Zaferi kazanılmıştır. 10 Ağustos 1915'teki Conkbayırı taarruzunda bir şarapnel parçası Mustafa Kemal'in göğsünün sağ tarafına çarparak cebindeki saati parçalamış ve göğsünde bir kan lekesi bırakmıştır. Çanakkale Cephesi'ndeki kara muharebeleri İngilizlerin 19/20 Aralık 1915 gecesi Arıburnu ve Anafartalar, 8/9 Ocak gecesi de Seddülbahir bölgelerini boşaltmalarıyla son bulmuştur.

Çanakkale Muharebeleri'nin Türk Tarihindeki Yeri ve Önemi

Deniz ve kara muharebelerinden oluşan Çanakkale Muharebeleri sonuçları ve bugüne dek ulaşan etkileri açısından, Türk tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Bu sonuç ve etkileri şu başlıklar altında toplayabiliriz:

Ağır sonuçları olan Balkan Savaşları'ndan yeni çıkmış ülke, 1915’te Çanakkale’de bir kahramanlık destanı sergilemiştir. Çanakkale’de Mehmetçiğin gerçekleştirdiği başarılar, ulusun moralini güçlendirmiş ve koşullar ne denli olumsuz olursa olsun, başarılı olunabileceği yolunda inanç ve güven tazelemesine yol açmıştır. Bu yönüyle Çanakkale, modern Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde çok önemli bir dönemeç teşkil etmiştir. O dönemin yayınları incelendiğinde, millî duyguların nasıl güçlenip coştuğu açıkça görülebilmektedir

Çanakkale aynı zamanda, Mustafa Kemal’in, Türk tarihinde ilk kez doğduğu ve parladığı yerdir. Ulus onu ilk kez Arıburnu, Conkbayırı ve Anafartalar’da üstün bir komutan, mucizeler yaratan bir lider olarak tanımıştır. Aynı şekilde Mustafa Kemal de orada, kahraman Türk askerini çok yakından tanımış ve onunla neler başarabileceğini görmüştür. Bu karşılıklı tanıma ve güvenme, 1919-1922 arası gerçekleşen, Millî Mücadele’nin çok önemli bir temel taşını oluşturmuştur.

Orada kaybettiğimiz Harbiyeli, Mülkiyeli, Tıbbiyeli ya da Sultanili, yetişmiş aydının eksikliği, hep duyulmuştur. Özellikle 1923-1938 arası gerçekleştireceğimiz ATATÜRK önderliğindeki devrimler sırasında, yetişmiş insan ve aydın eksikliği her alanda hissedilmiştir.

Çanakkale kara muharebeleri süresince Türk askerinin sergilediği mertlik, dürüstlük ve yardımseverlik gibi bilinen insanî özellikleri, onun bir kez daha düşmanlarınca takdir edilip övülmesine neden olmuştur. Yaralı Anzak askerlerine su verip, yarasını sarması, zehirli gaz kullanılmaması ve savaş kurallarına titizlikle uyulması, Türklerle, Avustralyalı ve Yeni Zelândalılar arasında ilginç bir dostluk oluşmasına yol açmıştır.

Galiçya Cephesi

Başkomutan Vekili Enver Paşa Budapeşte’de-1916

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Avusturya-Macaristan'ın bir eyaleti olan Galiçya’ya gönderilen 15’inci Türk Kolordusu, ilk defa yurt dışında, müttefik devletlerin komutanları emrinde savaş görevi yapan birlik olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’nın çıkışından yaklaşık iki yıl sonra Ruslar, Brossilov taarruzuyla (4 Haziran 1916) Avusturya-Macaristan ordusuna ağır bir darbe indirmiş ve 100.000’den fazla esir almıştır. Bu gelişme üzerine Almanlar, mevcut kuvvetlerinin yanı sıra Osmanlı Devleti’nden de kuvvet talebinde bulunmuş; Osmanlı Devleti de Çanakkale Boğazı’nı savunmakla görevli 19 ve 20’nci Tümenlerden oluşan 15 nci Kolordu’yu, 23 Temmuz-11 Ağustos 1916 tarihleri arasında Galiçya’ya hareket ettirmiştir.

18 Mart 1916’da 15’inci Kolordu Komutanı olarak Kur.Alb. Yakup Şevki (Subaşı) Bey, 18 Kasım 1916’da ise Cevat (Çobanlı) Paşa görev yapmıştır.

15’inci Kolordu, 22 Ağustostan itibaren Alman Güney Ordusu’nun savunma cephesinde Alman Hofmann Kolordusu’yla 1’inci Bavyera İhtiyat Tümeni arasında 20 km.lik bir cephenin savunma sorumluluğunu üzerine almıştır.

Galiçya Cephesi'ndeki Türk Subayları-1916

31 Ağustos'ta Alman Güney Ordusuna Rus birliklerinin taarruzu başlamıştır. Türk birlikleri bu mevzide başarılı savunma yapmalarına rağmen Güney Ordusu’ndan aldığı emirle, 6 Eylül günü geri çekilmiş, 20’nci Tümen büyük zayiat vermiştir.

16-17 Eylül muharebelerinde; dört tümenle ve her seferinde taze birliklerle taarruz eden Rus birlikleri zayiat vererek geri çekilmiş, 15’inci Kolordu da önemli zayiat vermesine rağmen Zlotalipa ve Narajovka vadileri arasındaki mevzileri, kahramanca savunup ordu cephesinin yarılmasını önlemiştir.

24 Eylül günü, Rus kuvvetlerinin 421 Rakımlı tepenin doğu eteklerindeki birinci hat siperlerini ele geçirmesine rağmen Türk birlikleri tarafından yapılan karşı taarruzla Rus alayları adeta erimiş, mevziiler geri alınmıştır.

Ruslar, Ekim, Kasım ve Aralık aylarında taarruzlarını tekrarlamışlar ancak başarı elde edememişlerdir. 1917 Bolşevik İhtilali ile Rus ordusu muharebe gücünü yitirmeye başlamıştır.

19’uncu Tümen Haziran 1917’de, 20’nci Tümen ise 11 Eylül 1917’de İstanbul’a dönmüştür. 15’inci Kolordu’nun tamamen dönmesinden sonra Galiçya harekâtı devam etmiştir.

Romanya Cephesi

Romanya, 17 Ağustos 1916’da bir antlaşma imzalayarak İtilaf Devletleri'nin yanında savaşa girmiş ve 27 Ağustos’ta Avusturya’ya saldırmıştır. Bunun üzerine İttifak Devletleri Romanya’ya savaş açmıştır. Alman Başkomutanlığında yapılan toplantıdan sonra 23 Tümenlik bir kuvvetle İttifak Devletleri Romanya’ya taarruz etmiştir. Bu kuvvet içinde Türklerin 6’ıncı Kolordu’ya mensup 15, 25 ve 26’ncı Tümenleri bulunuyordu. General von Mackensen’in komutasındaki müttefik ordu, 1917 Ocak ayının ilk haftasına kadar bütün Romanya’yı ele geçirmiştir. Türk tümenleri bu harekatta büyük başarı göstermiştir. 6’ncı Kolordunun 26’ıncı Tümeni 1917 yılı ortalarında Filistin’e kaydırılmış, 25'inci Tümen Aralık 1917'de İstanbul'a dönmüş, 15'inci Tümen ise Haziran 1918'de Köstence'den vapurla Batum'a taşınmıştır.

Makedonya Cephesi

Sırbistan’ın İttifak devletlerince işgali tehlikesi belirince bir Fransız tümeni Çanakkale’den getirilerek, 5 Ekim 1915’de Selanik’te karaya çıkarılmıştır. Bir İngiliz tümeniyle bir Fransız tugayı da daha sonra bu birliğe katılmıştır. Böylece Makedonya Cephesi açılmıştır. Osmanlı Devleti’nin 20’nci Kolordusu (50'inci ve 46'ncı Tümen) ile birtakım Alman ve Bulgar birlikleri İngiliz ve Fransızların karşısında yer almıştır. Eylül 1916'da İtilaf devletlerinin Makedonya Cephesi'ndeki kuvveti 15 tümene çıkmıştır. Cephedeki küçük taarruzların yanında en önemli olay, 11 Aralık 1916’da Manastır’ın İtilaf devletlerinin eline geçmesidir. 1917 yılı küçük muharebelerle geçmiş, Türk kuvvetleri Kavala-Serez hattında savaşmıştır. 20'nci Kolordu (50'nci Tümen hariç) Nisan 1917'de 50'nci Tümen ise Haziran 1917'de yurda dönmüştür. 27 Haziran 1917’de Yunanistan İtilaf devletleri safında savaşa girmiştir. 29 Mayıs 1918’de İngiliz, Fransız, Yunan ve Sırp kuvvetleri büyük bir taarruz başlatmıştır. Bu taarruz neticesinde Bulgar ordusu yenilmiştir. 29 Eylül 1918’de Bulgaristan mütareke imzalayıp savaştan çekilerek, topraklarından İtilaf güçlerinin geçmesine izin vermiştir. İtilaf devletleri üç koldan Balkanlar'da ilerlemeye başlamışlardır. Bu kollardan biri İstanbul’u hedef almıştır. 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kalarak savaştan çekilmiştir.

Hicaz-Asir-Yemen Cephesi

Hicaz Kuvve-i Seferiye Komutanı Fahrettin (Türkan) Paşa ve Emir Ali Haydar 
Türk-Arap Birliğini Denetliyor, Medine-1917

Birinci Dünya Savaşı'nda Türk halkının vicdanında en derin etkileri yaratan cephelerden birisi de Hicaz-Asir-Yemen Cephesi'dir. İngilizler, 1880'lerden itibaren, halifeliğin Arapların hakkı olduğunu ve onların Osmanlı'dan ayrı kendi himayesinde kurulacak devletlerini destekleyeceklerini telkin etmişlerdir. Bu propagandaların yanı sıra bilhassa XX. yüzyıl başlarında Trablusgarp ve Balkan Savaşları'na maruz kalması, Arap coğrafyasında hareketlenmelere neden olmuştur. Bu yüzden bu cephedeki mücadeleler, İngilizlerin kışkırttığı asi kabile şeflerine ve Mekke Şerifı'ne karşı yapılan muharebelerden oluşmaktadır.

Osmanlı yönetiminin ilan ettiği "cihad" büyük ümitler beslenmesine rağmen ancak İbn-i Reşid (Şammar), Yemen'de Seyyid Yahya ve Libya'da Sunusîler arasında ilgi görmüştür. Ancak öteden beri Osmanlı Devleti'ne karşı olumsuz tutumlarıyla tanınan Şerif Hüseyin (Hicaz), Seyyid İdris (Asir), İbn Suud (Şammar) kendilerini çeşitli vesilelerle İngilizlerle birlikte hareket etmeye hazırlamışlardır.

Mekke Şerifi Hüseyin savaş başladığında Osmanlı Devleti'ne bağlı kalacağını belirtmiş olmasına rağmen, 10 Temmuz 1916 tarihli bildirisi ile Osmanlı Devleti'ne isyan etmiştir. Bu sırada bölgede toplam dört Osmanlı Tümeni (Hicaz'da 22. Piyade, Asir'de 21'inci Piyade, San'a da 40'ıncı Piyade, Yemen'de 39'uncu Piyade Tümenleri ile 7'nci Kolordu Karargâhı ve Medine'de Muhafız Komutanlığı) vardır. Şerif Hüseyin'in daha önce Medine, Cidde, Mekke ve Taif'e saldırılarda bulunmasıyla yaratılan fiilî savaş durumu (9-12 Haziran 1916) karşısında Temmuz sonu ve Ağustos ortalarına kadar alınan tedbirler başarılı olmuştur. Ancak Şerif Hüseyin Güney Hicaz'da yardımsız kalan Cidde'yi 16 Haziran, Mekke'yi 9 Temmuz ve Taif’i de 22 Eylül 1916'de ele geçirmiştir. Bu başarıda önemli ölçüde İngiliz desteği bulunmaktadır.

İngilizler bölgedeki Türk varlığının tek ulaşım vasıtası olan Hicaz demiryolunu kesmek amacıyla Fransızlarla birlikte Araplara destek vermişlerdir. İngiliz donanmasının 23 Ocak 1917'de başlattığı bombardıman sonucu, 26 Ocak 1917'de Vech liman şehri, 6 Temmuz 1917'de Akabe üssü Arapların kontrolüne geçmiştir. Bilhassa meşhur İngiliz ajanı Lawrence'in yönetiminde Maan-Medine demiryoluna yapılan saldırılar, Hicaz Kuvve-i Seferiye Komutanı Fahreddin (Türkkan) Paşa'nın, muhteşem Medine müdafaasını çökertmeye kafi gelmemiştir. İngilizlerin Nablus yarmasından sonra Filistin Cephesi'ndeki Türk Kuvvetlerinin Halep bölgesine çekilmek zorunda kalması üzerine Medine'de mahsur kalan Türk birlikleriyle irtibatı kesilen Fahrettin Paşa 13 Ocak 1919'a kadar direnmiş ancak bu tarihte mütarekeyi tebliğ eden heyetin gelmesiyle Medine'yi teslim ederek esir düşmüştür. Fahrettin Paşa, Medine müdafaası sebebiyle "Çöl Kaplanı" olarak anılmış, Mondros Mütarekesi gereğince bölge tamamen boşaltılarak Türk askerleri çekilmiştir.

Sina-Filistin-Suriye Cephesi

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin savaştığı cephelerden biri de Sina-Filistin-Suriye Cephesi’dir. Buradaki askerî harekatlar; Birinci Kanal Seferi (28 Ocak-3 Şubat 1915), İkinci Kanal Seferi (27 Temmuz- 5 Ağustos 1916) ve Osmanlı ordusuna karşı gerçekleştirilen İngiliz genel karşı taarruzundan (31 Ekim 1917-30 Ekim 1918) meydana gelmektedir.

Alman Başkomutanlığı, Süveyş Kanalı’nı ele geçirerek İngiltere’nin Hindistan ile irtibatını kesmek ve böylece İngilizlerin, Hindistan’dan getirecekleri askerlerle Avrupa cephesini takviye etmelerine engel olmak amacındaydı. Enver Paşa da Mısır’ı tekrar etki altına almak suretiyle Müslüman dünyasındaki saygınlıklarını artıracaklarını umuyordu.

Kanal harekâtı için Suriye’de bulunan 4’üncü Ordu görevlendirilmiş, komutanlığına Bahriye Nazırı Cemal Paşa atanarak, 6 Aralık 1914’te göreve başlamak için Şam’a gitmiştir. Başarısızlıkla sonuçlanan Birinci Kanal Seferi’nde 4’üncü Ordu birlikleri Sina Çölü’nü boşaltarak Gazze-Birüssebi-Maan hattına çekilmiştir. Kanal’a ikinci kez yapılan Türk taarruz girişimi de başarısızlıkla sonuçlanmış, 14 Ağustos 1916’da Türk birlikleri el-Ariş’te toplanmıştır. Tüm bu gelişmeler, İngilizleri, Kanal’ın doğusuna geçerek Sina-Filistin’i ele geçirmeye hatta bütün Suriye’yi işgal etmeye yöneltmiştir.

22 Aralık 1916’da başlayan genel karşı taarruz ile İngilizler, el-Ariş’i ele geçirmiş, Türk birlikleri ise Gazze-Şeria-Birüssebi hattında savunma için Sina Çölü’nden tamamen çekilmiştir. Bu mevzie karşı İngilizler taarruza geçmiş, Birinci Gazze (26 Mart 1917) Muharebesi’nde Türklerin direnişleri karşısında çok ağır kayıplar vererek geri çekilmişlerdir. İkinci Gazze Muharebesi (19 Nisan 1917)’nde İngilizler, donanmanın da desteğinde ve daha geniş bir cepheyle taarruzlarını yinelemişlerse de başarı sağlayamayarak geri çekilmişlerdir.

Gazze muharebelerinden kısa bir süre önce Bağdat’ın İngilizler tarafından işgali (11 Mart 1917), İngilizlerin etkilerini artırmalarını sağlamış, Arap ülkelerinde ise Türklere olan güveni azaltmış ve Arap ayaklanmaları baş göstermiştir.

31 Ekim 1917’de İngilizler Gazze-Birüssebi hattına taarruza geçmiş, Üçüncü Gazze Muharebesi olarak anılan bu muharebede Türk mevzileri yarılmıştır (7 Kasım 1917). Türk birlikleri Kudüs-Yafa hattına çekildiyse de İngiliz taarruzlarını durdurmak mümkün olmamıştır. 9 Aralık 1917’de Kudüs düşmüş, Türk birlikleri Kudüs’ün kuzeyine çekilmek zorunda kalmıştır. Bunun üzerine Yıldırım Ordular Grubu Komutanı General Falkenhayn görevden alınarak yerine Liman von Sanders atanmış ve Türk kuvvetleri yeniden teşkilatlandırılmıştır. Yafa ile Lut Gölü arasındaki mevzide kuvvetler tertiplenmiştir.

19 Eylül 1918’de taarruza geçen İngilizler, Nablus Meydan Muharebesi’nde bu cepheyi yarmış, 20 Eylülde İngiliz Süvarisi Nasıra’daki Yıldırım Orduları Grubu karargâhına kadar girmiştir. 21 Eylül'de Ordular Grubu Komutanı Der’a’ya çekilme kararı vermiştir.

7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, düşman süvarisini Bisan’da durdurmayı başarmış, böylece Türk kuvvetlerinin Şeria Nehri doğusuna geçişini güvence altına almıştır. 1 Ekim’de Şam’ın düşmesi ile beraber Liman von Sanders komutayı Mustafa Kemal Paşa’ya bırakarak karargâhıyla Adana’ya çekilmiş; 25 Ekimde Halep, İngiliz ve Arap kuvvetlerinin eline geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın, emrindeki kuvvetlerle İskenderun-Cerablus mevzisinde (Bu hat Türk İstiklal Harbi sırasında millî sınır olarak kabul edilmiştir) İngiliz taarruzlarını durdurmaya çalıştığı günlerde Mondros Mütarekesi imzalanmıştır.

Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti Açısından Sonuçları

Birinci Dünya Savaşı; Almanya, Avusturya - Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti’nin içinde yer aldığı İttifak devletlerinin yenilgiyi kabul etmesiyle sonuçlanmıştır. Savaşın yol açtığı acılar galip olsun, mağlûp olsun katılan tüm devletleri olumsuz olarak etkilemiştir.

Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de İtilaf devletleri ile Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalamıştır. Yabancı devletler, bu anlaşma şartlarına dayanarak, ülkenin bir çok yerini işgale başlamışlardır. Osmanlı ordusu dağıtılmış, bütün silah ve cephane galip devletlerin emrine verilmiştir. Osmanlı Devleti'nin toprakları, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında paylaşılmaya başlanmıştır.

Çanakkale ve İstanbul Boğazı da yabancı devletlerin kontrolüne girmiştir. Bu arada Yunanistan da, İngiltere’nin destek ve iş birliği ile İzmir ve yöresini işgal etmek için hazırlanıyordu.

Devletin bu dönemde içinde bulunduğu iktisadi, sosyal ve siyasal koşullar, son derece olumsuzdu. Yüzyıllardır süren ve yabancı devletlere ticari, iktisadi ve hukuki alanlarda ayrıcalık tanıyan kapitülasyon antlaşmaları ülke ve toplumu olumsuz etkilemişti. Her geçen gün daha da fakirleşen halk bitkindi. Savaşanlar ardından gelen büyük göçler sosyal dengeleri alt üst etmiş, halk günlük yaşamını sürdürebilmek için büyük bir mücadele içine girmiştir.

Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanacağı dönemde Mustafa Kemal Paşa Suriye Cephesi'nde, İngilizlere karşı savaşıyordu. Mustafa Kemal Paşa, 10 Kasım 1918'de Adana’dan hareket etmiş ve 13 Kasım 1918 Çarşamba günü İstanbul’a gelmiştir. Aynı gün İtilaf devletleri donanması da İstanbul’a girerek Boğaz’a gemilerini demirlemiştir.

Mustafa Kemal, ülkenin bulunduğu durumdan ve yakında olacak gelişmelerden ziyadesiyle endişe ediyordu. Ulusun karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri yakın çevresiyle paylaşıyor, mücadele edilmesi ve direniş gösterilmesi gerektiğini anlatıyordu.

O, savaş meydanlarından çok iyi tanıyıp güvendiği Türk askeri ve ulusu ile en zor koşulların bile üstesinden gelinebileceğine inanıyordu.




Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)