Mehmet Y. Yılmaz yazdı:"Dokunan yanıyor 2. bölüm"

DENİZ Feneri ile ilgili soruşturmayı yürütürken soruşturmadan alınan Savcı Mehmet Tamöz bir soruşturmadan daha alınmış. Cumhuriyet’in haberine göre savcı Deniz Feneri soruşturmasında şüpheli olan Zahid Akman ve Zekeriya Karaman’ın şirketlerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından verilen ihaleler ile ilgili bir soruşturma daha yürütüyormuş. İhaleye fesat karıştırılması kuşkusu ile yürütülen soruşturma için savcılık İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden ihale dosyalarını istemiş. Haber, söz konusu dosyanın savcı Tamöz’den alınarak bir başka savcıya verildiğini anlatıyor. Elbette savcının söz konusu soruşturmadan da alınmasının bir gerekçesi olmalı. HSYK ya da Başsavcılık bunu açıklarsa hepimiz öğreniriz. Ama şunu da söylemek zorundayım ki hangi gerekçe açıklanırsa açıklansın kamuoyunun bir bölümünü tatmin etmeye de yeterli olmayacaktır. Almanya’da mahkemenin “yüzyılın dolandırıcılığı” olarak nitelediği bir dava görüldü ve bazı sanıklar işledikleri suç sabit görüldüğü için mahkûm edildiler. Alman mahkemesi, asıl suçluların Türkiye’de bulunduklarına işaret etti. Türkiye’deki soruşturma yıllar sürdü ve tam iddianamenin yazılması ve açıklanmasına sıra geliyordu ki savcılar görevden alındı ve tekrar başa döndük! Şimdi bu soruşturmanın devamı niteliğindeki bir soruşturmada da savcı görevden alınıyor ve dosya yeni bir savcıya veriliyor. Bunun bir tek sonucu olacak: Yeni savcı dosyaya hâkim olana kadar aylar geçecek, bir suç varsa cezasız kalacak, suç varsa delillerin karartılması için zaman kazanılacak. Bu “bağımsız yargı” açısından hoş bir tablo değil. Görecek yeni yerler arayanlar için İTALYA ’ya ne zaman gitsem içimde bir sızı ile dönüyorum. Bunun sebebi İtalya’yı, kentlerini, insanlarını ve yemeklerini sevmem değil. Sızının nedeni, yüzlerce yıl korunabilen kentleri, sokakları, binaları gördükten sonra tahrip ettiğimiz eski kentlerimizin durumunu hatırlıyor olmam. Geçen hafta sizlere söz etmiştim, Assisi’ye gittim. Assisi sokaklarında dolaşırken bir kentin nasıl olup da bin yıldır neredeyse taşına dokunulmadan ayakta kalabildiğini düşündüm. Bunun nedeni kuşkusuz ki vatanımızı ve vatanımızın sahip olduğu değerleri İtalyanlardan daha az seviyor olmamız değil. Eminim toplumbilimcilerin bununla ilgili daha iyi bir açıklaması vardır ama benim bulabildiğim tek neden, bir türlü kentlileşmeyi başaramamış olmamız sanırım. Neyse konumuz bu değil. Assisi, Fransisken mezhebinin kurucusu Aziz Francesco’nun kenti. Bir surun içindeki kentin, taş evlerle çevrelenmiş sokaklarında dolaşırken şunu hissediyorsunuz: Zaman sanki hiç geçmemiş! Komünal alandaki nüfusu da 20 bin civarında donmuş, zaten yeni insanlar gelse surların içinde ev yapıp yerleşebilecekleri bir alan da yok. Kimse binasına kat çıkmamış, kimse “Bu tarihi binada okul mu olur, burayı otel yapalım” dememiş. Aynı evlerde yüzyıllardır yaşayabiliyorlar. O evlerin yapıldığı tarihlerdeki yaşam alışkanlıklarının ve gereksinimlerinin bugünkünden bir hayli farklı olduğunu unutmayalım. Daracık kapılardan kafamı uzattığımda gördüğüm daracık merdivenler ancak küçücük evlere çıkıyor olabilir ve belli ki onunla yetinmeyi biliyorlar. Bizde 200 metrekare evine dört kişiyle sığamayıp, balkonu da plastik doğrama ile kapatanları düşününce insanın buna hayret etmemesi de mümkün değil. Kentin Aziz Francesco’nun yaşayıp, tarikatını kurmasından kaynaklanan özelliği biraz uhrevi bir havası olması. Yani öyle çok eğlenceli bir kent değil. Ama küçücük lokantaların önünden geçerken burnunuza gelen sarımsak ve taze ekmek kokusu insanı kendinden geçiriyor, bu nedenle bir hafta sonunda iki kilogram fazla ile döndüğümü söylemeliyim. Çok gezdiğim için zaman zaman bazı okuyuculardan gidilecek yeni yerler ile ilgili öneri istekleri alıyorum. İşte Assisi sizlere önerebileceğim değişik bir yer. Ben “mevsim dışı” gittiğim için oteller İtalya’nın klasik rotalarına göre daha ucuzdu, lokantaların da “bedavaya yakın” olduğunu söyleyeyim. Elbette Assisi’ye gitmeden önce Kazancakis’in “Assisili Francis” romanını okumanızı da öneririm. Çizgi romanları hatırlama zamanı BENİM çocukluğumda ve ilk gençlik yıllarımda çizgi roman okumak en çok sevdiğimiz şeydi. Teksas, Tom Miks, Red Kit ile başlayıp, Tex, Kinowa, Kaptan Swing, Tom Braks, Zagor ile devam eden çoğunluğu Avrupalı çizerler ve yazarlar tarafından tasarlanmış “ucuz” romanlardı. Yıllar sonra Martin Mystere tiryakisi de oldum ama benim için çizgi romanların kralı Corto Maltese’dir. Malta limanında, bakması için avucunu uzattığı Çingene falcı kadın “Senin avucunda kader çizgisi” yok deyince, bıçağı ile avucunu kesmiş ve “İşte şimdi var, artık bakabilirsin” demişti! Sanıyorum beni Corto’ya bağlayan şey yaratıcısı Hugo Pratt’ın çizgileri olduğu kadar bu iradeci felsefesiydi. Bunlardan söz etmeme neden olan şey Everest Yayınları’nın yayımladığı üç yeni çizgi roman oldu. Türkiye’nin tartışmasız en iyi polisiye yazarı Ahmet Ümit’in üç romanından oluşuyor bu dizi. “Başkomser Nevzat” Çiçekçi’nin Ölümü, Tapınak Fahişeleri ve Davulcu Davut’u Kim Öldürdü isimli romanlarda faaliyetine devam ediyor! İlk iki romanı rahmetli İsmail Gülgeç çizmiş, son romanı resimleyen sanatçı da Aptülika olarak tanıdığımız Aptülkadir Elçioğlu. Gerçek bir yazar ve iki büyük sanatçı! Çizgi romanlarda kolayca bir araya gelemeyecek isimler bunlar. Hafta sonu hem değerli bir şey okuyayım, hem de eğleneyim diyorsanız, bu kitapları öneririm. Mehmet Y. Yılmaz Hürriyet
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)