Kapkara bir gece


İki tarih aynı gece ardarda göçüverdi bu dünyadan.
Önce Lefter’in öldüğü haberi geldi. Biraz sonra da Rauf Denktaş’ın.
Denktaş Kıbrıs’ın tarihini yaratan bir kahramandı. Lefter ise Türk futbol tarihinin ordinaryüsüydü.
İkisinin kaybının bir geceye sığması büyük acıydı.
Raif Rauf Denktaş…
Onun öldüğünü öğrendiğim zaman İsmet Paşa’yi yitirdiğimiz günkü Hasan Pulur’un köşesi aklıma geldi. O gün o köşe çok duygulandırmıştı beni.
Köşenin tamamını kaplayan bir fotoğraf koymuştu Hasan ağabey. Fotoğrafta Anıtkabir’ in büyük avlusunda mozaleye doğru tek başına yürüyen İsmet Paşa görülüyordu.
Hasan Ağabey fotoğrafın altına “Güle güle tarih” yazmıştı.
Hepsi buydu. O fotoğraf ve o üç sözcük her şeyi anlatıyordu.
Denktaş’ın öldüğünü duyar duymaz kendi kendime “Güle güle tarih” diye mırıldandım ve üç dört kez de tekrarladım.
Rahmetli Denktaş uzun ömrünün her anını Kıbrıs’a adamıştı. Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs Türk halkının özgürlüğü için boğuşmuştu.
Bir gün bile kendisi, çok sevdiği eşi ve canı kanı olan çocukları için yaşayamamıştı.
Tam bir dava adamıydı Denktaş.
Bıkmayan, usanmayan, eğilmeyen, bükülmeyen bir kişilik sergilemişti bütün dünyaya karşı.
Büyük devletlerin baskıları, tehditleri onu yıldırmamış, halkının özgürlüğünden, egemenliğinden küçücük bir ödün vermeye yanaşmamıştı.
Kendisinin ağzından dinlediğim bir anısı çok ilginçtir ve yaşadığı bu olaydan devlet işleriyle uğraşanların ders alması gerekir.
Denktaş Kıbrıs görüşmeleri için New York’a bir gidişinde çok sıkıntılıydı.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Cuellar Rum lideri de çağırmış ve onları mutlaka uzlaştıracağını dünyaya açıklamıştı.
Denktaş sıkıntılıydı çünkü kendisine bazı ödünler vermesi için baskı yapılacağını biliyordu. Ama ne isteyeceklerdi? Onu bir türlü kestiremiyordu.
Görüşmelerin başlamasından bir gün önce BM’ye gitti ve dolaşıp tanıdıklarına ziyaretler yaptı.
Bir odada Genel sekreter’in eski Kıbrıs Daimi Temsilcisi Camillion’u gördü. Hemen sarılıp öptü. Başladılar konuşmaya.
Denktaş Cuellar’a hal hatır sorduktan sonra uzun uzun onu övmeye başladı:
“Bilir misin, sen Kıbrıs’ta görev almış en başarılı daimi temsilciydin. Dürüst ve tarafsız davrandın hep. Ben seninle çalışmaktan her zaman mutluluk duydum. Ayrıldıktan sonra doğrusu seni çok aradım. Sana daima güvendim.”
Bu kadar övgüden sonra Camillon koltukları doğal olarak kabarmış, çok mutlu olmuş.
Olayın bundan sonrasını Denktaş’ın ağzından dinleyelim:
“Adamı öyle göklere çıkardım ki mest oldu. Sonra da elini tutup ‘bak sana bir şey soracağım. Bana doğru cevap vereceğine bütün kalbimle inanıyorum çünkü sen dürüst bir adamsın’ dedim ve soruyu sordum ‘Şimdi bana söyle bakalım, bunlar benden ne isteyecekler?’
Adam ıkındı, sıkındı ”Aman sayın ekselans benden duymamış olun ama sizden toprak isteyecekler’ dedi.
Teşekkür ettim ve yanından ayrıldım. Alacağımı almıştım.
Ertesi gün odaya girer girmez Genel Sekreter’e merhaba bile demeden ‘Sakın benden toprak moprak istemeyin hemen kalkar giderim’ dedim.
Hem genel sekreter, hem de Rum lider şaşırıp kaldılar. Planları bozulmuştu. Toprak moprak isteyemediler.”
***
Denktaş, bütün dünyasını Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs halkı doldurduğu için hiçbir şeyden haberi olmamaktan hep şikayet ederdi.
Hüzünlendiği zamanlarda “Oğlum Raif’in cenazesinde bile bulunamadım” der ve gözyaşlarını tutamazdı.
Bir gün de bulunduğu bir grup’ta klasik batı müziğinden konuşulurken yine hüzünleşmiş ve ”Ben bunları hiç bilmiyorum. Hiç konsere gidemedim ki. Yaşamımda Kıbrıs’dan başka bir şey yok ki” demişti.
Çocuklarına babalık, torunlarına dedelik yapacak zaman da bulamamıştı. Onlara karşı kendini suçlu olarak görürdü hep.
Para pulla da ilgisi olmadığı için daima borçlu yaşardı. Bunun da nedeni seçimlerde borç alarak kampanyaları yürütür sonra onları ödeyebilmek için zorlanırdı.
Denktaş kendine özgü bir insandı. Kendini Kıbrıs davasına adamıştı.
2005 yılındaki seçimde aday olmamaya karar vermişti. Bu kararında Ankara’ya olan kırınlığı ile karısının aday olmaması için yaptığı isrardı.
Son yıllarda bazı kesimler tarafından insafsızca suçlanmış ağır eleştirilere uğramıştı.
Bu davranışlar onu çok üzmüştü.
“Benim haklı olduğumu anlayacaklar. Egemenlik sağlama alınmadan bir sonuca gidilemeyeceğini görecekler” diyordu.
Kısa sürede haklı olduğu ortaya çıktı. Ona ağır suçlamalar getirenler mahcup oldular mı bilemem. Ama sanmıyorum.
Onu cennete Hasan Pulur’un İsmet Paşa için kullantıdığı sözcüklerle uğurluyorum:
“Güle güle tarih.”

Tufan Türenç

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)