Nevruz Hepimizin


Sevgili,

Başlığa bakarak, Nevruz’u nevrotik çekişme konusu haline getireceğimi, “Nevruz Kürt bayramı mı? Yoksa aslında eski Türk bayramı mı?” tartışmasına dalacağımı sanma!

Bu tartışmalara gülüyorum.

Nasıl, buyurganlığı atadan tevarüs etmiş bir yönetimin, “Nevruz’u şu gün kutlayabilirsin! Ama onun dışında kutlayamazsın!” zihniyetine gülüyorsam, nasıl Nevruz kutlamasını resmi izin dışında yasaklayan zihniyetin bu davranışta güvenlik aramasına, şaşarak kahkaha atıyorsam, Nevruz senin mi benim mi tartışmasına da öylesine gülüyorum.

Bu abes tartışmayı at bir kenara, sen gerçeği öğrenmek istiyorsan, doğaya çık sor:

- Nevruz kimin bayramı?

Buram buram tüten, çimen çimen kokan toprak, çiçeğe duran ağaç, topraktan yeni çıkan solucan, meleyen kuzu, miyavlayan kedi, havlayan köpek, esen yel, hep bir ağızdan haykırarak yanıt vereceklerdir sana:

- Bizim! Bizim, hepimizin!

Doğaya kulak vermesini bilirsen eğer, o heyecan dolu bahar mesajını, o canlanış müziğini, Stravinsky’nin aracılığı olmadan, uçan kuştan, açan çiçekten, miyavlayan kediden, papatyadan, esen yelden alabilirsin.

***

Ama, ısrarlı bir meloman olmama karşın, yine de o uyanışı bir de Stravinsky’den dinle derim. Hele hele, bu bale müziği aynı zamanda, Maurice Bejart’ın koreografisiyle görselleşmiş olursa…

Bu şölene bahar ayini diyebileceğin gibi, pek de âlâ Nevruz Ayini de diyebilirsin. Ben bu “Nevruz Ayini”ni Paris’te ilk izlediğim zaman Nevruz’dan çok uzakta, sonbahardaydık. O muhteşem gösterinin üzerinden yarım saatten fazla süre geçip de, Montparnasse’daki Select’te, Ara Güler ile buluştuğumda bile heyecanım geçmiş değildi.

Ara halime baktı,

- Önce bir nefes al, bir şeyler iç de, sonra anlatırsın, dedi.

Çok kez doğanın içinde yaşayarak kırlarda uyanışına tanık olmama karşın, bu yeniden doğuşu yoğun biçimde en fazla coşkuyla algıladığım zaman, Paris’teki o gösteriydi.

Bahar Ayini’nin işlediği doğanın uyanışı, kimilerince Nevruz ile somutlaştırılıp, bayrama dönüştürülmüştür. Bence bayramların en güzeli, en heyecan vericisi, en canlısıdır o.

***

Dediğim gibi, çiçekler, kediler, köpekler, kuzular, keçiler, börtü böcekler bilirler onu.

Bizim Haydut, pazartesi salıyı bilmiyor, saat 13’ün 14’ten farkı yok onun için, ocağın da şubattan…

Ama Haydut da, balık bulamamaktan, artık tenezzül etme durumuna düştüğü, balkona konmuş kuru ekmeği almak için gelen ve Haydut’un biraz heyecan biraz da korku ile izlediği komşu Mücahit’in martısı My Çayka da, gündüz ile gecenin, kış ile yazın birbirinden farklı olduğunu, baharda yeni, yepyeni bir şeylerin oluştuğunu, kanının kaynadığını hisseder.

Pagan dönemlerde, insanlar daha doğayla iç içe oldukları için, bayramlarını doğaya uydurmuşlardır.

Hoş tek tanrılı dinlerin de, paganizmden etkilendikleri görülüyor. Hıristiyanların büyük bayramlarının gündönümlerine denk düşmesi rastlantı mıdır?

Nevruz’a günlük didişmelerden biraz geri çekilip şöyle uzaktan ve tepeden bakınca, senin mi benim mi tartışmasının ne kadar anlamsız olduğunu görmek nasıl da kolaylaşıyor.

Olaya bu açıdan baktığında da, Taksim Meydanı’nda polislerle göstericiler, anlamsız bir Nevruz çatışması içinde iken, Cihangir’in çatılarındaki pisilerin birkaç yüz metre ötede olanları umursamadan, nasıl başka bir Nevruz âleminin içinde olduklarını fark etme olanağını da bulur ve keyifle haykırırsın:

- Yaşasın kuşlar çiçekler kediler, yaşasın hepimizin bayramı Nevruz!

Ali Sirmen
Cumhuriyet

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)