AKP’nin amentüsü


Peygamber Efendimiz der ki: “Ben size iki emanet bırakıyorum, onlara tutundukça asla sapıklığa düşmeyeceksiniz. Biri Kuran, diğeri Ehli Beytim (sünnetim).”
Yani Müslümanlar sorunlarına çözüm aradıkları zaman ya Kuran’a ya da Hz. Peygambere müracaat edeceklerdir.
Peki, bugün bu durum bilhassa Türkiye Müslümanları için nasıl tezahür etmektedir?
Türkiye Müslümanları günümüzde karşılarına çıkan meselelerin çözümünde nereye başvurmaktadırlar?
İki günden beri bu sütunda yazdıklarımızı takip edenler aslında bu sorunun cevabını da bulacaklardır ama biz yine anlatalım:
AKP ile İslam’ın siyasallaşması ya da siyasetin İslamlaşma iddiasına girmesi, tarih boyunca örneği ancak Emevi ve Abbasi dönemlerinde vuku bulan hadiseleri karşımıza çıkarmıştır.
Oy verdikleri partinin körü körüne peşinden giden ve o partinin din adına söylediklerini adeta vahiy telakki eden bir siyasi anlayış ülkenin başına ceberut olmuştur.
Domuz etinin serbest bırakılması, zinanın suç olmaktan çıkarılması, Hıristiyanlara şehitlik payesi verilmesi, Hıristiyanlığın ve Museviliğini de hak din ilan edilmesi, kelime-i şahadetten Hz. Muhammet’in çıkarılması gibi onlarca konuda devri AKP’de karşımıza çıkan “post modern icraatların” sorgulanmasında müracaat edilecek kaynak “Kuran ve sünnet” değil, AKP beyanatları olmaktadır!
Zina, serbest mi bırakıldı? Böyle bir durumda Kuran’ın zina konusundaki ne dediği değil, AKP’nin bu konuda ne dediği önemlidir!
Domuz eti kasaplık et statüsüne mi girdi?
“Müracaat kaynağı Kuran ve sünnet değil, AKP’nin bunu hangi samimi AB uyum süreci doğrultusunda yaptığıdır.
Son olarak Hrant Dink başta olmak üzere terör saldırılarında ölen gayri Müslimlere de şehit payesi verilmesi mi gündemde? Efendim o konuda da “Kuran ve sünnet değil AKP söylemleri” önemlidir.
Bakın bu konuda yalaka basının en önemlilerinden Star gazetesinin yazarı Mustafa Akyol neler yazıyor: (Bilal Karamus arayıp bilgi vermese haberim olmayacaktı. Çünkü ne bu gazeteyi ne de yazarlarını Kiler markette bedava dağıtıldıklarına şahit olduğum günden beri asla okumuyorum. Bilal Abi’ye teşekkürler.)
“…Ancak ‘şehitlik’ kavramının bir de dinden çıkıp topluma sinmiş bir ‘kültürel’ manası var. Değerli bir dava uğrunda canını veren insanlar ima ediliyor burada. ‘Vatan şehidi’ veya ‘demokrasi şehidi’nde olduğu gibi. (Ne ‘vatan’ın ne de ‘demokrasi’nin dini kavramlar olmadığını, olsa olsa ‘dine uygun’ sayılabileceğini hatırlatayım.)
Şimdi, eğer ‘kültürel mana denen şey bir sapmadır, şehitliğin sadece İslamî manasını kabul ederiz’ denecekse – ki ben öyle demiyorum, ama denebilir – o zaman toplumsal lügatimizdeki ‘şehit’ kavramını epey bir elden geçirmek gerekecek. Örneğin laik Türkiye Cumhuriyeti’nin ultra-laik ordusunun neden ‘şehit’ verdiğini tartışmak lazım gelecek
Üstad Said Nursi, Kastamonu Lahikası adlı eserinde, 40’lı yıllarda Avrupa’yı kasıp kavuran dünya savaşında ıstırap çeken halklara duyduğu üzüntüyü belirtikten sonra şöyle yazmış: ‘Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfât vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.’
Bediüzzaman, devamında, ilahî rahmete mazhar olmak için Müslümanlığın kesin şart olmadığını, hem zaten bir ‘fetret devri’ yaşayan İslam’ın hakikatlerinin insanlara tam ulaşmadığını belirtiyor. “Beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar”ın çocuk iseler zaten şehit sayılacağını yazdıktan sonra, yetişkin “mazlumlar” için de şöyle diyor: ‘Çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.’
Peki neden böyle diyor Bediüzzaman?
“Çünkü onun Müslümanlığının temelinde ‘iman’ var; mesajının özünde ise rahmet.” (Star gazetesi, Mustafa Akyol)
AKP’nin şakşakçıları iktidara destek adına hemen Said’e sarılıyorlar ve kafirlere de mükafat ve merhamet olduğunu, onlara da şehitlik kapısının açık olduğunu anlatıyorlar.
Allah’ın kitabı yerine Said’in kitabına başvuranların bütün kâfirleri cennete sokmak ve onlara şehitlik rütbesi vermek için çırpınması AKP döneminin yeni modası oldu.
Gerçi bu konuyu gündeme getiren Hrant Dink’in de şehit olabileceğini söyleyen Devlet Bakanı Fatma Şahin bile gazetemiz yazarlarından Sabahattin Önkibar’ı arayıp ona şöyle dedi: “Yaptığımız bu çalışmaları medyaya aktarırken bana Hrant Dink ile ilgili soru sorulunca, eğer hukuki karar çıkar ve ailesi de talepte bulunursa ‘hukuken şehitlerin yararlandıklarından yararlanır’ dedim ama sözlerim ‘Hrant Dink şehittir’ diye yansıtıldı! Sabahattin bey şehitlerimizin tanımı bellidir. Ulvi ve kutsi bir makam üzerine bir faninin yeni bir tanımlama yapması mümkün olabilir mi? O neyse biz ona iman ederiz… – Doğru söylüyorsunuz lakin malumunuz son dönem, kitaplı dine mensup olanlar yani Hıristiyanlar da cennete gidecek diyen bir güruh türedi! – Haşa, biz onlardan değiliz.” (Sabahattin Önkibar, Yeni Mesaj, 2 Nisan 2012)
Fatma Şahin bile “Haşa biz Hıristiyanlar cennete girecek diyenlerden değiliz” derken yalakalar hala AKP’ye yaranmak uğruna cennetin kapılarını bütün küffara ağzına kadar açtılar.
Ve ‘bu ülkenin mütedeyyin insanları, medyası’ bu vahim durumu tebessüm ederek seyrediyor.

Muharrem Bayraktar
Yeni Mesaj

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)