Mafyadan kaçarken…



Yıl 2001… Star Televizyonu‘nda Haber Genel Yönetmenliği yapıyor, aynı zamanda ana haber bültenini sunuyorum… Uzanlar‘ın toplumda yarattığı tepkiye ve itibar erozyonuna rağmen, bültenin reytingi füze gibi tırmanıyor. Eğitim ve gelir düzeyi yüksek toplum katmanlarını temsil eden ve reklam verenler için büyük önem taşıyan AB seyirci grubunda, kısa sürede lider oluyoruz. Açıkçası Star Televizyonu‘nun tarihinde bir dönüm noktası yaşanıyor.

İşte o günlerin birinde, Üstanbul Emniyet Müdürü Kazım Abanoz telefonla arıyor. Abanoz, dönemin dürüstlüğü ve cesaretiyle ünlü Üçişleri Bakanı Saadettin Tantan‘ın göreve getirdiği ve çok güvendiği bir polis şefi. Üstanbul’da operasyon üstüne operasyon yapıyor. Özellikle çeteler ve mafya babalarına, peş peşe darbeler indiriliyor. Ayrıca genişletilmiş özel ekiplerle de hukuki altyapısı çok iyi hazırlanmış “Buffalo” ve “Beyaz Enerji” gibi yolsuzluk operasyonları düzenleniyor.

Sekreterim Türkan, Emniyet Müdürü Kazım Abanoz’u bağlar bağlamaz “Hayrola Sayın Abanoz, yeni bir operasyon mu başlatıldı?” diye soruyorum. “Evet bir operasyon yaptık ama bu biraz farklı” dedikten sonra anlatıyor:

“Mafya babalarından birinin, Şile kıyılarında büyük bölümü kaçak olarak inşa edilmiş bir villası vardı. Vardı diyorum çünkü artık yıkıldı. Mafyadan korkan Belediye, bizden yardım istedi ve verdiğimiz polis desteğiyle, kaçak yapı geçen gece yıkıldı. Ancak şu ana kadar hiçbir televizyon bu görüntüleri yayınlamadı. Sanırım korkuyorlar. Size versek kullanabilir misiniz?”

- “Niçin kullanmayalım Sayın Abanoz! Hazine arazilerindeki kaçak yapılaşmaların yıkım görüntülerini nasıl yayınlıyorsak, bunu da aynı şekilde ekrana getiririz. Bizim için isim fark etmez. Yeter ki yıkım, yasalara uygun biçimde yapılmış olsun… Gönderin de bakalım!..”

Görüntüler geldi. Haber merkezini birlikte yönettiğim değerli arkadaşım Ali Tevfik Berber’le izlemeye başladık. Yıkım gece gerçekleştiği için çekimler biraz karanlık. Ama kepçeler geliyor, yüksek duvarları ve bazı bölümleri kısa sürede yerle bir ediyor… O akşamki bültende haberi yayınladık.

Aradan aylar geçti ve sevgili arkadaşım Nedim Şener’in “İşte Hayatım” kitabında ayrıntılı bir şekilde anlattığı nedenlerle, toplam 8 ay çalıştığım Star Televizyonu’ndan ayrıldım. Özetle belirtmek gerekirse Uzanlar, Aydın Doğan’la kavga etmeye karar vermişler ve benim de kendi saflarında yer almamı istemişlerdi. Bu öneriyi kabul etmemiş ve servet sayılabilecek bir parayı onlara iade ederek, kış ortasında işsiz kalmayı göze almıştım. Üşsiz kalacağımı biliyordum, çünkü ülke büyük ekonomik krizle sarsılıyordu.

Neyse… Sıkıntılı günlerin ardından, baharla birlikte evimize büyük mutluluk ve neşe geldi. Sevgili yavrularımız Bartu ve Damla dünyaya merhaba dediler. Bozcaada’daki küçük bağ evimizde tatilimizi geçirip, Üstanbul’daki yuvamıza döndüğümüzde, uzun süre boş kalan binada birkaç küçük böcek gördük. Bunun üzerine ilaçlama yapmaya karar verdik. Miniklerin kimyasal maddelerden etkilenmemesi için de birkaç günlüğüne Şile’ye gittik. Ancak daha önce Şile Belediye Başkanı’nı arayarak, mafyayla, kara parayla bağlantısı olmayan bir otel ismi vermesini rica ettim. Başkanın önerdiği otele gidip yerleştik.

Tesadüfen Karadeniz’in dev dalgalarla kıyıları dövdüğü, rüzgarın homurtularla estiği, fırtınalı bir döneme denk gelmiştik. Denize girme olanağı bulamayınca, sabah kahvaltısının ardından, o sırada henüz 2 yaşında olan Bora’nın elinden tuttum ve baba-oğul, otel çevresinde gezintiye çıktık.

Otelin biraz ilerisinde, denize paralel, yüksek duvarlarla çevrili çamlık bir alan uzanıyordu. Parkı andıran çamlığın ortasındaki boşlukta, çocuklar için salıncaklar, kaydıraklar göze çarpıyordu. Yüksek duvarların başladığı giriş bölümünde bir bekçi kulübesi duruyordu, ancak içi bomboştu.

Bora‘yla çocuk bahçesi görünümündeki çamlığa girip, oyun parkına doğru ilerledik. Ortalıkta kimsecikler yoktu… Bora salıncakta sallanıp, kaydırakta oynadıktan sonra, bahçenin diğer ucundaki çıkışa doğru ilerlemeye başladık. Üşte tam bu sırada bir kişi önümüzü kesti, “Daha ileriye gidemezsiniz!” dedi.

“Neden gidemeyelim kardeşim? Burası belediyenin değil mi” diye sordum. Adam kafasını “hayır” anlamında yukarıya doğru kaldırarak, “Burası şahıs arazisi, ben de buranın görevlisiyim” dedi. Böylesine geniş, ilk bakışta bir parkı andıran yerin sahibini merak etmiştim. Ben mülk sahibinin kim olduğunu sorunca, görevli elini uzatarak yan tarafı gösterdi: “Birkaç adım atın ve sola bakın. O şahsın kim olduğunu göreceksiniz!..”

Bora‘nın elini sıkı sıkıya tutarak merakla ilerledim.

Bir de ne göreyim! Hemen ötemizde, kristal renkli sularıyla göz kamaştıran bir olimpik yüzme havuzu uzanıyor, havuzun bittiği yerde diz çökmüş halde oturan 8-10 kişilik bir grup, şezlongtaki kişiyi hiç kımıldamadan dinliyor. Biraz dikkatlice bakınca, o kişinin malikanesi yıktırılan mafya babası olduğunu fark ettim. Üşte o anda, aylar önce yıkım anlarını gösterdiğimiz villanın bahçesinde olduğumuzu anladım! Demek ki aradan geçen süre içinde yasal sorunlar çözülmüş ve villa yeniden inşa edilmişti!

Oğlumun kulağına eğilip “yavrum buradan hemen uzaklaşalım” dedim. Bora‘nın boy hizasına gelecek kadar eğilip araziye uydum ve doğruca otele koştuk.

Nefes nefese geldiğimizi gören eşim “Hayrola kötü bir şey mi oldu?” diye sordu. “Hayır, hiçbir şey olmadı. Ama tehlikeden kaçarken, tam da göbeğine düşmüşüz! Mafya babasının yıkımını gösterdiğimiz kaçak villası, otelin tam yanındaymış! Belediyenin olduğunu düşünerek içeri girdik! Oyun oynarken bir de ne görelim? O kişi orada değil mi? Neyse ki bizi görmedi!”

Hemen eşyamızı topladık… Kıyıları dev dalgalarla döven Karadeniz‘i arkamıza alıp, Üstanbul’a, evimize döndük…

Şile’de bir balık yemek bile kısmet olmamıştı!



Uğur Dündar
Sözcü

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)