Genç bir adamın on ayının öldürülmesi cinayet değil midir?


Biliyorsunuz; bizim gazetenin polis muhabirlerinden Çağdaş Ulus on aya yakın bir süredir cezaevinde... Terör örgütü PKK’nın şehir yapılanması olarak adlandırılan KCK’nın basın ayağı içinde yer almakla suçlanıyor.

Daha ilk günden itibaren Çağdaş’a kefil oldum.

Biliyordum ki Çağdaş, istese bile kendisine atılan o suçları işleyemezdi...

Çünkü buna ne yaşı, ne de zamanı elverirdi...

Henüz yirmili yaşlarının başındaydı; askerden yeni dönmüştü ve yıllardır günde 12 saat bizimle birlikte çalışıyordu!

***


Kimse gözünün yaşına bakmadı bu genç adamın... “Suçsuzum” diye haykırması; emniyetin, adliyenin kirli ve suçlu atmosferinde yok olup gitti!

Tuttukları gibi attılar demir parmaklıkların arkasına!

Koca bir kışı üşüyerek geçirdi...

“Manevi işkence” gördü. Gardiyanlar tarafından, gardiyan tuvaletini temizlemeye zorlandı.

Bu muameleyi savcılığa ve Adalet Bakanlığı’na şikayet etti; ciddiye alan bile çıkmadı!

***


Sonuçta savcılık, iki ay önce Çağdaş Ulus hakkındaki iddialarını açıkladı.

Bizim “bücür”ün, sandığımız gibi “masum” olmadığını, Fırat Haber Ajansı’nda “Bahoz Deniz” kod adıyla terör örgütünü destekleyen haberler ve yazılar yazdığını iddia etti.

İşin ilginci, daha bu iddianamenin mürekkebi bile kurumamıştı ki, gerçek “Bahoz Deniz” ortaya çıktı ve internetten yaptığı açıklamalarda, “Çocuğa haksızlık ediyorsunuz. Ben hâlâ dışarıdayım. Bakın bu mesajları dışarıdan yazıyorum” diye haykırdı.

Bunun üzerine Çağdaş’ın genç ve başarılı avukatı Hüseyin Ersöz, mahkemeye başvurdu:

“Müvekkilimin tutuklandığı 24 Aralık 2011 tarihinden sonra, Fırat Haber Ajansı’nda ‘Bahoz Deniz’ kod ismiyle haber veya yazı yazılıp yazılmadığının tespit edilmesini talep ediyorum.”

Bu talebi kabul eden mahkeme, İstanbul Emniyeti’nden konuya ilişkin çalışma yapmasını istedi.

Veeee...

Araştırmasını tamamlayan emniyet, geçtiğimiz hafta mahkemeye raporunu gönderdi:

“Sanık Çağdaş Ulus’un tutuklandığı tarihten sonra Fırat Haber Ajansı’nda ‘Bahoz Deniz’ ismiyle, ilki 3 Ocak 2012 tarihinde yayınlanmış 10 farklı haber olduğu tespit edilmiştir.”

***


İyi de şimdi ne olacak?

Madem bizim Çağdaş, “Bahoz” falan değil; o zaman onu bu yüzden yakalayan polise, tutuklanmasını isteyen savcıya, kararı veren hakime ne diyeceğiz?

Daha da önemlisi, onlar ne diyecek?

Ben söyleyeyim:

Hiçbir şey!

Bir kuru özrü bile çok görecekler; hayatını kararttıkları bu gence...

***


“Adaletin kestiği parmak acımaz” diye bir söz vardır...

Tek şartla:

Adalet, doğru parmağı kesecek!

Daha gözaltı anından itibaren, tıkır tıkır işleyecek...

Polis, savcı, hakim, herkes görevini en doğru şekilde yapacak!

Kanıtlanamayan herhangi bir suç; çağdaş hukuk devletlerinde olduğu gibi “sanık lehine” yorumlanacak...

İşte bu yüzdendir ki bırakın parmağını, Çağdaş’ın beyni acıyor, beyni!

Gözü yaşlı annesinin, babasının, yakınlarının canı yanıyor...

Bizim gazetedeki arkadaşlarının, diğer gazetelerdeki, televizyonlardaki meslektaşlarının içi parçalanıyor...

***


Çağdaş’ın davası 10 Eylül’de başlıyor... Onu yargılayacak olan İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nin sayın hakimlerine soruyorum:

Bu delikanlı, sıradan bir işçinin değil de sizin oğlunuz olsaydı...

Ve uyduruk olduğu, yine polisin on ay sonra verdiği başka bir raporla ortaya çıkan bir suçlama yüzünden, bunca zamandır dört duvar arasına tıkılsaydı...

Lekelenseydi, örselenseydi, kahırdan eriyip bitseydi...

Ne hissederdiniz?

O polislerden ve hukuk adamlarından davacı olmaz mıydınız?

***


Polisin son raporundan sonra Çağdaş artık göreceğiniz davanın sanığı değil, maktulüdür hakim beyler...

“Maktul” diyorum; çünkü on ayı öldürüldü...

Üstelik polise ve yargıya duyduğumuz güven de onunla birlikte can verdi...

Sizden sadece Çağdaş’ı özgürlüğüne kavuşturmanızı beklemiyoruz...

Onun on ayını ve bizim polise, yargıya duyduğumuz güveni öldürenlerden hesap sormanızı da talep ediyoruz.

***


Sesimizi duyun ve acımızı dindirin!

*****


SEVMEK!

İki ay kadar önce “Asla Türk’üm demem” diyerek adından söz ettiren türbanlı ve kan kırmızı rujlu yazar Esra Elönü, katıldığı bir programda söz 30 Ağustos Zafer Bayramı’ndan açılınca bu kez de “Benim için bu bayramlar bir şey ifade etmiyor” diye buyurmuş...

Sonra da bağıra çağıra “Atatürk’ü sevmek zorunda olmadığını” söylemiş...

Dert etme; Esra Hanım...

Hayatta olsaydı, Atatürk de seni sevmezdi!

*****


GÜNÜN SORUSU

Başbakan önceki gece yandaş bir kanalda, “iktidar bağımlısı” gazetecilerin sorularını yanıtladı. Söz BDP-PKK ilişkisine gelince, dokunulmazlıkların kaldırılması için harekete geçeceklerinin işaretini verdi... Kendisine iki sorum var:

Dokunulmazlıkları bütün suçlar için mi kaldıracaksınız? Eğer öyleyse; on yıl önce verdiğiniz sözü tutmak için ille de BDP’lilerin azıtması mı gerekiyordu?

*****


Yarın akşam İzmir Fuarı’ndayız...

Seksen birinci İzmir Enternasyonal Fuarı kapılarını açtı; İzmir’de keyifli günler ve geceler başladı!

İZFAŞ yönetimi fuar kapsamına bu yıl yeni bir etkinlik dizisi koydu:

“Özgür Mikrofon Söyleşileri...”

Yarın akşam (3 Eylül), Can Ataklı ile ben konuğum...

İzmir Sanat Bahçesi’ndeki Nazım Hikmet heykelinin yanında yapacağımız söyleşi, saat 20:00’de başlayacak... İzmir’deki tüm “gavur” dostlarımızı bekliyoruz!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)