Annemden duyduğum atasözü ve deyimler...

Herkesin annesi kıymetlidir şüphesiz. Ama benim anneme kıymet yetmezdi. Babamızı genç yaşında kaybettiğimizde, geride en büyüğü 24, en küçüğü de (bendeniz) 4 yaşında 6 kardeş kalmıştık. Annemizin bizleri büyütüp evlendirerek ev bark sahibi yapmış olması bile onun ne büyük ve ne cefâkâr bir anne olduğunu gösterir... Bundan 12 yıl önce (29 Ekim 1998) Cumhuriyet Bayramı’nda fani vücûdunu kara toprağa defnettiğim biricik annemin ölüm yıldönümünde ondan duyduğum atasözü ve deyimlerden hatırlayabildiklerimi buraya kaydetmek istiyorum...
Annem çok tutumlu birisiydi. Böyle olmasa zaten ailenin geçimini sağlayamazdı. Bunun için bizi sık sık “Har vurup harman savurmayın”,“Bulunca bolsıramayın”,“Hazıra dağ dayanmaz” diye ikaz ederdi. Ağabeylerim ufak tefek ticaret yapmak isterlerdi. Ama sermayeleri olmadığı için veresiye alıp veresiye satarlardı. Annem buna “Ahmet’in külahını Mehmet’e, Mehmet’in külahını Ahmet’e giydirmekle alış-veriş olmaz” derdi. Alış-verişte hile yapmamak, dürüst davranmak gerektiğini de “Ağlayanın malı güleni ondurmaz” sözüyle anlatırdı. Ayrıca “Akraba ile ye, iç, alış-veriş yapma” uyarısında bulunmayı da ihmal etmezdi. Biraz hesaplı davranalım derken zarara girdiğimizde de “Kârı kediye yüklediniz” derdi. Bir işin tek kişi üzerinde kalmasını istemez, herkesin katkı sağlaması gerektiğini, böylece işin daha kolay biteceğini de “Çok kardeşe borç ödemek kolay olur” sözüyle vurgulardı. Nihayet bizler de insandık, etrafımızda gördüklerimizden bizim de olsun isterdik. O zaman annem “Her gördüğünüzden göz kirası istemeyin” derdi. Sonradan görmeleri hiç sevmezdi. Ve onları “Daha dün mihtan ekmeğine muhtaçtınız. Ne çabuk burnunuz büyüdü” diye yererdi. Çok aç gözlü davrananları “Dünya söbü olsa yutacak” diye niteler ve “Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur” diye ilave ederdi. Öğünen insanlardan hoşlanmaz ve onlar için “Öğünen öküz tarlayı ..klar” demekten çekinmezdi. Gözü işte değil de oyunda oynaşta olanları “Nerede çalgı orada kalgı” tabiriyle anlatırdı. Başkalarının acılarına kayıtsız kalanlar için de “Eldeki (başkasındaki) yara taştaki kovuk” derdi. İnsan ne kadar hasta veya yaralı olsa yine yiyip içme ihtiyacı duyacağını da “Acıyan yer ayrı, acıkan yer ayrı” sözüyle dile getirirdi. Olur-olmaz şey için ikide bir küsenlere kinayeli bir üslûpla “Küstünse eğirdiğini ayrı koy, dokuduğuna ortak olalım” derdi. (Yine kinayeli bir üslûpla “Kırk eşkıya bir çıplağı soyamamış” sözünü de kullandığını hatırlıyorum.) Muhatap tarafından kâle alınmayacak küsmeleri de “Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış” diyerek karşılardı. Başkalarını rahatsız etmemeye, komşuya yük olmamaya özellikle dikkat ederdi. Dolayısıyla, yerli yersiz misafirliğe gidenleri “Evinizde su mu çıktı?” diye uyarırdı. Bu bağlamda “Sık gitme komşuna, kalksın ayaküstüne” atasözünü tekrarlardı. Ama komşunun önemini “Komşu komşunun külüne muhtaç” diyerek her zaman vurgulardı. Aynı yemeği komşunun da pişirdiğini bile bile kendi pişirdiğinden bir tabak komşuya götürür ve “Kabı ayrı olanın tadı ayrı olur” derdi. Bir başkasıyla fazla samimi olmayı uygun bulmaz ve “Sık muhabbet tez ayrılık getirir” tespitini yapardı. Toplulukta birinin yüksek sesle güldüğünü duyunca hayır ola “Deveyi yüklü mü buldun?” diye hafiften uyarırdı. Kendisi için çok lüzumlu bir şeyi isteyip istemediği sorulduğunda “Hastaya çorba sorulur mu?” karşılığını verirdi. Birisinin yiyip içmede ölçüyü kaçırdığını gördüğünde -ölüm döşeğinde kendini bilmez hale gelmiş kişinin davranışlarını kastederek- “Altını üstünü mü toplan (topluyorsun)” derdi. Akşamüzeri yola çıkmayı yahut herhangi bir işe başlamayı doğru bulmaz ve şöyle derdi: “Akşamın hayrından sabahın şerri yeğdir” Olmuş bitmiş bir şeyi tekrar gündeme getirmenin yanlışlığını “Geçmiş yağmura kepenek tutmak” tabiriyle dile getirirdi. Evde kalmış bir kız iyi bir kocaya vardığında “Durdu durdu turnayı gözünden vurdu” derdi. Beceriksizlerin beceriksizliklerini örtmek için mazeret üretmeye kalktıklarını gördüğü zaman da şu atasözünü hatırlatırdı: “Oynayamayan kız yerim dar dermiş. Yerini genişletseler bu sefer de yenim dar dermiş.” Birisi, zıddına gidecek (alaylı) bir şey söylediği zaman ona “şehli yarıcı” derdi. Bu tabirin anlamını hâlâ anlayabilmiş değilim’... Annemden duyduğum atasözü ve deyimlerden beni en çok etkileyen muhakkak ki “Cahilden dostun olacağına okumuştan düşmanın olsun” sözüydü... Bugün geldiğim noktada şöyle kendimi yokladığımda yukarıda, hatırlayabildiklerimden bir kısmını sıralamaya çalıştığım atasözü ve deyimlerin, kişiliğimin oluşmasında ne kadar etkili olduğunu görüyorum ve rahmetli annem gözümde bir kat daha büyüyor...
Sevgili anneciğim! Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da her akşam ruhuna “Fatiha” okumaya devam edeceğim. İnşallah çoğu gitti azı kaldı. Mahşerde kavuşup kucaklaşmak üzere... Ruhun şad, kabrin nur ve mekânın cennet olsun..

Ahmet SEVGİ
Yeniçağ

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)