Türkiye Cumhuriyeti’nde kurulduğundan bugüne süren kavga; siyaset kisvesine bürünmüş dünyevi benlik ve menfaat kavgasıdır. Temelinde ne din vardır ne de gerçekten milli yahut yerli bir ideoloji. İçimizdeki aymazların dışarıdaki sömürgecilerle kesişen çıkarlarının çatışmasıdır, dün de bugün de yaşadıklarımız.
Anlaşmazlığın özünde Anadolu insanının bulunmamasının en güçlü ispatı, ne eskiden ne de şimdi hiçbir mahallenin topluca diğer mahallenin üzerine yürümemesidir. Kimi gençler, kışkırtmalara kapılıp taşkınlığa kalksa da yerel halk buna hep karşı durmuştur. Taciz edildiği, saldırıya uğradığı zamanlarda dahi sokağa dökülmektense, büyükşehirlerin gecekondu semtlerinde mahrumiyet içinde oturmayı göze alıp baba memleketinden göçmeyi seçmiştir.
Menemen’den Çorum, Kahramanmaraş, Sivas olaylarına ve son dönemlerde İnegöl’den Hatay’a kadar ciğerlerimizi kanatan bütün provokasyonlarda bölge insanının sabrını taşıran eylemler hep ’dışarıdan’gelen gruplar eliyle olmuştur. Halkın sağduyusu çoğu yerde güvenlik güçlerinden bile tutarlı olmuş, eline silah alıp komşusunun kapısına dayanmamıştır. Milletimizin inancına ve geleneklerine karşı hassas olduğunu bilen kesimler, bunu istismar etmek için, “cami yakıldı” , “sinemada dine hakaret eden film oynatıldı” , “şehir merkezini terör örgütü işgal etti” , “Türk bayrağı ayaklar altına alındı” şeklinde doğru yanlış söylentiler yaymıştır. Kitle psikoloji etkisinde kalarak kısmen galeyana geldiğinde bile yürüdüğü yön; Kürt ve Alevi mahalleleri değil şehir merkezinde dışarıdan gelen kesimlerin toplandığı söylenen sinema, kültür merkezi ve otel gibi yerler olmuştur.
Tarihimizde acı sayfalar olarak yer alan hangi kitle eylemini incelerseniz inceleyin, eylem öncesinde o şehre muhakkak dışarıdan gruplar ve kimliği belirlenemeyen karanlık kişiler getirilmiştir. Değerlerine sahip çıktığını zanneden milliyetçi veya yurtsever gençler, samimi hisleri istismar edilerek çatışmaların tarafı haline getirilmiştir. Soğuk Savaş stratejilerine göre kamplara ayrılsalar da, her iki tarafın da yurt ve millet sevgisiyle hareket ettiklerinden kuşku yoktur. Puslu günlerin lider kadroları dahi bugün geçmişte kullanıldıklarını esefle itiraf etmektedir.
Sonuçta Anadolu insanı, Türkü, Kürdü ve Alevisiyle aynı gök kubbenin altında yaşadığı bilinciyle davranmakta ve aynı mezarlıklarda yan yana yatmaktadır. Milli Mücadele’yi birlikte vermiş, Kore’ye ve Kıbrıs’a aynı türkülerle uğurlanmış ve işgalcilere karşı son nefesini birlikte vermiştir. Bugün de yine aynı cephede omuz omuza terörle mücadele etmektedir.
Cumhuriyet halktan korkmaz! Çünkü hem Saltanatın kaldırılmasını hem de Cumhuriyet’in ilanını oybirliğiyle kabul eden ’cumhur’ Cumhuriyetine bağlıdır. Halkın Cumhuriyet resepsiyonları konusunda yüksek bürokratlar ve politikacılarca sergilenen ayak oyunlarıyla alakası yoktur. Onun istediği şey bellidir: Küçümsenmemesi, giyim-kuşamına karışılmaması, konuşmasıyla alay edilmemesi, gelenek ve göreneklerinin yok sayılmamasıdır. Bir de Cumhuriyet bayramlarında avuçlarını patlatırcasına iftiharla alkışladığı Mehmetçiği, gerektiğinde ölüme götüren savunma planlarının ve kullandığı silah sistemlerinin milli olmasıdır...
İnanıyorum ki bir gün Cumhuriyet bayramlarımızı, patenti ve markası tamamen milli yazılım ve teknoloji ürünlerinin sergilendiği kültür merkezlerini gezerek ve Türkçe isimli tank ve jetleri kullanarak güçlenmiş ordumuzu tören alanlarında gururla izleyerek kutlayacağız.
Ahmet ÜNAL
Yeniçağ