Cumhuriyetin 87. yıldönümünde..
Hayatta en hakiki mürşit...
Resepsiyona katılıp katılmama konusudur azizim...
“Katılsak mı kurtulur, katılmasak mı Cumhuriyet!!?”
Malum zevat böyle top çeviredursun, yobaz herif gerine gerine “Kemalist Cumhuriyeti devirmek üzereyiz” diye meydan okuyor...
Hazmedenlere selam olsun..
Cumhuriyetin ilk döneminde İngiliz’in kucağına oturanların devamı olan yarasalar kuytulardan sızıyorlar..
Gene aynı emperyalist Haçlı’nın kucağında ve aynı ağız ile...
Cumhuriyetin ilk yıllarından iz sürüp görelim..
Başlanılan noktada mıyız değil miyiz?.
Şimdi şu sözleri okuyunuz
“Ben de ayniyle red edip Türk’ü, tövbe Yarabbi tövbe Türklüğüme beni Türk milletinden ad etme.”
Hain Mustafa Sabri, bu sözleri Cumhuriyet’in ilk yıllarında, ihanetinden sonra İngilizler’e sığınıp tüymesi ile sarf etmiş, efendilerine güvenip meydan okumuştu...
Ermeni çeteler uğruna Kaymakam Kemal’in idamına fetva veren, Mustafa Kemal ve askerlerinin kellesini isteyen İngiliz uşağı hain Şeyhülislam Mustafa Sabri ile İngiliz çıkarları doğrultusunda, ülke birliğine silah doğrultan Şeyh Sait satılmışının müritleri ortalardadır!..
Ve cüretleri ile afişe oluyorlar tabii...
Bol makyajlı türban güzelinin, kuytulardan taşan yarasaları işaret ettiği için önemli bir uyarıcıdır aslında hatırlayınız...
Hani demişti ya; “İngilizler olsaydı daha iyi olurdu!..” diye...
Bu saldırı, bir davanın peşinde gitmenin ötesinde, emperyalizme uşaklık etmenin ifadesidir...
Haçlı saldırganların, efendilerinin petrol sahalarını rahatça işgal etmelerine önlerine atılacak kemik artıkları karşılığı satılmalarıdır...
Bu durum kendilerine, hain Şeyhülislam Sabri’den, Şeyh Sait’ten kalan seksen yıllık mirastır!.. Sevr’in davasıdır...
Mustafa Sabri adındaki bu satılmış, Mustafa Kemal’e ve İstiklal Savaşı kahramanlarını “Kudurmuş Haydutlar” diye nitelemiş, Sevr’i imzalayan İstanbul hükümetinde yer almış bir işgal işbirlikçisi...
Bu gözü dönmüş hain, milli güçler İzmir’i kurtarıp, İstanbul’a yönelince, “Şeriat yanlıları ve Ermeniler’den kuracağı bir ordu ile Türk ordusuna karşı savaşmak üzere” Padişah Vahdettin’den sadrazamlık isteyecek kadar ihaneti ileri götürmüş bir kişi... (Elim ve vahimi, Cumhuriyetin Diyanet İşleri Başkanlığı sitesinde, başkanlığın süreli yayınlarından birinde, bu hainin büyüklüğünden (!) bahsedilen yazılar biliniyor!)
Son Şeyhülislam(!) Mustafa Sabri, İngiliz Muhipleri Cemiyeti mensubuydu ve bakın ne yapmıştı:
Ulusal hareket lehinde çalışan din adamlarından başta Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi, Isparta Müftüsü Hüseyin Hüsnü, Uşak Müftüsü Ali Rıza, Burhaniye Müftüsü Mehmet, Antalya Müftüsü Ahmet Hamdi ve Sinop Müftüsü İbrahim Hilmi Efendiler olmak üzere pek çok müftüyü görevlerinden azletmiş, ulusal hareketin meşru olduğuna dair fetva veren Ankara Müftüsü Mehmet Rifat Efendi’nin idama mahkum edilmesinde etkili olmuştu...
Bu noktada bir ince ayara dikkatinizi çekebilir miyim?!
Şimdi size Mustafa Sabri’den bir “Görüş” sunuyorum:
“Milliyet, insanlardan ayrılmayan bir sıfattır. Onu kendilerine fıtratları temin etmiştir. Binaenaleyh onunla fazla meşgul olmak, hasılı tahsil ile uğraşmak kadar batıl ve beyhûde olur. Milliyet hadd-i zatında bir marifet ve kıymet ise bu herkeste vardır ve hiçbir kimsenin diğerine karşı milliyet gibi kendi kendine hasıl olan bir sıfatı, ayrıcalık ve övünme konusu yapmaya hakkı yoktur. İnsanlar kendi kazandıkları faziletlerle birbirlerinden ayrılırlar. İnsanların, faziletleri kendilerinin elde etme kabiliyetleri olmasa hayvanlara karşı bile imtiyazları kalmaz.”
Bu sözler tanıdık geldi mi!?
Mustafa Sabri, nasıl oluyor da daha o zaman “Küreselci-liberal” temelde at oynatabiliyor?!.
Ya da, günümüzün liberallerinin elindeki Haçlı reçetesi, Mustafa Sabri’yi kullananlarla aynı mı?
Ne demişti bu herif, “Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme, beni Türk milletinden ad etme”.
Mirasçısı ne diyor, “Keşke İngilizler olsaydı!..”
Behiç KILIÇ
Yeniçağ