Cumhuriyet'i Diriltmek

FRANSIZLAR “deha” kavramını bir dilin kendine özgü niteliği için de kullanırlar. Bu anlamda, çok şükür, Türkçenin dehası “diriltmek” kavramına “ölüyü canlandırmak” yerine diriliğini kaybetmiş bir kurumu ya da düşünceyi daha diri ve etkili kılmak anlamını yüklemiştir. Bugün 87. yaşını tamamlayan Türkiye Cumhuriyeti’ni artık bu anlamda diriltmek gerekiyor.

Çünkü, Mustafa Kemal kuşağının kurduğu Cumhuriyet ilk çeyreğini coşkuyla yaşadıktan sonra çeşitli nedenlerle diriliğini yitirmiş, yavaş yavaş sönen bir balon gibi yumuşamış, sıradanlaşmaya yüz tutmuştur. Oysa, büyük bir yenilgiyi parlak bir zafere dönüştüren İstiklal Harbi’nin ve tarihteki en ilginç devrimlerden birinin ürünüdür. Önüne çıkan bütün engellere, yaşadığı bütün zorluklara karşın yine de ayakta kalmış durumda. Büsbütün söner ve çökerse yazık olur. Unutmayalım ki, Cihan Harbi sonunda yıkılan üç büyük imparatorluktan birinin küllerinden yeni bir devlet olarak doğmuş, Hitler Almanyası ve Avusturya ile Amiral Horthy Macaristanı’ndan farklı bir direnişle yenilgiye dayalı barış antlaşmasını yırtıp faşizme kapılmadan bağımsız ve demokratik bir devlet biçiminde bugünlere gelebilmiştir.

Onu sönüşten kurtarmak ve eski diriliğine yeniden kavuşturmak, yalnız dünyanın bu köşesindeki bir ulusa karşı değil, Batı emperyalizminin köleleştirip sömürmek istediği bütün mazlum halklara karşı yerine getirmemiz gereken bir insanlık borcumuzdur.

Diriltmenin yolunu açmak için, her şeyden önce sönükleşmenin nedenlerini iyi bilmek önemlidir.

Bunlar, demokrasiyi devrimci cumhuriyet karşıtlığı olarak kullanmak, cumhuriyetin kuruluş felsefesini unutarak evrensel doğrularmış gibi sunulan dış kaynaklı düşüncelerin etkisinde kalmak ve sonuçta Kemalist devrimin bu topraklarda gerçek bir ulus yaratma programından sapmak olarak özetlenebilir.

Ne var ki, bugünün Türkiyesi gibi ekonomik ve sosyal gelişmesini tamamlayamamış, yani kişi başına düşen ulusal gelir düzeyini çağın gelişmiş ülkeler düzeyine çıkaramamış ve bunun hakça paylaşımını sağlayamamış bir ülkede, Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini ayakta tutma davasının aynı zamanda nedenlerin her birini olanca içtenlikle göğüslemek ve düzeltme çarelerini düşünerek ortaya koymak, başta üniversiteler olmak üzere yine Cumhuriyetin yarattığı bütün kurumların başlıca görevi olmalıdır. Ne var ki, bugünün Türkiyesi gibi özlenen ekonomik ve sosyal gelişmesini henüz tamamlayamamış, yani kişi başına düşen ulusal gelirini ve bunun sınıflarla bölgeler arasında hakça paylaşımını çağın gelişmiş ülkeleriyle az çok denkleştirememiş bir ülkede Cumhuriyetçi nitelikleri ayakta tutma hedefinin ekonomik ve sosyal gelişme hedefleriyle bağdaştırılması gerekecektir.

Dolayısıyla, halkının çok büyük çoğunluğu ayrıca İslamın inançlarına ve değerlerine bağlı olan böyle bir ülkede Cumhuriyetçiliği sürdürmek son derece özenli davranmayı zorunlu kılan çetin bir davadır.

Şenliklerle kutlanması gereken bir yıldönümünde bu tür endişeleri gündeme getirmek pek yakışık almayabilir. Ama, bayramlarımızı daha güzel günlere açılmış iyimserlik pencereleri yapmak istiyorsak, bu vesileyle endişeleri giderecek düşüncelere de birkaç yazıyla yer açmak herhalde hoş görülmelidir.


Mümtaz SOYSAL

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)