Türban, kumaştan yapılmış, doğrudan başa veya fes, kavuk gibi bir iç şapkanın üzerine sarılan uzun başörtüsü anlamına geliyor. Fes ve kavuk da türbana dâhil olduğuna göre, demek ki sadece kadınların taktığı bir başörtüsünden söz etmiyoruz. Tam tersine bir başörtüsü olarak türbandan söz ettiğimizde akla ilk gelmesi gerekenler erkekler oluyor. Bizde türban, fes veya kavuk üzerine sarıldığında, sarılmış türban, kısaca “sarık” oluyor. Yalnız, sarık artık marjinalleşmiştir ve Müslüman erkeklerimiz tercih etmiyorlar. Aczmendi türü küçük cemaatlerde hala türban var. Genel eğilime göre Müslüman erkekler kendi başlarını örtüsüz, açıkta bırakırlarken, Müslüman kadınların mutlaka örtünmesi gerektiğini söylüyor. Bu yüzden bir sarık sorunumuz olmamakla birlikte, bir türban sorunumuz nüksetmiş bulunuyor.
Başın etrafını saran örtüyü boyunda bağlayarak kafayı şişirilmiş balon biçimine büründürme şeklinde bir türban şekli tarihte görülmüyor. Bir önceki yazıda belirttiğimiz gibi, bu tarza “şulebaş” veya “şule”si atılmış haliyle “sıkmabaş” diyoruz ki, tamamen bir Şule Yüksel modasına işaret ediyor.
Müslümanlarda türbanın sarılmış hali, “sarık” var, yalnız erkekler takıyor. Sihler türbanı kendilerine has bir biçimde bağlıyor ve onlarda da erkek başörtüsüdür.
Kefiye var, Arap erkekler giyiyor, bir çeşit türbandır.
Belli bir sarılış biçimiyle türban, Antik Mısır’ın bazı firavunlarının başında da görülebiliyor. Çizgili bezler katlanmış, türban şeklini almış ve firavunun başına yerleştirilmiş.
İlk müslümanlar ve Muhammed Peygamber “Amamah” giyerlerdi. Bazen düz bir kavuk ve genellikle kavuk etrafına sarılmış türbandan oluşuyor. Bu örtü çöl sıcağından, kum fırtınasından ve güçlü güneş ışığından korunmak için yararlıydı. Muhammed’in ardılı halifeler de giydi, Emevi ve Abbasi devletlerinin yöneticileri ise gelenek haline getirdi. Halk arasında yaygın değildi, zamanla öykünmeyle halktan erkekler arasında da yayılmaya başladı. Dini bir gereklilik değildir ve erkek başörtüsüdür.
Mayalar başlarını türbana benzer başlıklarla örterlerdi. Amerikan Yerlilerinin bir kısmı da hayvan derisinden yapılmış türban giydiler.
Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Yunan ve Yahudi erkekler de eski zamanlarda sarık kullandılar.
AVRUPALI TÜRBAN
Ortaçağ ve Rönesans döneminde türban vardır. Yalnız Avrupalılar 17. Yüzyılda türbandan vazgeçti, onun yerine başlarını perukla örtmeyi tercih ettiler. Okullara türbanla girmesine izin verilmeyen Müslüman kızlarımızdan bazıları da türban üzeri peruk giymeyi tercih ediyor. Bu durumda başta bir saç görünmekle birlikte, görünen saç başa ait olmadığı için günahtan da korunulmuş olunuyor; takılış amacı bu. 17. Yüzyıl Avrupalıları ise ikisini birden takmak yerine, peruğu çıkardıklarında, dinlenirken başlarını türban ile örtüler, soğuktan korundular.
Buna karşın batı dillerinde "türban"ın ilk kayıtlı kullanımı 18. Yüzyılın sonlarına rastlıyor. Osmanlı ihraç malı olduğu yönünde işaretler var. Bir ara 20. yüzyılın başlarında yine moda oldu, unutuldu, ikinci savaştan sonra hatırlandı, yine moda oldu. Brezilya’da pazarcı kadınların başında görüldü sonra. 1960'lı yıllarda şapka Türbanın yerini aldı ve giderek batılı kadının başında türbana daha az rastlanmaya başladı.
Buna karşın Afrika ve Batı Hint Adalarında kadınlar başlarını hala türbanla örtüyor.
Afganların türbanına Lungee deniyor, ulusal bir giysidir. Peştun erkekler türbanları ile farkediliyor. Lungee, Pakistan’da da geleneksel bir giysi. Başlangıçta aşiret toplantılarında giyilirken, Peştunlar onu günlük hayatın bir parçası haline getirdi. Hindistan’da Sih erkekler Pagri veya Pagadi giyiyor, türbandır. Pagri bölgelere, inançlara göre değişen çeşitli stillere sahip. Bazı bölgelerde uzun pagri giymek asalet ve onur sembolü.
Sihlerin türbanın ise başka bir hikayesi var. Vaftiz olmuş Sihler inanışları gereği saçlarını kesemezler. Türban takmak zorunlu değildir ancak türban uzun saçı toplamak için çok kullanışlıdır; belli ki Aczmendiler de bu amaçla kullanıyor. Zamanla saçı uzun olmayanlar da bu geleneksel başlığı takmaya başlamışlar. Bazı bölgelerde Sihler için türban kimlikleriyle ilgili bir öğe haline de gelmiş. Sihler taktıkları türbanı, daha çok, Pencapça "türban" anlamına gelen ve daha saygın bir isim olduğu kabul edilen “dastār” olarak adlandırmışlar. Dastar’ın şekli, boyutu ve rengi, kast, sınıf, din ve bölgelere göre değişiyor. Bununla birlikte hepsi erkek başörtüsüdür.
İran’da mollaların başında türban görebiliyoruz. Hacılar yeşil sarıklı türban giyerlerdi eskiden. Sudan’da, sosyal açıdan yukarıda olanlar yerlerini belli etmek için büyük beyaz başlıklar giyer. Yani onlar için beyaz türban bir toplumsal statü göstergesidir.
Araplar için dinsel bir gereklilik olmaktan ziyade coğrafi bir gerekliliktir türban. Arap Yarımadası'nda yüzü ve başı doğrudan güneş ışığından korumak için geleneksel olarak takılır. Eski Arap kültüründe bir kişinin türbanını atmak, düşürmek, hakaret olarak kabul edilirmiş.
Filistin'in efsanevi lideri Yasser Arafat’ın boynundan hiç düşürmediği bir türbanı vardı; ”kefiye”dir. Poşu ve puşi olarak da biliyoruz. “Kefiye” Arapların sıcak çöl rüzgarlarına karşı kamuflaj olarak kullandıkları yöresel bir şal. Haliyle başörtüsüdür ve erkek başörtüsüdür.
ESSEYİD EFENDİNİN SARIĞI
Osmanlılarda türban kavuğun etrafına sarılırdı, sarık diyoruz. 19. yüzyıldan itibaren sarıklı türbandan vazgeçtik, “fes” giydik. Fes, türbansız ya da sarıksız konik düz başörtüsüdür. Mehmet Ali Paşa’nın Mısırından öğrendik, taklit ettik ve yenileşme işareti olarak başımıza taktık.
Kadınlar “fes” giymediler, erkek giysisidir. Buna karşın bizde “tülbent” var. Ahmet Vefik Paşa’nın “Lehçe-i Osmani”sine göre “tül” adını icat edildiği “tül” şehrinden alıyor. Bir nevi ince ve seyrek, gözleri altı kare “tülbent”tir. Ahmet Vefik Paşa, tülbent için de “İnce muslu sarıklık, imame” tarifini veriyor. Ahmet Vefik Paşa’nın “tül” dediği şehir Fransa’nın güney bölgesindeki “Tulle”dür. Bu kumaş Tulle’de 18. Yüzyılda üretilmeye başlanmıştı, oradan almış olmamız yüksek ihtimaldir. Tül ve tülbent’in tülü “Tulle”dür. “Bend” ise Farsçadır “bağ”, “bogum” anlamına geliyor. Demek ki “tül”ü “bağ”lıyoruz, daha iyisi tül-bağ’lıyoruz. Türban’dan önce kadınlarımız “tülbent” giyerlerdi, başı örtmekle birlikte, saçı bugün bildiğimiz anlamda örtmemekteydi. Herhalde bir ortaçağ icadı olan “çarşaf”ın yerini almıştı.
Kadınlar ferâce giyerlerdi. Arap kadınlarının giydikleri "torba", "dolma" diye adlandırılan çarşaflar Tanzimat'tan sonra İstanbul'a getirildi, moda oldu, yayıldı. Bize gelmeden önce Suriye'de, hristiyan ve yahudi kadınları sokağa çıkarken çarşaf giyerlerdi. Türban gibi, çarşaf da “dini-milli” bir anlam içermemektedir.
Sarık, Osmanlıda, sultanlar ve din büyükleri tarafından takılırdı. 1796’de, Paris’e ilk ikamet elçisi olarak gönderilen Osmanlı elçisi Moralı Esseyid Ali Efendi ile birlikte, sarık Batıda moda oldu. Ali Efendi görevinin ilk günlerinde Fransa kamuoyunda müthiş bir coşku ile karşılandı. Öyle ki daha görev yeri olan Paris’e varmadan Fransa’da ilk ayak bastığı yer olan Marsilya’ta top atışları ile karşılanmıştı. Fransız kadınlan Esseyid Efendinin sarığını çok beğenmişlerdi, Paris sosyetesi başına geçirmekte tereddüt etmedi. II. Mahmud döneminde türban demode oldu, sarıklılar fes giymeye başladı.
İNANÇLI ERKEKLER TÜRBAN GİYER
Gelelim bizim nev-müslümanların “türban”ına. Bazı “türban”cı odatv okurları “Türban nasıl iktidar oldu” başlıklı yazıda türban ile Said-i Nursi’nin ilişkilendirilmesine kızdılar. Ama öyledir. 2008 yılında “Vakit” gazetesi Şule Yüksel Şenler ile bir “türban” söyleşisi yaptı. Şenler o söyleşide “türban”a girmesini şöyle anrlatıyor: “...benim abi baskısıyla örtündüğümü yazmışlar. Bu tamamen yanlış ... Ağabey baskısı değil ağabey tavsiyesi vardı. O zaman risale derslerine gittim. Orada da ‘örtünün’ dediler. Ben ‘şimdi örtünemem, imanım kuvvetlendikçe kendim örtünmek istiyorum’ dedim. Zaten hoşuma gidiyordu” diyor. Demek ki “örtünün” emri “risale dersleri”nde verilmiştir. En azından Şule hanım incisi öncesi yoktur.
Vakit muhabiri ile Şule hanım arasında şöyle bir diyalog gerçekleşiyor.
“-Anneniz başörtülü müydü?
-Annem aksine, başörtülü değildi, çok modern bir hanımdı şapkalı makyajlı.
-Annenizin hiç fotoğrafı var mı?
-Var ama veremem, çünkü kendisi bir müddet sonra tesettüre girdi.
-Peki anneniz neden örtündü?
-Annem bizden etkilendi ve aynı şekilde o da Risale-i Nur derslerine devam etti.”
Demek ki şulebaş başörtüsü “nur”lu bir başörtüsüdür...
Nev-müslümanlarımız son elli yılda yeni bir din ve yeni bir örtünme biçimi icat ettiler. Bu örtünme biçimi o dinin emri oldu. Türkiyeyi islamize etme ve Cumhuriyeti dönüştürme politikasının getirileri oldular.
Artık “türban”lı hanımlar, muktedir adamların arkasında. Koro halinde “inancımızın gereği”, “özgürlük” falan diyorlar. Yalnız, ne hikmetse, o inancın gereğine türbanlı hanımların eşleri uymuyor. Hepsi başörtüsüz, türbansızdır.
Beyler, bu türbandır, erkekler takar!
Hadi bakalım....
Orhan Gökdemir
Odatv.com