Muhabir sağır, konuk da saf olunca

“ATATÜRK’ün okuduğu türkü” tartışması sakin bayram günlerinin eğlencesi haline geldi ve entellektüel seviyemizin ne kadar yüksek, toplumsal hafızamızın nasıl kuvvetli, bilgi düzeyimizin de ne derece erişilmez olduğunu bir defa daha açıkça gösterdi.
Tarık Akan bir TV programına çıktı, “Atatürk tarafından okunduğunu” zannettiği bir türkü kaydı dinletti, güzide basınımız “Amanın ne kadar büyük bir keşif!” diye ortalığı toz-duman etti ve netice: Tarık Akan’ın yayına getirdiği ses kaydı, Can Dündar’ın kameramanına ait çıktı.
İşin gerçeğinin Can Dündar tarafından açıklanmasından önce ekranlarda arz-ı endam eden bir de “tarihçi” derîîîn teknik bilgiler verdi: “Atatürk’ün sesini plâğa kaydedip beğenmediği kayıtları kırması diye birşey sözkonusu olamaz, zira o devirde plâklara doğrudan kayıt yapılmıyordu, kalıp çıkartılıp basılması lâzımdı” buyurdu.
Her konuda ahkâm kesmeye meraklı olan böyleleri tek seferlik kayıtların tâââ 1900’lerin başından itibaren vârolduğunu, taş plâkların kalıp gerektirmeden de doldurulabildiğini, “Decelith”in yaygınlaşmasından sonra bu işin daha da kolaylaştığını nereden bilsinler? Hattâ bir zamanlar İstanbul’daki bazı plâk şirketlerinin parasını veren herkese doğrudan kayıt sistemiyle tek bir adet hatıra taş plâk kaydı yapmış olduklarını ve bu kayıtlardan binlercesinin hâlâ mevcut olduğunu?
“Atatürk’ün okuduğu türkü” meselesi, dün Hürriyet gazetesi sayesinde bana kadar uzandı, ama nasıl?
NE DEDİM, NE ANLAMIŞ?
Hiç etmediğim bir söz, benim ifadem imişcesine dün Hürriyet’in sayfalarındaydı! Gûya, Tarık Akan’ın “Atatürk’e ait olabilir” dediği ses kaydının aynının bende de bulunduğunu söylemiştim!
Hem vallahi, hem billâhi, böyle bir lâf etmedim; üstelik Hürriyet’te bana atfen yazılanların tam tersini söyledim ama dediğimi anlayacak muhabir nerdeee?
Hadise şöyle oldu: Önceki gün Hürriyet’ten bir hanım muhabir aradı ve “Atatürk’ün okuduğu türkü” hakkında görüş istedi. “Cuma günü bu konuyu yazacağım için müsaade edin birşey söylemeyeyim” dedim.
Sormaya devam etti, “Türküden sonra bazı konuşmalar var, onlar hakkında birşeyler söyler misiniz?” diye sordu. Meselenin asıl önemli tarafı o konuşma idi ama belli ki, ne olduğunu anlamamışlardı. “O kayıt çok kişide vardır, bende de var. Reha Muhtar kendi programında yayınlamıştı” dedim ve “Öbür gün yazacağımı söyledim, rica edeyim benden birşey kullanmayın, yanlış olabilir” diye tekrar ettim. Bu defa “Reha Muhtar bu yakınlarda mı yayınladı?” diye sordu, “Kaç senedir haber programı yapmadığını bilmiyor musunuz?” cevabını verdim.
Ve, netice: Dünkü Hürriyet’te fotoğrafımın yanında bir başlık: Bana “Aynısı -yani türkü plâğı- bende de var” dedirtip komediye iştirak ettirmişler... Ben, Atatürk’ün Celâl Bayar’a hitaben yaptığı konuşmanın kaydından bahsediyorum; kızcağız aklını plâğa takmış olduğu için dinlemiyor, söylediğimi “O plâk bende de var” diye anlıyor!
GRUBA BAK, GRUBA!
Yayına çıkan oyuncu internetten gelen herşeye inanacak kadar saf, konu hakkında etraftan görüş almaya çalışan muhabir de söyleneni idrak edemeyecek derecede sağır yahut anlayışsız ise, ortaya böyle şeylerin çıkmasına hiç şaşmamak gerekir!
Televizyoncusu on küsur senelik ses kaydını “Atatürk’ün sesi” zanneden konuğuna tek lâf etmez... Canlı yayın muhabiri “Çocuk sesi duyulmuş”u “Çocuk cesedi bulunmuş” diye anlayıp kaybolmuş yavrucağızın annesini krizlere sokar... Sonra, gafını düzeltmek için bulunan sanki düşürülmüş bir anahtar yahut cüzdanmış veya Türkçe’de “ses bulmak” gibisinden bir söz varmış gibi “Afedersiniz, çocuk cesedi değil, çocuk sesi bulunmuş” diye kıvırır... Gazetenin muhabiri de muhatabının söylediğini başka tarafından anlayıp “Aynı plâk onda da varmış” diye yazar...
Programın konuğundan yapımcısına, uzmanına ve muhabirine kadar hepsinin kulağına da, bilgisine de, anlayışına da kurban olsunlar!
Gruba bakın gruba!

Murat Bardakçı
Habertürk
Daha yeni Daha eski