88 Yıllık Başkent

SEVGİLİ okuyucularım, yazılarımda bazen geçmişteki önemli günlere değiniyorum çünkü yakın tarihimizi bile bilmeyen, bilsek bile unutan bir toplum olduk. Hele genç kuşaklar hiçbir şey bilmeden yetişiyor.
Bugün 13 Ekim. Orta Anadolu’nun kerpiç evlerden oluşan küçücük beldesi Ankara, zafer kazanan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 88 yıl önce bugün başkent ilan edilmişti.
Şimdi geriye bakınca bu olayı basite indirgemek mümkün! Ama o günlerde Türkiye’de akıl almaz şeyler oluyordu. Şimdi o günlere çok kısaca bakalım.
9 Eylül 1922. Türk Ordusu İzmir’e girip vatanı kurtardı.
24 Temmuz 1923. Lozan Anlaşması imzalandı, kapitülasyonlar kaldırıldı ve yeni Türk devletinin egemenliği dünya tarafından tanındı.
2 Ekim 1923. Son düşman askeri İstanbul’dan. Osmanlı’nın işgal altındaki başkentinden ayrıldı.
13 Ekim 1923. Tek maddelik teklifi ile Ankara’nın başkent olması kabul edildi…
Ve hemen ardından 29 Ekim 1923, Cumhuriyet ilan edildi.
Artık devrimler başlayacak, Türk devleti uygarlığa doğru koşacaktı.
***
Ancak asıl ilginç süreç Ankara’nın başkent ilan edilmesinden sonra başladı. Savaşta yendiğimiz emperyalist ülkeler, Ankara’nın başkent olmasını tanımadılar. Evet, resmen tanımadılar. Onların gözünde başkent İstanbul’du. Er ya da geç yeniden böyle olacaktı! O nedenle, İstanbul’daki Osmanlı büyükelçiliklerini Ankara’ya taşımayı reddettiler.

Türk Dışişleri Bakanlığı bunlara ısrarlı çağrılarda bulundu ama hep aynı yanıtı aldı:

“Hayır, gelmiyoruz!”
Dünya diplomasi tarihinde böyle bir olay olmamıştı. Direnenlerin başını İngiltere çekiyordu. Fransa, İtalya bazı başkalarının tavrı da aynıydı. O dönemde yapılan yazışmalar ve arşivler artık açık. İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisi Henderson, ülkesine şöyle yazıyordu:

“Ankara’nın başkent olarak kalması, Mustafa Kemal’in plan ve ihtirasları için gereklidir. Ben bugünkü Büyük Millet Meclisi’nin iki yıllık ömrü olacağını ve Ankara’nın da iki yıl daha başkent olarak kalacağını sanıyorum. İstanbul’un çekim gücü fazladır ama Türk hükümetini tekrar Boğaz kıyısına çekebilmek için iki yıldan fazla bir zaman gerekebilir… Büyükelçiliğimizi Ankara’ya taşımaya gerek yoktur.”
Aradan iki yıl geçmiş, 1925 yılına gelmiştik… Ve Ankara’da sadece iki ülkenin, Sovyetler Birliği ile Afganistan’ın büyükelçiliği vardı. Ötekiler direniyordu.
Sonra geldik 1928 yılına, ilk çözülme İtalya ile başladı ve büyükelçiliğini Ankara’ya taşıdı. Ardından Fransa ve İngiltere çözülmek zorunda kaldı…
Ve İngiltere, büyükelçiliğini 1930 yılında, Ankara’nın başkent oluşundan tam yedi yıl sonra Ankara’ya taşıdı!
Büyükelçilikleri Ankara ya çekebilmek için o dönemde çeşitli adımlar atıldı. Onlara çok büyük araziler verildi Bugünkü Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Polonya büyükelçilikleri ve ötekilerin çoğu, işte o dönemde Çankaya ve Kavaklıdere’de verilen o büyük araziler üzerinde kuruldu.
***
Ankara’nın başkent olduğu 1924 yılında Anayasa’ya girdi. Kurtuluş Savaşı günlerinin çorak ve küçük beldesi, adını artık bütün dünyaya duyuruyordu. Mustafa Kemal Paşa o tarihlerde ünlü sözünü söyledi.

“Ankara başkenttir ve ebediyen (sonsuza kadar) başkent kalacaktır.”
Bugün Ankara’nın başkent oluşunun 88. yıldönümü göstermelik törenlerle kutlanacak!
Bugün anayasamızın bazı değiştirilemez hükümleri var. Onlardan biri de Ankara’nın başkent olması…

Ve bazı sapıklar işi o derece ileri götürdüler ki, bu hükümlerin bile yeni anayasa ile kaldırılmasını istiyorlar…
Ve başımızda bir iktidar var ki, onların beynindeki başkentimiz Ankara değil, İstanbul!
Başta Tayyip olmak üzere yaşamların çoğu İstanbul’da geçiyor, Türkiye’yi perde arkasından İstanbul’un İslamcı para babaları ile holding patronları yönetiyor.

Gönüllerinde Ankara değil, Osmanlı’nın başkenti İstanbul yatıyor!
Daha da çoook yatar!
——-
Sözcü’de İki Yıl
SEVGİLİ okuyucularım, yazımın bu ikinci bölümünde yine bir yıldönümünden söz edeceğim! Ama bu yıldönümü sadece benim için önemli.

Bugün Sözcü Gazetesi’nde ikinci yılım doldu.

2009 yılının 13 Ekim günü Sözcü’de ilk yazım çıkmıştı.
İnsan bazen bir şeye karar verir, bir süre geçtikten sonra yanıldığını anlar. O zaman “Eyvah” der. Ya da yanılmadığını görür. “Çok doğru karar vermişim” diye düşünür.
Tam iki yıldır yazdığım Sözcü de bir gün olsun “Eyvah, yanılmışım” demediğime lütfen inanın. Bir gazeteci, ama özellikle köşe yazarı için en önemli şey yazdıklarının sansüre ve baskıya uğramadan yayınlanmasıdır.
Bu korkaklık ve sansür olayını Hürriyet’te çok yaşadığım için en iyi bilenlerden biriyim!

“Aman hükümeti kızdırmayalım ki, aman Tayyip bey kızmasın, o konuyu yazma, bu konuyu şöyle yaz, yazının şu bölümü uygun değil. “ gibi korkaklıklara yüzlerce kez tanık olan bir gazeteci düşünün ki şimdi istediği gibi yazıyor ve kendisine hiç kimse karışmıyor.
Gazeteci için bundan büyük bir mutluluk yoktur ve olamaz.
İki yıldan bu yana çalışma arkadaşlarıma ve Sözcü nün yöneticilerine bir gün olsun kırılmadım, kızmadım.

Bu süreç içerisinde gazetemizi elbirliği ile yücelttik, yükselttik ve Türkiye’nin dördüncü büyük gazetesi yapmayı bile başardık.
Hem de kupon kestirmeden, vıcık vıcık magazin ekleri vermeden, hiç kimseye yağlama yıkama yapmadan.

***
Günümüz iktidarı döneminde muhalefet yapmak, eleştirmek, olayların üzerine korkusuzca gidebilmek kolay değil. Öteki gazetelere baktığınız zaman bunun ne demek olduğunu daha iyi görürsünüz.

Korkaklık, pısırıklık, patron çıkarları, yalakalık, yalan haber, din sömürüsü, din tüccarlığı, Fethullahçılık, demokratlık yutturmacası Kürtçülük iktidara düzülen övgüler, artık mide bulandırıcı duruma geldi.
Sözcü’nün eksikleri yok mu? Elbette var. Örneğin internet sitemiz yok. Biz çok mütevazı olanaklarla çıkan bir gazeteyiz. Arkamızda büyük sermaye güçleri, para babası iş adamları yok, Peki kim var?
Sizler varsınız. Sizlerin olması bizim için yeterlidir.
Sizler, yani Atatürkçü, laik, yurtsever, yürekli, ülkemizin bunlar eliyle nerelere sürüklendiğinin bilincinde olan okuyucularımız.
Gücümüzü sadece sizlerden alıyoruz.
Ben 35 yıla yaklaşan gazetecilik yaşamımın en mutlu ve huzurlu dönemini bu gazetede yaşadım çünkü bizim aramızda cambaz, soytarı, hokkabaz, liboş, İş takipçisi, yobaz vesaire yok.
Evet, bir kez olsun baskı görmek bir yana, ima yoluyla bile olsa hissetmedim. Ne istiyorsam burada özgürce yazdım.
Bugün iki yılımı doldurduğum Sözcü ile birlikte patronumuz Burak Akbay ve A’dan Z’ye bütün çalışma arkadaşlarıma teşekkür etmek boynumun borcudur.


Emin Çölaşan
SÖZCÜ

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)