Dördüncü Bozgun

Türk Ordusu”nun Askeri alanla sınırlı kalmayıp ekonomik ve siyasi kayıplar sarmalıyla devlette onulmaz güç kaybına yol açan, milletin geleceğini derinden etkileyen 3 ağır yenilgisi vardır.

1683 İkinci Viyana Kuşatması’nın bozguna dönüşmesiyle gerçekleşen ilk büyük yenilgi Avrupa’ da iki yüz yılı aşkın süren Türk üstünlüğünü sona erdirmiştir. Bozgunun ardından Belgrad’a kadar çekilen ordunun yeniden toparlanıp kaybedilen toprakları geri alması mümkün olmayacaktır. 1699 Karlofça Antlaşması yenilginin kabulü ile batı üstünlüğünün tescili anlamına gelmektedir.

İkinci bozgun 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı”nda yaşanacaktır. Balkanlar ve Kafkasya olmak üzere iki ayrı cepheden saldıran üstün Rus kuvvetleri karşısında tutunmaya çalışan Türk Ordusu fazla direnemeyecektir. Kafkas Cephesinde Gazi Ahmet Muhtar Paşa”nın kısmi başarılarının ardından cephe yarılır, Ruslar Erzurum”u işgal eder. Balkan cephesinden geriye kalansa gönül tesellisi kabilinden Gazi Osman Paşa”nın destansı Plevne savunmasıdır. Plevne düştüğünde önlerinde hiçbir engel kalmayan Rus ordusu vakit geçirmeksizin Osmanlı payitahtına, Yeşilköy”e (Ayastefanos) dayanacaktır! Ayastefanos”ta dayatılan ağır yenilgi hükümleri Rusların büyük zaferinden panikleyen İngiltere”nin ( Kıbrıs”ı iç etmesi karşılığında ) müdahalesiyle Berlin”de kısmen yumuşatılsa bile Balkan coğrafyasının önemli bir kısmıyla Bulgaristan Osmanlı”nın elinden çıkacaktır.

Üçüncü Bozgun 1912 Balkan Savaşı”nda yaşanacaktır. 1911”de İtalya”nın Trablusgarp ( Libya ) işgalinin şoku atlatılmadan Balkan devletleri Hasta Adam”ın üzerine çullanacaklardır. 1908 II. Meşrutiyet sonrası kendisini politik kavgaların ortasında bulan, hiyerarşisi alt üst olmuş ordunun aldığı yüz kızartıcı yenilgiler zincirinin ardından Balkan bağlaşıkları Çatalca önlerine kadar ilerleyeceklerdir. Askeri yenilginin millet üzerindeki yıkıcı etkisi en çok bu son savaşta hissedilir. 500 yıllık vatana “Elveda Rumeli” diyerek yollara düşen sivil halka uygulanan vahşetin boyutları tarifsizdir. Sırp, Yunan, Bulgar, Karadağ ordularının acımasız kırımından kurtulup kaçabilenler de ağır kış koşullarında açlıktan, hastalıktan yollarda telef olacaklardır. İstanbul”a ulaşabilenler ise cami avlularında, harabelerde, saçak altlarında, aç sefil titreşmektedirler.

Halk, göz açıp kapayıncaya kadar geçen birkaç ay içinde koskoca Rumeli”nin yitirilip düşmanın neredeyse İstanbul kapılarına dayanmasının baş sorumlusu olarak orduyu görmektedir. Öyle ki milletin aşağılayıcı bakışları altında yenilginin utancıyla bir kat daha ezilen subaylar sokağa çıkamaz olmuşlardır. Üniforma bir nefret simgesidir artık. Cephedeki bozgun salgın bir hastalık misali toplumun bütün kesimlerine sirayet etmiş, yenilgi psikozu halkı adeta tutsak etmiştir. Üniforma halka unutmak istediği utanç verici bozgunu hatırlatmaktan öte bir anlam taşımamaktadır!

Türk Ordusu altında ezildiği yenilginin cevabını 3 yıl sonra 1915”te Çanakkale”de verecektir. Balkan Felaketinin intikamı dünyaya hükmeden kibirli hasımlar karşısında Gelibolu”da alınacaktır. Mehmetler kendilerini bağışlatmak için Seddülbahir”de, Anafartalar”da, Conkbayırı”nda kanlarını sebil edecektir! Çanakkale bir coğrafi terim olmaktan çıkmış, milletin var olma, ordunun savaşma azmini bileyip ayağa kaldıran manevi güç kaynağının, yeniden dirilişin adı olmuştur! Ordu yeniden halkın kolektif gurur kaynağı, üniforma Balkan utancının değil, Çanakkale destanın simgesidir artık!

Birinci Paylaşım Savaşından yenik çıksak ta Balkan sinikliğini üzerinden atan Mehmetleri Bismillahla yeniden silaha davrandıran Çanakkale”nin verdiği özgüvendir. Batının Şark Sorunu dediği Osmanlı mülkünü bölüşüp yüzyılların rüyasını gerçekleştirme hesabını Kurtuluş Savaşı”yla tersyüz eder Mehmetler. Dört yılı aşkın süren Büyük Harbin başta Çanakkale olmak üzere değişik cephelerinde kan ve ateş çemberinden birlikte geçtiği komutanların ardında iştahla savaşır.

Mehmet Türk milletinin kaderinin belirlendiği 22 gün 22 geceli Sakarya Melhame-i Kübrası”nın ( Kan Gölü ) galibidir. 26 Ağustos 1922” de Afyon”dan başlayıp, 30 Ağustos Dumlupınar Meydan Muharebesi”nin ardından 9 Eylül”de İzmir”de sonlanan mucizenin mimarıdır. Kordonboyu” na dörtnal giren süvarilerin parlayan mızrakları Balkan bozgununun zihinlerdeki son tortularını da silivermiştir.

Kurtuluş Savaşı”nda askeri inisiyatif cephelerle sınırlı kalmaz. Ankara ile Anadolu üzerinde otorite yarışına girişen İstanbul” un etkisiz kılınmasında belirleyici olan ordudur. Askeri zaferin uluslar arası tescili olan Lozan Antlaşması”nı imzalayacak heyetin başkanı Batı Cephesi Komutanıdır. Osmanlının emperyalistlerce itelenip kakalandığı zillet döneminin yakın tanığı olan asker aynı durumun yeniden yaşanmasına olanak vermeyecek bir sistem arayışı içindedir. Zaferin ardından ortaya çıkan yeni devletin kurucu kadrolarının asker ağırlıklı olmasının tarihsel nedenleri üzerinde düşünülmelidir.

Ulus devletin, tekil yapının tercih edilmesi yaşanan acı deneyimlerden ders çıkarıldığını göstermektedir. Milli ekonomiyi esas alan bir devletin ordusu ve bürokrasisi başta olmak üzere bütün kurumlarının milli olması kaçınılmazdır. Ordu, kurtuluşunu sağladığı ülkenin, kuruluşunda pay sahibi olduğu devletin korunup kollanmasını varlık nedeni olarak görecektir. Devletin ve rejimin kuruluş felsefesi doğrultusunda sürekliliğinin sağlanması, bu çizgiden saptırmaya yönelik iç ve dış tehditlerin bertaraf edilmesini birincil görev addedecektir.

Ordunun, Türkiye Cumhuriyeti”nin devlet sistematiği ve rejim denkleminde belirleyici bir güç odağı olarak kurumsal varlığını sürdürmesinde yakın zamana kadar bir sorun yaşanmamıştır. Geniş halk kesimlerince iç ve dış tehditlere karşı caydırıcı bir güven kurumu olarak algılanmış, konumuna ve kurumsallığına itiraz edilmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti”nin ulusal güvenlik stratejisinin oluşturulmasında, dış politikasının belirlenmesinde önerileri dikkate alınmış, katkısına ihtiyaç duyulmuştur. Türkiye”nin komşularıyla ihtilafların çözümünde caydırıcı bir dinamik olarak her zaman diplomasinin elini güçlendirmiştir. Değişik siyasal iktidarlar döneminde Genelkurmay Başkanlığı ile Dış İşleri Bakanlığının uyum içinde çalışması anlatılanlarla ilgilidir.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan yakın geçmişe kadar devam ede gelen tayin edici kurumsal ağırlığına itirazla kalmayıp varlığını ortadan kaldırmaya yönelik olduğu anlaşılan stratejik saldırının nedenlerine gelmenin zamanıdır. Uğratacakları dördüncü bozgunla Türk Ordusu’nun imhasını amaçlayan saldırının dışarıdaki ana karargahıyla içerdeki uygulayıcılara sözü getirelim artık:

1980′lere gelindiğinde emperyalist sistemin ideolojik ve ekonomik olmak üzere iki koldan başlattığı neo liberal saldırısı ülkemizi de ciddi biçimde etkilemiştir. Türkiye”ye dayatılan neo liberal politikalarla başlayan özelleştirme furyasıyla kamu varlıklarının yağması Türk ekonomisini kısa zamanda milli olmaktan çıkarmıştır. Milli burjuvazi yaratmak amacıyla Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana devletçe desteklenip geliştirilen sermayenin tekelci aşamadan sonra uluslararası sistemle bütünleşip gayrı millileşmesi Türkiye”deki dönüşümü kolaylaştırmıştır. Anlatılan süreçte ekonominin milli olmaktan çıkarılmasının ardından diğer dinamikler dönüştürülmekte, direnenler ise acımasızca tasfiye edilmektedir. Bir diğer söylemle Türklerin Türkiye”sinden sistemin Türkiye”sine geçilirken bütün kurumların bu yönde bir uyarlama işlemine tabi tutulmasına tanık olmaktayız. Devlet aygıtının uyumlulaştırılması, bürokrasideki milli unsurların tasfiyesi şeklinde gerçekleştirilmektedir.

Bürokratik pramidin tepelerinde görünüşte dini motifleri ağır basan kişilerin bulunması bahse konu tasfiyenin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Aslında mesele son derece basittir: Süreç içinde gelenekselleştirilip milli kültüre dönüştürülen İslam algısının buharlaştırılıp, milli kodlardan arındırılarak vatansızlaştırılmasıyla ortaya çıkan post modern muhafazakarlıkta bağımsızlık, ulusal onur, milli kurumlar anlamını yitirmektedir! İnancın vatansızlaştırılmasıyla kişinin devletine ve halkına yabancılaşıp sisteme hizmet etmesi aynı süreçte gerçekleşmektedir.

Küresel sistemin verdiği role uygun ekonomik yapı, sisteme uyumlu siyasal iktidar, sisteme itaati dindarlığın doğal icabı sayan post modern yazılımlı mütedeyyinler günümüz Türkiye”sinin panoramik fotoğrafıdır. Bu panoramik fotoğrafta yer bulanlar ülkelerinin, ulus devletlerinin dağıtılmasındaki doğrudan veya dolaylı katkılarında dine aykırı bir yön bulmamakta, kalp huzuru içinde sistemin buruklarını yerine getirmektedirler. İşin ilginç tarafı geniş halk kesimleri de bu türden mütedeyyin kişilerin devlet yönetiminde olmasının yarattığı güven duygusu içindedir. Yaratılan bilgi ve algı kirliliği sonucu bu türden kadrolar tarafından ulus devletin tasfiyesine yönelik girişimleri demokratikleşme ve sivilleşme olarak algılamakta ve onaylamaktadır!

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Atatürk’ün mirasının yeminli muhafızlığından tard edilmesinin ve rejim dinamiği olmaktan çıkarılmasının ön koşulu itibarsızlaştırılmasıdır. Yeni Türkiye’nin ekonomik ve siyasal iktidarı itibarsızlaştırma operasyonunun başını çekmektedirler. Amaç halkın bilinçaltındaki vatan kurtaran, devlet kuran, ülkeyi koruyan ordu algısının değiştirilmesidir. Ordunun kesin yenilgisini hedefleyen post modern kampanyayla milletin ve ülkenin güvenliğinin teminatı asker algısının demokrasi ve sivillik karşıtı bir umacı figürüne dönüştürülmesi için gerekenler yapılmaktadır.

Askerin örselenmesi, 1908 II.Meşrutiyet’inden bu yana koruduğu mevzilerinden sökülerek yenilgi psikozu içinde kışlaya hapsedilmesi için inceden inceye hazırlanmış bir stratejinin gerekleri adım adım yerine getirilmektedir. Stratejinin İki koldan uygulamaya sokulduğu anlaşılmaktadır: Bir yandan hiyerarşik bir suç örgütü olarak algılanmasını hedefleyen davalar zinciriyle - hukuk araçsallaştırılarak - zihinlere bir suç örgütü olarak kazınmaktadır. Diğer yandan siyasal iktidar temsilcilerinin yakın geçmişin YAŞ toplantılarında benimsemedikleri kararlara şerh düşmekten ileri gidemeyen utangaç muhalefetinin yerini alan açıktan saldırısıyla sivilleşme savaşının mağlubu olmaya zorlanmaktadır!

2010 ve 2011 YAŞ sürecinde iktidar temsilcilerinin yaklaşım ve söylemlerine dikkat edilirse bir yandan iktidarın gücü gösterilirken diğer yandan askerin kamuoyu nezdinde küçük düşürülmesine, onurunun kırılmasına yönelik bilinçli bir tutumun tercih edildiği anlaşılmaktadır. Sistemin medyası halktaki geleneksel asker algısını olumsuza dönüştürmek için kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getirmektedir. Türkiye’de yaşanan her türden olumsuzluğun faturası askere çıkarılmakta, ülkenin ekonomik ve siyasal olarak küresel sisteme teslimiyeti kutsanmaktadır. Cumhuriyetle kapanmamış hesabı olan her türden kişi ve kurum statüko ve militarizm mağduru olarak tasvir edilmektedir. TSK’yı kurumsal bir suç örgütü olarak tanımlayıp, ülkenin bütünlüğünü savunamayacak derecede özgüven kaybına uğratıp sindirmeye yönelik kampanyayla örtüşen biçimde etnik bölücülüğün silahlı saldırılarının yoğunlaşmasının gözden kaçırılmaması gerekiyor.

Bu türden itibarsızlaştırma operasyonları kurgulayanların arzu ettikleri şekilde sonuçlanırsa -yaşanacak dördüncü bozgunla- TSK hasımla cephede savaşmadan yenilen, post modern saldırıyla kışlasında imha edilen ilk ordu olma özelliğini taşıyacaktır.

Ülkenin Güneydoğusundan her an başlayabilecek bir etnik kalkışmanın iç savaşa dönüşerek ülkeyi cehenneme çevireceği günlerin arifesinde TSK’ nın kurumsal tasfiyesine, dördüncü bozgunu yaşatmaya yönelik içerdeki ittifakın kompozisyonuna -dışarıdaki kurmay desteğini gözden kaçırmadan- dikkatlice bakılmalıdır. Ardından tarih bilincimizin süzgecinden geçirerek Milli Mücadele Ankara’sına karşı Mütareke İstanbul’unda İngiliz işgalcilerinin arkaladığı şer ittifakı hatırlanmalıdır. Yakın tarihin deneysellik prizmasından bakıldığında Dersaadet’in siyasal iktidar, işbirlikçi kalemler, bölücüler, İngilizci din tacirleri koalisyonunun günümüzdeki manevi mirasçıları apaçık görülecektir!

Av. Hüseyin Özbek/İstanbul Barosu Genel Sekreteri
İLK KURŞUN
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)