Somut Durumun Somut Tahlili

Türkiye’nin iç ve dış siyasette yaşadığı sıkıntılar, diğer etkenlerin yanında, sorunlara bütüncül bakamamaktan da kaynaklanır. Sanki siyasal- iktisat bir bütün değilmiş gibi, sanki iç ve dış siyaset birbirinden ayrılabilirmiş gibi, sanki yeni anayasa ile açılımlar birbirinin tamamlayanı değillermiş gibi davranılır. Adeta kafalar kuma gömülür ve beklemeye başlanır. İşin acı ve tuhaf yanı, bunu da en çok dilinden “proaktif diplomasi” lafını eksik etmeyen, gelişmelere karşı ön almaktan söz edenler yaparlar. Batının kuryesi, postacısı olarak görev üstlendiklerinden, gelişmeleri yakından değil, uzaktan izlerler.

Birkaç örnek verelim. Mesela, Irak merkezi yönetiminin, İran ve Suriye’nin Batıya karşı direncini içten içe sevinçle, keyifle karşıladığını göremezler. Tahran ve Şam’ın direnişinin, ABD’ye karşı Bağdat’ın elini güçlendirdiğini kavrayamazlar. ABD’nin siyasi, iktisadi, askeri açıdan inişe geçmesinin, Irak merkezi yönetiminin manevra sahasını genişlettiğini ve İran’ın bu ülkedeki etkinliğini artırdığını anlayamazlar. Bu durumun, Rusya ve Çin’in daha cesur tavır almalarını, ABD’ye karşı daha dik durmalarını sağladığını tahlil edemezler. Bu durumun, BM Güvenlik Konseyi’nde çekimser kalan, tarafsız görünmeye çalışan Avrasya’nın iki büyük gücünün, Batıya karşı daha etkili tepki vermesinin önünü açtığını saptayamazlar.

Yeni anayasa tartışmaları ve terör eylemleriyle gündemi dolu olan Türkiye’nin ABD’nin peşinden gitmesi, “komşularla sıfır sorun” politikasının kısa sürede iflas etmesi, bölünme tehlikesinin iyice artması, hep bu politik miyopluğun ürünleridir. Önce Irak’ın, devamında Suriye’nin bölünmesinin, sonrasında İran’ın çevrelenmesinin, Türkiye’nin parçalanmasını kolaylaştıracağını görmemek, tersine eş başkan olmakla övünmek, Büyük Ortadoğu Projesi’nin gereklerini yerine getirmekle gururlanmak, bu ufuksuzluğun, dar görüşlülüğün kanıtıdır. Nitekim bu durum, emperyalist destekli terör örgütünün ve uzantılarının elini güçlendirmiştir.

Oysa Türkiye bölge ülkeleriyle ittifak arayışına girebilir. Suriye ve İran’ın istikrarsızlaştırılmasına karşı direnebilir. Böyle yaparsa hem itibarı artar, hem de etkinliği. Bölücü teröre karşı da eli güçlenir. Terörle mücadelesini küresel ölçekte daha net, daha yüksek sesle anlatır, arkasına komşularının ve bölge ülkelerinin desteğini aldığı için. Bu durum bölgesel ticarete, sınır ticaretine de yansır. Nitekim Suriye ile yakınlaştığımız dönemde artan karşılıklı ticaretin, hızla kesilmesi ve Suriye’nin bizden yaptığı ithalatı durdurması bunun kanıtıdır. Siyasi açıdan Batıya olan bağımlılığın azalması, iktisadi açıdan özgürleşmeyi, kendi potansiyelimize yönelmeyi, yeniden sanayileşmeyi, kalkınmayı, üretimi, tarımı, ihracatı düşünmeyi de beraberinde getirir.

Bakmak mı Görmek mi?

Türkiye şunu görememiştir. Afganistan ve Irak’ın toplam maliyeti 3.5 trilyon doları geçtiği ve ekonomisini kurtarmak için hazırladığı toplam 2 trilyon dolarlık paket işe yaramadığı için ABD’nin gücü hızla azalmaktadır. Telaşı, acelesi bundandır. Bu nedenle ABD uğruna fedailik yapmak, kuryelik yapmak, taşeronluk yapmak Türkiye’nin yararına değildir. Libya ve Suriye’de yaşananlar için “Sabrımız taşıyor” deyip müdahale etmeyi düşünmek, ama Kuzey Irak’ta yuvalanan terör örgütüne karşı ancak yılda bir kez sınır ötesi operasyon yapmak, (o da kamuoyunun baskısı ve ABD’nin izniyle) ciddi bir devlete yakışmaz. Dahası bu tür söylemler, sert çıkışlar Türkiye’nin itibarını zedeler. Bir ülkenin dediğini yapmaması, sadece esip gürlemekle, tehdit etmekle yetinmesi, onun ciddiyetine, caydırıcılığına, saygınlığına gölge düşürür. Zafiyetini yaygınlaştırır. Bu yüzden Türkiye’de diplomaside görülen zafiyet terörle mücadelede de görülmektedir.

Kimileri, terör örgütünde şahinler ve güvercinler olmak üzere iki kanat, iki kutup olduğunu belirterek, terör örgütü lideri Öcalan’ı adeta “barış yanlısı” olarak sunmakta, pazarlamaktadırlar. Onlara göre İmralı güvercin olmuştur, Kandil ise şahindir, savaştan yanadır. Yine onlara göre Öcalan barış istemekte, Kandil ise savaş lordlarıyla, uyuşturucu ve silah baronlarıyla beraber hareket etmekte, terör eylemlerini sürdürmektedir. Bu yorumlarda bir zamanlar “bebek katili, terörist başı” denilen Öcalan’ı aklama, şirin gösterme, barış elçisi olarak cilalama çabası da vardır. Adeta yeni bir Nelson Mandela yaratmayı amaçlamaktadır. Sonuçta genel affın gündeme gelmesini, Öcalan’ın serbest kalmasını hedeflemektedir. Öcalan’a ev hapsi için arsasını bağışlamayı öneren Ufuk Uras ile Öcalan’a paşalık verilmesini gündeme getiren Mümtazer Türköne’yi, iktidar yandaşlığında buluşturan siyasi iradeyi, moda deyimle iyi okumak gerekir.

Oysa terör örgütü yumuşak gücünü sert gücüyle desteklediği, görüşmeleri terör eylemleriyle beslediği için inisiyatif sahibi olmuştur. Partisi, medyası, mütareke basınındaki maaşlı – maaşsız yandaşları, sivil toplum kuruluşları, üniversitelerdeki, sendikalardaki, meslek odalarındaki sempatizan ve militanlarıyla güçlü bir örgütlenme, lobi ve propaganda ağına sahiptir. Yurt içinde ve yurt dışında uyuşturucu başta olmak üzere her türlü yasal ve yasa dışı gelir kaynaklarıyla bu büyük ağı beslemekte, tahkim etmekte ve terörü, müzakere masasında etkili bir kaldıraç olarak kullanmaktadır. Terörle siyasi partiyi, teröristle siyaseti, parayla medyadaki destekçilerini beslemektedir. Arkasındaki asıl büyük gücün de ABD emperyalizmi olduğunu hiç gizlememektedir.

Siyaset yapmak için, somut durumun somut tahlilini yapabilmek gerekir. Hele de Türkiye gibi bir çevre ülkede, tedarikçi ekonomide siyaset yapmak söz konusu ise emperyalizmi iyi tanımak şarttır. İktisadi tahlil, sınıfsal tahlil, kuvvet tahlili yapmak zorunludur. Tam da bu noktada, Marksizm ve üçüncü dünya konusundaki yetkin düşünürlerden Samir Amin’e kulak vermek gerekir: Emperyalist bir devletin beş özelliğe sahip olması lazımdır: 1) İktisadi Güç. 2) Askeri güç. 3) İleri teknoloji. 4) Etkili kitle iletişimi. 5) Doğal kaynakların verimli kullanımı.

ABD, henüz Obama başkan seçilmeden önce yumuşak gücünü (soft power veya smart power derler) devreye sokacağını açıklamıştır. Obama’nın en önemli vaatleri arasında 2011 sonunda Irak’tan, 2014 sonuna dek de kademeli olarak Afganistan’dan çekilmenin olması, bu ülkenin düşüşte olduğunun, bizzat başkanınca kabul edilmesidir. Ancak bu kabul, Büyük Ortadoğu Projesi’nde yazan hedeflerden bütünüyle vazgeçildiği anlamına da gelmez. Bir emperyalist gücün, varlığını sürdürmek için çeşitli araçları, yöntemleri olduğu unutulmamalıdır. İstihbarat birimlerinden denetimi adlındaki terörist gruplara, devşirdiği işbirlikçi aydınlardan güdümündeki lobilere dek çok çeşitli araçlara, örgütlere sahiptir. Terör örgütü PKK’ya da, güdümlü medyaya da, ABD ile teması güçlü ekonomik kuruluşlara da, Beyaz Saray’a sadakat yemini etmiş gazetecilere, aydınlara, politikacılara da bu gözle bakmak gerekir.

Barış Doster
İLK KURŞUN
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)