Çocuk Gelinler Olmasın!


Nisan, egemenliğin ve erkin tek bir insandan alınıp, millete verilmesiydi.
Ulusal kurtuluş mücadelemizin işaret fişeği…
Gele gele yüzde 51’lik iradeyle oluşturulan tek adam yönetimi…
Bir de “ileri demokrasi” diyorlar, 12 Eylül anlayışının siyasi partiler düzenine…
Sözüm ona, millet oluşturuyor Meclis’i…
Oysa siyasi parti liderlerinin ya da dar çevresinin kurduğu bir yapı.
Oy kullanıyoruz ama kime?
Genel başkanların seçtiği isimlere…
Söz ve karar milletin oluyor güya…
Sonra Meclis’te liderlerin iradesiyle kalkıp, indirilen parmaklar…
Ara sıra tek tük, istisnalar…
Geldiğimiz noktalardan birisi de milletin ayrışması.
Ortadan ikiye bölünmüş bir toplum.
Başbakan muhalefet liderlerine ağır suçlamalarla yüklenirken, milletin yarısını da karşısına aldığını biliyor olmalı.
İktidar, kendine oy vermeyenleri, ulusun yarısını yok sayıyor.
Yok saymanın sokağa yansıması yer yer “düşmanlığa” uzanıyor.
Alın bakın iktidar destekçilerinin söylemlerine.
Hele tetikçi ve yandaş köşeler, gazeteciliği, yazarlığı bir tarafa bırakmış, polis, savcı, yargıç elbisesiyle “tutuklanacaklar, tutuklanması gerekenler listeleri” hazırlayanlara…Kin ve intikam rüzgârları…
Yukarıdan “kininize sahip çıkın” denince, aşağıda başka türlü ne olabilir ki?..
Nereye uzanacak, milli egemenliği padişahtan alıp, millete veren Mustafa Kemal Atatürk’le, Cumhuriyetle rövanşa mı?..
Zaten kindar tayfadan bazıları, o aşamaya çoktan geldi.
Cumhuriyetin kurucularına, kuruluş felsefesine, açıkça karşı çıkılıyor…
***
İktidarın kimi bakanları için Batı basınında “Yeni Osmanlıcılar” değerlendirmesinin, bir anlamı olmalı…
Cumhuriyetten yeni Osmanlıcılığa…
Emperyalizmin coğrafyamızdaki taşeronluğuna…
Geçen ay hastanede Oktay Akbal, derin bir acı ve üzüntüyle “Keşke bugünleri görmeseydim” demişti.
“Düşman bellenen” tarafta benzer yaklaşımı dile getiren milyonlar olmalı.
Ne var ki, önümüzdeki tablonun bir yanında bu gerçek var.
Özel yetkili mahkemelerdeki kimi yargılamalar bu gerçeği doğruluyor.
Sahte delillerle, dayanaksız suçlamalarla adil yargılama ilkesinin yok sayıldığı kararlarla yaşadığımız bir süreç…
Hak arayanların, gençlerin, öğrencilerin, aydınların üstüne gidildiği, kaygı ve gerilim düzeni.
Küresel sömürünün projeleri…
Ülkesi ve halkı için terörle mücadele ederken, terörist diye zindanlara atılanlar…
Onlar hapislerde, hücrelerde, duruşmalarda Türkiye’de oynanan tezgâhı sergiliyor.Yazdıkları kitaplarla medyanın pompaladığının tersine, yaşadığımız gerçekleri gösteriyorlar.
Direniyorlar…
Oktay Akbal hastaneden ayağa kalkıyor yine. 89. doğum gününde inadına “yazmak yaşamaktır” diyor, “Yaşamı, yaşamayı sevmek lazım, bunun için de mücadele etmek lazım” diyor.
Salt bireylerin değil, toplumların da çürüyebileceğini vurgularken, “mücadele” diye adeta haykırıyor.
12 Eylül’de destekçilere, ürkmüş, tırsmış, korkmuşlara karşı cunta anayasasına “hayır” diye yazdığını anımsatıyor.
O dönem genel yayın yönetmeninin “Yazma, başımıza kötü işler gelecek” uyarısına aldırmadan bir kez daha yazdığını vurguluyor…
***
Özgürlük için, insanlık için, daha güzel, daha adil bir dünya için çaba gerekiyor.
Bedel ödenmeden, kazanılmıyor.
Gerçeğe, doğruya yaslanarak, haksızlıklara, zulme karşı çıkarak her biçimiyle mücadele etmek… Mustafa Balbay’ın yazdığı gibi bazen “gülümseyerek” direnmek…
İnsanın yalnızca kendisi için değil, 23 Nisan’ın niçin çocuklara armağan edildiğini de bilerek…
Çünkü, cumhuriyet, çocuk yaşta gelinler değil, düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller istiyor…

Serdar Kızık

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)