Recepland


Bugün köşemi görüşlerine değer verdiğim ve güvendiğim bir büyüğümüze bırakıyorum: “RECEPLAND 1913 Bab’ı ali baskını ile Yıldızı parlayan, Osmanlı’yı 1’inci dünya savaşına sürükleyen, Sarıkamış faciasına sebep olan ve Sevr’e mahkum eden Enver Paşa’nın güç ve kudretini tanımlama anlamında Batı, Osmanlı İmparatorluğu için “Enverland” derdi. Enver’in ülkesi anlamında.. Paşa, kuşkusuz bir vatanseverdi ama Harbiye nezareti ve Başkumandan Vekilliği gibi, işgal ettiği sorumluluğu yüksek mevkilere uygun bilgi, birikim ve beceriden yoksun olması yanında, oldukça da hayalciydi.

Osmanlı Devleti adına yapılan inanılmaz yanlışların ve hataların bedeli, İmparatorluğun batması, değişik cephelerde milyonlarca şehit verilmesi yanında; ekonomik ve beşeri kaynakları açısından tükenmiş bir Ulus’un, destansı bir Üstiklal Savaşı vermek zorunda kalması ile ödendi.
Yazıya böyle bir giriş ile başlamamın nedeni: AKP’nin de, aynen İttihat ve Terakki gibi, kimi odakların -buna dış güçler demek de mümkün- teşvik ve desteği ile kurulmuş olması yanında, İttihat Terakki’nin Enver, Talat ve Cemal Paşa üçlüsüne karşılık, AKP’nin de ünlü bir üçlüsü olması, İttihat Terakki’de iplerin Enver Paşa’nın, AKP’de de R.T.Erdoğan’ın elinde bulunmasıdır. Benzerlikler keşke bu kadarla sınırlı olsaydı. Oturduğu ve yedeğinde tuttuğu koltuklar nasıl ki Enver Paşa’ya büyük geldi ise; görünürde ülkenin Başbakanı ama, gerçekte, bir devleti devlet yapan bütün erklere el altından değil, açıkça hükmetmesi de, sayın Erdoğan’a çok büyük gelmiştir. Gönülden temennim ve Allah’tan dileğim, benzerliklerin son kertesinde bir farklılık yaşanması; Enver Paşa’nın bir İmparatorluğu batırmış olması gibi, Başbakan’ın da, Cumhuriyet’i batırmaması, devleti ve toplumu bölmemesidir.
Endişenin dayanakları

a) Başbakanlar, ülkenin huzuru ve toplumun esenliğinin baş sorumlusudur. Oysa ki, bizim başbakanımız toplumsal huzuru ve esenliği yok edecek, hatta Ulusal birliğimizi parçalayabilecek hemen her yönteme başvurmaktır. Üslubundaki saldırganlık, ses tonundaki yüksek frekans, siyasi rakiplerini azarlayış hiç de hayra alamet değildir.

b) Sayın Başbakan’ın demokrasi anlayışı temelden sakattır. Yazılı ve görsel medyayı -çok az istisna dışında- tamamen teslim aldığı halde, 29 Mayıs tarihli son grup konuşmasında, yine ve hâlâ medyadan yakınabiliyor. Bu totaliter yaklaşım, demokratik değerler adına ürkütücüdür.

c) Demokratik sistemin ve hukuk devletinin temel taşları olan bağımsız yargı ve hür parlamento, Kaf Dağı’nın arkasına gönderilmiş, icra (hükümet) zaten tek elden dizayn edilir bir yapıya dönüştürülmüş ve “erkler”, tek elde toplanmıştır. Buna “demokrasi” demek, aklı peynir ekmekle yemektir.

d) Yunus’un ünlü “yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” özdeyişini sayın Başbakan çok sık kullansa da, hükümet etmede ve uygulamada acı gerçek çok farklıdır. Siyasal tarihimizde çok tanık olduğumuz partizanlıkları, toplum mumla arar oldu. Çünkü siyasi ayırım, ideolojik ayırım kadar zehirli değildir.

e) Sayın Erdoğan’ın ve AKP’nin, 10 yıldan bu yana, Atatürk’e -herhalde zamanı gelmediği için- doğrudan bir saldırıda bulunmamakla beraber, onun kurduğu Cumhuriyet’in değerlerine, en yakın silah ve dava arkadaşına adeta savaş açmış olması, uygulama ve kadrolaşma olgusu ile üst üste konulduğunda, Cumhuriyet’in gözden çıkarıldığı görülmektedir.

f) Devleti ve toplumu dönüştürme projesinde din, çok pervasızca kullanılmaktadır. Hem zihinlerdeki modele, hem de ABD stratejilerine uygun yeni bir Türk -ya da ümmet- toplumu için, tarikatlar ve çakma din alimleri (!), Kur’an Üslamı’nın kodlarını, Batı emperyalizminin vahşi kodları ile değiştirmişlerdir. Deruni değerler biçimselliğe indirgenerek, soygun ve talanın üzerine Türban çekilmiştir. Çünki Anadolu kadınının bin yıldır başına bağladığı yemeni, ayıpları örtemeyecek kadar küçüktür.

g) Darbecilerin elbette, ama bağımsız adalet önünde hesap vermesi herkesi mutlu eder. Ama bu görüntü altında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarsızlaştırılması çabalarının altında ne yattığı konusu, ciddi kaygılara neden olmaktadır.

h) Başbakan’ın ve AKP’nin dolu dizgin gidişini demokratik yollarla kontrol edebilme ve frenleme sorumluluğu, siyasi muhalefetin ve özellikle de CHP’nin omuzlarındadır. Anamuhalefet’in omuzlarının, bu yükü taşıyıp, taşıyamayacağını görmek ve karara bağlamak da, devleti ve Cumhuriyet’i kuran bu partinin tüm üyelerinin ve organlarının omuzundadır. G.A.”


Yekta Güngör Özden
Sözcü

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)