Şafağın Türküsünü Dinle!..
Pazar, Temmuz 01, 2012
Aydınlığa açılan kapılar, kördüğüm olmuş düşlerin içinde, yaşamın sürekliliğini unutulmuş mevsimlerin içine saklamıştık...
Tüm dünya kızıllaşıyor, ırmak sessizce öyle savuruyordu kendini, gizemli yolculuğa çıktığımızda.
Bir o yanına bir bu yanına.
Bir kayanın zorlayışı, ta diplerde yaz egemenliğinin...
Bu arada, su kuşları iniyor adanın üzerine.
Balıkçılar yine ağlarını toplarken türkülerini söylüyor bizlere.
Gökyüzü her zamanki yerinde, ancak bir fırtınanın ardında, salına salına yürüyen kadınların üzerinde.
Böylesine acılar, ölümler, gözlerini maviyle yıkayan kuşlar, uçan bir bulut, yalnızlık.
Zindanları dolduran üniversiteli gençler, sabaha karşı çalınan kapılar, “Kim o” deyince verilen kısa yanıt:
“Polis!”
Zamanıdır böğürtlenlerin, kumsalların, umutların, aşkların...
Aydınlığa vurulan kilitlerin açılma mevsimidir gülüm!
Sen anasın, babasın, kardeşsin, sevgilisin.
İstersen gel sana Edmond Jabes’i anlatayım, Jack London’un kitaplarını vereyim.
Kelepçelenmiş umutlarında sevda yüklü kelimeler, gel senin öykünü yazayım...
Yaşamı!
Ölümü!
Umuda yolculuğu!
***
Jabes’in şafak vakti seslenişi, bana derin acıları getirir... Kelimelerin içindeki hayatla ölüm arasında söyleşisini...
Şafak yükey çiylerle kaplı, dünyanın bütün sorunlarını açmak üzere olduğu bir tomurcuktur.
Evrenin önceden var oluşu...
Yakında, üzerinde gölgelerin kıpırdamadığı bir gül görürüz yalnızca...
Bürüneceği renkler öğleye kadar teklik ve duraklamanın renkleri olacaktır. Sonu geldiğinde, sayıları içinde ölmek için çoğalacaktır.
Eğer içimizde hülyanın izleri görünmezse bu onları gün ışığı ya da bir lamba ışığında arama niyetimiz olduğunu gösterir.
Geceleyin içine süzüldüğümüz o kara yokluk içinde fosforlu oluşları onlara ihanet eder.
Aşk ve güneşin tahta çıktığı gençlik dönemlerinin politik kavgalarını anımsatayım...
Ulucanlar zindanında 11 kişiyi kimler öldürdü? Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Cevat Yurdakul, Musa Anter için vur emrini verenler kimlerdi?
Yüzlerce aydınımız, gencimiz, siyasetçimiz, ideolojileri ne olursa olsun bizim insanlarımızı kimler öldürttü?
***
Şimdi oturup düşünme zamanıdır bir kıyı kasabasında...
Yannis Ritsos’un dizilerinde “el sıkıştığın anda, rüzgârın avuçlarımız arasında sıkıştırdığını” duy, önce ülkenin insanlarını sev...
Sessizliğin çevresinde gülümseme olmaz, bunu bil!
Başını göğe çevir tüm olumsuzluklara karşı...
Mavilerin içinde dolaş!
Kanat çırpan kuşların, aşkın, özgürlüğün, barışın, kardeşliğin, dostluğun resmini çizdiğini göreceksin...
İnsan olmanın onurunu!
Unutma, yangı yerlerinin katran gözyaşları mutsuzluğun havuzuna akar.
Unutma, insanlık onurunu çiğneyen zalimlerden bir gün gelir hesap sorulur.
Unutma, bir toplum savaş çığlıklarıyla değil barış kelimeleriyle özgürlüğe yelken açar...
Uzaklara gömülmüş gençlik yıllarının alacakaranlığındaki demir sürgülü kapılar, hücrelerin iç içe geçtiği dehlizlerden geçerken sessiz kalma...
Sev, sevil!
Sarıl sımsıkı yaşama...
***
Nesnelerin evrensel coşkunluğunu anımsa gözyaşlarını silerken!
Bir yağmurlu günde geniş avlulara düşen kül rengi bulutların gölgeleri hüzne dönüşürken yalnızlığın ve çaresizliğin içinden çık...
Avaz avaz bağır istersen!
Suskunluğunun örtüsünü kaldır ve tarihe bir not düş!
Soluk aydınlıkları boş ver...
Sen bildiğin yolda yürü.
Her gecenin içinden bir trenin geçtiğini, her gecenin sonunda şafağın söktüğünü sakın unutma!
Haydi dinle, şafağın şarkısı çalıyor!
1 Temmuz 2012 - Cumhuriyet