Silivri’de hüzünlü bir basın bayramı



Basın Konseyi Yüksek Kurulu üyeleri olarak  içimiz hüzün dolu bir şekilde Silivri’nin yolunu tuttuk.
Silivri Cezaevi’ne vardığımızda henüz Adalet Bakanlığı’ndan görüşme izni gelmemişti.
Kapıda görevli polisler telefonla bir yerlere sordular, “Tamam izin gelmiş, hemen aldırıp giriş işlemlerine başlarız.  Yalnız biraz beklemeniz gerekecek” dediler.
Aradan beş dakika geçmeden genç bir polis elinde izin kağıdıyla geldi. Giriş için prosedür işlemeye başladı.
Önce üzerimizde saat dahil ne varsa,  her şeyi gösterilen küçük dolaplara kitledik ve anahtarı cebimize koyduk. 
Elektronik kontrol kapılarından geçerken kemer ve ayakkabılarımızı çıkardık.
Sonra ikinci ve esas kontrol odasına alındık. Orada göz taraması yapıldı. Makina göz retinasını tarayarak hafızasına kaydediyor. Yani sizi tanıyor.
Cezaevinden çıkarken de aynı makineye giriyorsunuz. Yine göz taraması yapılıyor, makine onay verirse kapı açılıyor, dışarı çıkıyorsunuz.
Ondan sonra bir araç sizi görüşme yapacağınız tutuklu veya hükümlünün yattığı bloka görtürüyor. Orada da ayakkabılarınızı çıkarıp elektronik kapıdan geçiyorsunuz.
Artık cezaevinin içindeyiz. Oldukça büyükçe bir açık görüş odasına alınıyoruz. Odada plastik masalar ve sandalyeler var. Oturup meslektaşlarımızı beklemeye başlıyoruz.
9 meslektaşımızla görüşeceğiz. 
Bunlar Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Mehmet Perinçek, Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve Ergun Poyraz.
Mustafa Balbay
Heyecanla bekliyoruz. İlk getirilen Mustafa Balbay. Koşarak girdi içeri. Tek tek sarılıp hasret giderdik.
İyi gördüm Mustafa’yı. Moralliydi. Gülüyordu.
“Bayramımız kutlu olsun” dedi.
Biz de onun bayramını kutladık. Nasıl bayramsa yaşadığımız.
Görüşmede şöyle bir yöntem uyguluyor polisler: Bir tutuklu getiriliyor, görüşme bitince o götürülüyor, beş dakika sonra öteki getiriliyor. Bu böyle devam ediyor.
Yani tutukluların karşılaşmaması için büyük özen gösteriliyor. Polislere verilen emir böyle. 
Mustafa,  4. Paketten hiçbir şey beklemediğini söylerek girdi söze. “41 aydır içerdeyim ama umutsuz değilim” dedi.
“Buradan gördüğüm medya tehdit altında. Bir sansürlük basın bile kalmadı. Sansür sadece medyaya değil, her sektöre konuyor” diye konuşmasını sürdürdü. 
Sonra da içimizi yakan şu sözleri söyledi:
“Bizi sık sık ziyarete gelin. Sizlerin gelmesi bizim için çok önemli.  Burada ’Her ziyaret yarım tahliyedir.’ derler.”
Mustafa’nın verdiği rakamlar çok çarpıcı ve işin ne kadar çıkmazda olduğunun kanıtı:
“Bütün olayları karmaşık hale getirdiler. Tam 18 iddianame var. 7 bin sayfa da ek klasör. Tümü tam tamına 5 milyon sayfa.”
İnanılır gibi değil. Yani belli ki bu iş bitmesin, sonsuza kadar sürsün istiyorlar, bunu amaçlıyorlar. Çünkü ortada suç olmadığı için mahkümiyet veremeyecekler.
Onun için uzatıyorlar. Yani mahküm etmeye gerek kalmadan infaz ediyorlar.
İşte Türkiye’de hukuk böyle işliyor. Yargılamaların hukukla uzaktan yakından bir ilgisi  yok. Yok çünkü yukardan siyasi emirle yürütülüyor işler. 
Mustafa bir de yaşadığı dramı dile getiriyor:
“Ben içeri girdiğimde oğlum 8 aylıktı. Şimdi kocaman oldu. Beni ziyarete getiriyorlar. Ona ‘baban burada çalışıyor’ diyorlar. Çocuk benim neden eve gelmediğimi algılayamıyor. Onu parka götürdüklerinde babasıyla gelen çocukları bir kenara çekip tekmeliyormuş. Kızım artık bilinçlendi. Ama o da durmadan sorular soruyor.  Anlatamıyorum.”
Sonra polisler Mustafa’yı alıp götürüyorlar.
Gerek cezaevi yöneticileri, gerekse polisler son derece kibar ve saygılı. Hiç değilse bu tutum ferahlatıcı. Bunu vurgulamam gerek.
***
Barış Pehlivan
Beş dakika sonra Barış Pehlivan’ı getiriyor polisler. Güleç yüzlü bir çocuk. İlk kez görüyorum. Kırk yıllık dost gibi birbirimize kenetleniyoruz.
Barış Mustafa’nın hücre arkadaşı. Günleri, ayları, yılları başbaşa geçiriyorlar. Cezaevinin yıptacılığına birlikte karşı direniyorlar.
“Mustafa ağabey yemek yapıyor, ben de öteki işleri…” diyor.
Her gün 19 gazete ve bol bol kitap okuyup yazdıklarını söylüyor, sonra ellerini gösteriyor “Bakın yazmaktan nasır tuttu” diyor.
Hücrelerde televizyon var. Bu cezaevi için çok önemli bir olay. Dışarda olanları çok dikkatle izlediklerini söylüyor Barış.
Bilgisayarlarına virüs atıldığını 4 üniversite de verdikleri raporda belirtiyor ancak mahkeme bunları dikkate almıyor ve TÜBİTAK’ın raporunu bekliyor. O da 6 aydır bir türlü gelmiyormuş.
Doğu Perinçek
Doğu Perinçek geliyor. Yine tek tek sarılıyoruz. Onun da morali çok iyi, ne de olsa eski tüfek. Bu işlerde çok deneyimli ve dayanıklı.
“Biz önemli değiliz, ülke önemli” diye söze giriyor sonra şöyle devam ediyor:
“Bu dönemde cumhuriyeti yıkmak, Türkiye’yi bölmek,  Atatürk’ü kesin yok etmek  üzerine bir plan uygulanıyor. Herkesin her şeyden önce Cumhuriyet’e sahip çıkması gerekir. Aslında Cumhuriyet tüm kurumlarıyla yıkıldı da… Onu yeniden kurabilmek için çalışmalıyız. Türkiye için mücadele etmeliyiz.”
Doğu Perinçek daha sonra çok önemli bir noktaya değiniyor:
“Davalara bakınca aslında hiç suçlu yok. Bunun aksini bilerek düşünmek, söylemek  ve yazmak bir ahlaksızlıktır. Şu bir gerçek ki, yapılanlarla Türk ordusu savaş yeteneğini yitirdi. Bunu tarih yazacaktır.”
Bütün söylemlerden sonra Doğu Perinçek  şöyle sonlandırıyor sözlerini:
“Yine de bu karanlıktan yeni aydınlıklar çıkacaktır.”
Soner Yalçın
Soner Yalçın da çok neşeli girdi odaya. Zayıflamış, gepegenç bir adam olmuş. Onu öyle görünce sevindim.
Öteki meslektaşlar gibi Soner de Özel Yetkili Mahkemeler’e inanmıyor. Bu mahkemelerden adalet beklemiyor.
“Ben burada tutsağım. Avrupa’da bizi savunacak, bir heyet olmalı. Türkiye’deki gerçekleri onlara anlatmalı” diyor. 
Soner’e göre Türkiye’yi zorlu bir iki yıl bekliyor. Dış gelişmeler konusunda son derece endişeli. Ama hükümetin bu gelişmeleri iyi değerlendirmediğine inanıyor.
İçerdeki gelişmeler için de oğlu adına endişeli, “Onu düşünüyorum” diyor. Aslında hepimizin içini kemiren bir kaygı bu.
Barış Terkoğlu
Genç bir gazeteci. Sarılıyoruz. Barış Tuncay’la aynı hücreyi paylaşıyor.
“Akıl ve ruh sağlığımızı korumaya çalışıyoruz” diyor.
Tecrite vurgu yapıyor. Gerçekten de tecrit cezaevinin en öldürücü uygulaması. Düşünün bu insanlar sadece beraber kaldıkları insanı görüyorlar. Onun dışında hiç kimseyi görmüyor. Birlikte yargılandıkları insanları bile mahkemeden mahkemeye görüp konuşabiliyorlar. 
Hiçbiri ortak yaşam alanlarından yararlanamıyor. Yasak. Öyle bir uygulama yok.
İlk evliliğini dışarda, ikincisini ise  cezaevinde kutlamış. Daha yeni evli. Bir kaç gün sonra üçüncü evlilik yıldönümü varmış onu da cezaevinde kutlayacak. Geçen yıldönümünde bisküvi ve çukulatayı semaver buğusunda ısıtıp pastamsı bir şey yapmış.
“Yine aynı pastayı yapacağım. Geçen sefer güzel olmuştu. Bu sefer daha güzel olacak ” diyor.
Bu insanların terörist diye cezaevine tıkıldıklarını düşününce insanın isyan edesi geliyor. Ama hukukun işlemediği bir ülkede kimi kime şikayet edeceksiniz ki.
Neyse…
Mehmet perinçek
Barış’tan sonra Mehmet Perinçek geldi. Mehmet, Doğu Perinçek’in oğlu olduğu için içeri atılan aslan gibi bir genç. Akıllı, zeki ve yürekli. Tıpkı babasının oğlu.
“Buradan çıkış yok” diyor sıradan bir söz söyler gibi. 
Önemli mi? Dürüst, onurlu, inançlı olmak, ülkesini, ülkesinin insanlarını sevmek saygı duyulacak bir özellik değil mi?
Mehmet Perincek Sivil Toplum Örgütleri’nin,  Barolar’ın daha etkin olması gerektiğini söylüyor. 
Ergun Poyraz
O da gülerek geldi. Çok dik duruyor. O kadar ki, “Beni buradan çıkarmazlar, 5 yıldır yatıyorum, daha bir bu kadar da yatarım. Çünkü bana yapacakları bir şey yok. Yatırmak istiyorlar hepsi bu” diyor. 
Bütün yakınlarına kendisini ziyarete gelmemeleri söylemiş. Durmadan yazıyormuş. Faili meçhul cinayetlerin kitabını bitirmek üzereymiş. Kitabında bu cinayetlerin faillerini açıklıyormuş. 
Ergun’un suçu Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’la ilgili kitap yazmak.
Tuncay Özkan
Son iki konuğumuz Tuncay Özkan ile Yalçın Küçük.
Önce Tuncay geldi. Zayıflamış, daha genç görünüyor. Morali çok iyi. Uzun uzun yargılamaların tutarsızlığını örneklerle anlatıyor. Her zamanki gibi heyecanlı.
“Bir çıkmaz sokaktayız.  Bu işin sonu yok.” diyor. 
Tuncay 4 yıldır yatıyor. 417 tam tamına 417 gün tek başına bir hücrete tutmuşlar onu. 417 gün boyunca insan sesi duymamış. Sonra üst kattaki hücreye yeni tutuklular gelmiş havalandırma avlusunda onların konuşmalarını duymuş.
“Öyle yadırgadım ki, farkına varmadan ağladığıma tanık oldum. Kolay değil. 417 gün insan sesi duymamıştım. ”
İşte tecrit bu kadar ölümcül bir olay. Bunu ceza olsun diye uyguluyorlar ama bilsinler ki bu hiç de insani değil.
Tuncay eğitimdeki gelişmelerden çok rahatsız olduğunu söylüyor. Bu gidişin hepimizi endişelendirmesi gerekiyor.
Sarıldık ve onu polislerle birlikte yolladık.
Yalçın Küçük
Son olarak Yalçın Küçük geldi.
Yalçın Hoca’ya hayran oldum. Hapishanede bile dört kol çengi. Şen, şakrak ve de matrak. Nasıl kendinden emin, bu koşullarda bile herkesle nasıl barışık.
Hiçbir şeyi takmıyan bir tavır. İçinde bulunduğu koşulları bile gırgıra alıyor. Arka arkaya espriler patlatıyor, kahkahalar atıyor.
Polisler bile onu gülerek dinliyorlar.
“Buradakilerin hiçbiri suçlu değil bunu iyi bilin. Burada hukuk yok. Siyasi davalar bunlar ” diyor.
Polisler zamanın dolduğunu söylediği anda cümlesini bile bitirmiyor ve ayağa kalkıp hepimizle vedalaşıp gidiyor. Kurallara milimi milimine uyuyor Hoca.
***
Tam 4.5 saat meslektaşlarla birlikte olduk. Onları dinlerken içimiz şişti. Zaman zaman boğazımız düğümlendi, gözlerimiz yaşardı.
Kalbimizi meslektaşlarımızla bırakıp derin bir hüzünle Silivri’den ayrılıyoruz.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)